"Bâğ-ı aşkın andelîbi Hazret-i Üftâde'dir
Dertli âşıklar tabîbi Hazret-i Üftâde'dir."
- Azîz Mahmûd Hüdâyî [k.s] (Bayati, Cinuçen Tanrıkorur)
Halkın "Azizim" diyerek önünde hem diz kırdığı hem de gönlünü genişlettiği, Üsküdar'ın ve Türk topraklarının büyük velîlerinden biridir Aziz Mahmûd Hüdâyî. İlk adını sevenlerinden alan bu büyük velînin bazı rivayetlere göre Hüdâyî adını ise şeyhi Üftade Hazretleri vermiştir. Şeyhinin kapısına o kudretli kadılığını bırakarak gelmiştir Hüdâyî Hazretleri, Bursa sokaklarında ciğer satmıştır, "kadı delirdi" diye çocukların diline düşmüştür. Bir gün tekkenin helalarını temizlerken dışarıdan davul zurna duyar, bu şehre yeni bir kadının atandığını müjdelediğini bilir ve nefsi devreye girer. "Nereden nereye" diyecek gibi olur ve derhâl utancından sakallarıyla helanın yerlerini silmeye başlar.
Üsküdar'la Sarayburnu arasındaki deniz yolunda bir istikamet vardır ve oraya "Hüdâyî Yolu" denir. Bu ismin verilmesinin hikâyesi şöyledir: Fırtınalı ve yağmurlu bir gün Sultan Ahmed Han, Hz. Hüdâyî'yi çağırır. Böyle günlerde kayıkçılar denize çıkmayı istemezler, endişelenirler haklı olarak. Lakin Hüdâyî Hazretleri sultanın bu çağrısını muhakkak yerine getirmek istediği için teknelerden birine geçer, talebeleri de bu cesur şeyhin derhâl yanına gelirler. Kayığa binen Hüdâyî Hazretleri, talebelerini soğukkanlı olmaya davet ederken bir taraftan da dua eder. Bu esnada kayığın gidiş güzergâhını da işaret ederek kayıkçıyı yönlendirir. İlginç bir şekilde kabarmış olan deniz bu istikamette sütliman vaziyette olur, bir-iki kayık mesafesinde dalgalar kabarmaz ve sakince yol boyunca ilerlenir, Sarayburnu'na yanaşılır. Hüdâyî Hazretleri ve talebelerinin geldiği bu yol hâlâ "Hüdâyî Yolu" olarak bilinir.
Bir tasavvuf meraklısı olan Sadık Yalsızuçanlar ile Hasan Kâmil Yılmaz'ın yaptığı söyleşiden oluşan "Âşıklar Tabîbi: Aziz Mahmûd Hüdâyî Hz." kitabı aralık 2013'te Sufi Kitap'tan çıkmıştı. 147 sayfalık bu kitabın üç bölümü var. İlk bölümde Hasan Kâmil Yılmaz, "Hakk'a ulaşan gönül yolculuğu: tasavvuf" adı altında tasavvuf üzerine yorumlar yapıyor. Asıl kaynağı, özü, Kur'an hazinesindeki incileri, kısacası hakikati bulma yolu olan tasavvuf üzerine önemli tespitlerde bulunuyor. Her bir yolun ayrı bir güzelliği olduğu ve bu güzelliğin de pirlerle, mürşitlerle, müritlerle ayrıca güzelleştiğini belirten Yılmaz şöyle diyor: "Tasavvuf bir usta-çırak ilişkisidir; diğer ilimlerin hepsi belki kitaplardan öğrenilebilir ama tasavvufu, insanın kitaplardan öğrenmesi mümkün değildir."
İkinci bölümde "Bir gönül eri: Aziz Mahmûd Hüdâyî" başlığıyla sultanlara manevî rehberlik yapan, sırlarıyla ve tasavvufî şahsiyetiyle, en önemlisi de hem şiirleri hem de menkıbeleriyle hâlâ yaşayan Hüdâyî Hazretleri konuşuluyor. Özellikle menkıbeler, tasavvufa merak duyan, bu yolda olgunlaşmak isteyen herkesin gönüllerine hitap ediyor, sesleniyor. Bilhassa nefis mücadelesi yönünde Hüdâyî Hazretleri çok büyük bir misal teşkil ediyor. Bir menkıbesi şöyledir: Üftade Hazretleri bir gün talebeleriyle Uludağ'ın eteklerine çıkar. Çiçeklere son derece meraklı olan hazret, talebelerinden bir buket çiçek toplamalarını ister. Herkes, mürşidine en güzel buketi toplamak için didinir ve ardından takdim eder. Hüdâyî Hazretleri ise kurumuş, boynunu bükmüş, tabiri caizse dünyayla hiçbir ilişkisi kalmamış bir adet çiçek sunar. Üftade Hazretleri "Herkes bana en güzel çiçeği arayıp getirirken siz bana bunu mu lâyık gördünüz?" diye sual eder. Hüdâyî Hazretlerinin cevabı ise şöyledir: "Efendimize ne takdim etsem azdır fakat hangi çiçeği koparmak için el uzattımsa tesbihini işiterek derhâl elimi çektim ve ancak sapının kırılmasıyla şu çiçeğin tespihinden kalmış olduğunu gördüğüm için bunu huzur-u devletlerinize getirdim."
İşte bu cevaptan sonra Cenâb-ı Pîr Üftade Hazretleri, "Rikabında hükümdarlar yürüsün evlâdım!" diye dua eder. Ne büyük hikmettir ki bu dua daha sonra müstecab olur. III. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed, II. Osman ve IV. Murad bu büyük Allah dostundan dua alır. Bilhassa II. Murad'la sık sık mektuplaşırlar, Hüdâyî Hazretleri onun rüyalarını yorumlar. Bu konuda da oldukça fazla menkıbe vardır. Birini nakledelim: I. Ahmed Han çok sıkıntılı bir rüya görür. Bu rüyada, yakın zamanda üzerine yürümek istediği Avusturya kralı ile güreştiğini fakat sırt üstü yere düştüğünü görür. Büyük bir telâşla uyanır, rüyasını yazar ve Hüdâyî Dergâhı’na yollar. Ulak kapıyı çalar, rüya mektubunu iletmek üzere elini cebine götürürken Hz. Hüdâyî rüya mektubunu daha görmeden kendi yazdığı mektubu verir, padişaha derhâl iletilmesini ister. Mektupta, toprağın "kuvvet" manasına geldiği ve sırtın toprağa değmesinin gücü arkaya almak, güçlenmek olacağını belirtmiştir. İşte bu hikmet, Osmanlı ordusunun yakın zamanda gerçekleştireceği Avusturya seferinin muzafferiyetle sonuçlanacağına işaret etmiştir olur. I. Ahmed bir kez daha bu büyük Celvet’îyye tarikatının kurucusuna âşık olur.
Ona âşık olmamak mümkün değildir. Sözlerindeki tesiriyle, dualarındaki sırlarla, kerametleriyle, rüya yorumlarındaki müthiş kabiliyetiyle Üsküdar'ın kayıkçıları ve hatta meczupları dahi kendilerine tabib olarak Hüdâyî Hazretlerini seçmişlerdir. Nitekim hazretin duası -dergâhında da yazılıdır- onun müritleriyle kurduğu sarsılmaz gönül ilişkisini de bizlere anlatır: "Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kerre türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmânlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın."
Allah dostlarının hâlleri, dilleri Hakk'tandır. Dolayısıyla neyi ne zaman yapıcaklarına akıl sır ermez. Onların hâllerinde nice sırlar vardır. Bazen bir hediyeyi kabul etmezler, bazen bir suale cevap vermezler. Hepsinin muhakkak bir sebeb-i hikmeti vardır. Hasan Kâmil Yılmaz'dan dinleyelim: "Sultan Ahmed Han, bir gün Hüdâyî Hazretlerine bir hediye gönderiyor o da bunu kabul etmeyerek iade ediyor. Sonra aynı hediyeyi Abdülmecid Sivasî'ye gönderiyor, o kabul edince padişah: "Ben bu hediyeyi Hüdâyî'ye gönderdiğim hâlde o kabul etmedi, siz kabul buyurdunuz" deyince Abdülmecid Efendi "Hüdâyî bir ankadır ki laşeye tenezzül etmez" cevabını veriyor. Sonra padişah Hüdâyî Hazretlerine, hediyeyi Şeyh Abdülmecid Efendi kabul etti deyince, Hz. Hüdâyî de "Padişahım, Şeyh Abdülmecid öyle bir deryadır ki O'na bir damla masiva düşmekle mülevves olmaz" diyerek zarifane bir cevap veriyor ve böylece kemâlini gösteriyor."
Büyüklerin birbirlerine hitaplarından ve mektuplarından çıkarılacak nice hikmetler vardır. Onların her sözü Hakk'tan olduğundan okuyanına sapasağlam bir şifa sunar. Mühim olan bu şifayı ve kaynağını yakalayabilmek, asla bırakmamak. Bir misal verelim: Şeyh Edebali ahfadından İznikli Ali Efendi, Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretlerine yazdığı mektubuna "yaratılanların en zayıfından, kemâle ermiş olana" diye başlamış. Hüdâyi Hazretleri ise cevap vermek için kaleme aldığı mektubunun başına şunu yazmış: "Fakirlerin en zayıfından, ulemâların hocasına."
Hasan Kâmiş Yılmaz'tan öğrendiğimize göre sultanlara sultanlık etmiş bir gönül sultanı olan Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, III. Murad vefat ettiğinde bir şiir yazmış. Evvela bu şiirin ilk kıtasını buraya alalım:
"Yalancı dünyaya aldanma yâ Hû,
Bu dernek dağılır dîvân eğlenmez.
İki kapılı bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, mihmân eğlenmez."
Son iki kıtasını da aşk ile okuyalım:
"Ömür tamam olup defter dürülür
Sırat köprüsü ve mîzân kurulur,
Hakkın dergâhında elbet durulur
Buyruğu tutulur fermân eğlenmez
Hüdâyî n’oldu bu denlü peygamber,
Ebûbekr u Ömer, Osman ü Haydar,
Hani Habîbullah sıddîk-ı ekber,
Bunda gelen gider bir cân eğlenmez."
Hâlâ tekkelerde, meşk meclislerinde hem okunan hem de buraların duvarlarını süsleyen "Buyruğun Tut Rahmanın" da yine Hz. Aziz Mahmûd Hüdâyî'nin Dîvân-ı İlâhîyât'ında yer almaktadır. İsteyen merhum Kani Karaca'dan dinler, isteyen merhum M. Es'ad Coşan'dan dinler. Güzel kitap, bu şiirden bir kıtayla biter:
"Yaban yerlere bakma
Cânın odlara yakma
Her gördüğüne akma
Tevhîde gel tevhîde."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder