Vandana Shiva’nın “Çalınmış Hasat-Küresel Gıda Soygunu” kitabından geleneksel tarım perspektifi bağlamında bir sanayi eleştirisi anlamında bahsetmiştim. Bu kitabı ikinci defa dilime dolamam gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de başörtülü kadınlar bağda bahçede ve kamusal alanda “mustazaf olduklarını” ileri sürerek modernleştiler. Bağda bahçede çalışmayı “kirli işler” alanında kıstırılmışlık şeklinde değerlendirdiler. Kamusal alanda kimlikleriyle mesleklerini yapamamalarını da Cumhuriyet modernleşmesinin tepeden inmeci, inkârcı, tek kimlikli ideoloji ve pratiğinin sonucu gördüler.
Bir anlamda küreselleşme, postmodernizm, ulus devletleri yıkan yeni ekonomi-politik Müslüman kadının “kendi kadın kimliği” için alan açmış oldu. Akli ve sanatsal yeteneklerle ilgili geniş kapsamlı ve müstezaflığı telafiye dönük bir eğitim süreci böyle genelleşti ve normalleşti. Müslüman kadınlar dünyayı gazeteci / yazar / televizyoncu / politikacı gibi kimliklerle dolaştı. Tek başına umre yapan, Hacc eden kadın “kimlikleri” oluştu. Aile mefhumundan bağımsızlaşmış bir “İslâmî kadın kimliği” Müslüman kadının sanatsal, aklî faaliyetlerle “varolmalarını”, “piyasada görünülürlük kazandıran” mesleklerle melez kültürleşmelerini, “başka modernlikler” üretmesini, kamusal alana katılımı engelleyen şartları sorgula(t)mayı önemli saydı. Dolayısıyla “ailesiz kadın” idealleştirmesi, “kendi ayakları üzerinde duran Müslüman kadın” tasavvuru hakkında bir tür adı konmamış “İslamî feminizm” kavramı telaffuzu yapılabilecektir. Vandana Shiva’nın çalışması bu noktada önem kazanıyor.
İşin aslı Müslüman kadını modernite içinde “bağımsızlaştıran”, “kendi kılan”, “kimlik edinimine uğratan” anlayışları şimdiye kadar hep reddettim. Vandana Shıva’nın “ekolojik feminizm” kavramına atıfla kurmak istediği ekonomik-ekolojik çiftçi kadın hareketi Türkiye’de doğarsa buna fikri destek vermem gerektiğini düşünerek bu yazıyı kaleme aldım. Yazımın aşağıdaki bakiyesi Vandana Shiva’nın işaret ettiği hususlara yine onun cümlelerinin yeniden uyarlamasıyla kaleme alındı. Bu nedenle yazı büyük oranda Vandana Shiva’nın sayılmalıdır.
Endüstri bir “tecavüz et kaç” uygulamasıdır. Tarımda ihracat mantığının ağırlık kazanmasıyla birlikte yüzyıllardır koruduğumuz ekolojik sermayemiz ihraç ediliyor. Dev mezbahalar ve hayvan fabrikaları geleneksel hayvancılık ekonomisinin yerini alıyor. Sığırlar kesilip etleri ihraç edilirken, küçük çiftçi ve küçük çiftliklere sağladığı yenilenebilir enerji ve gübre de bununla birlikte ihraç edilmektedir. Gördüğümüz şey, bir avuç büyük şirketin tüm gıda zincirini kontrol altına alarak diğer alternatifleri yok ettiği bir gıda totalitarizminin doğuşudur. Böylece insanların ekolojik olarak üretilmiş çeşitli ve güvenli gıdaya erişimi engellenmektedir. Bu gıda totalitarizmi ancak gıda sisteminin demokratikleştirilmesini hedefleyen büyük yurttaş hareketleriyle durdurulabilir.
Endüstrinin büyümesinden en çok ve özellikle kadınlar etkilenmektedir. Kadınların ezilmesi ve doğanın sömürülmesi arasında önemli bağlantılar vardır. Kadınların ve doğanın sömürülmesi birlikte gerçekleşir. Kadın, toprağın ve hayvanların endüstri karşısında silikleşmesi ile kendi varlığını inşa edecek ekonomik-kültürel zeminini kaybetmiştir. Kültür’ün “ekin” ile ilintisi nedeniyle kadın “toprak-sığır”dan bağımsızlaşamaz. Sığırını kaybetmiş bir kültürün tohum ve gıdayı da kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Tarım dünyası hem maddi hem kavramsal olarak sürdürülebilirliğini sığırın bütünlüğü üzerine kurmuş ve onu dokunulmaz kabul etmiştir. Sığır, zengin gıda sistemlerinin anasıdır. Müslümanlar yılın hemen bütün aylarında et yemeden yaşayabilecekleri bir hayat kurmuşlardır. Ancak Allah insanların ineği “put” sayıp tapınmamaları için kurbanı farz kılmıştır.
İslam vahyi bir ayette hayvanların asli konumunu “binek” ve ikincil konumunu “et” ihtiyacına hasretmiştir: “Ve onları kendilerine zebun etmişiz de hem onlardan binidleri var, hem de onlardan yiyorlar” (36 Yasin 72). Bir başka ayette hayvanlardan elde edilen faydaları asli saymış, et üretimini ikincil kabul etmiştir: “Ve hayvanlar; onları da O, yarattı. Sizin için onda, koruyan şeyler ve menfaatler (faydalar) vardır. Ve de ondan (hayvanlardan) yersiniz” (16 Nahl 5). Sığırın korunmasının ardında ekolojik ve ekonomik bir mantık vardır. Bu nedenle bir hadiste “dünya inek ve balığın üstündedir” denmiştir. İktisadın temel figürü sığırdır. Sığır, endüstriyel kent toplumuna gelmez. Bediüzzaman, “öküz ve balık” meselesine şaşırtıcı bir izah getirmiştir.
Ondördüncü Lema’da Refet Bey’in Sevr (Öküz) ve hûta (Balık) hakkında bilimsel bilgi ile çelişen rivayete dair sorusuna şöyle cevap verir: “Sorunuzda diyorsunuz ki: Hocalar diyorlar: Arz yani dünya öküz ve balık üstünde duruyor. Hâlbuki arz, muallâkta (boşlukta) bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var ne de balık! (…) Arz iki kısımdır: Biri su, biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren insanların hayat sebebi olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omzundadır. Dünyaya vekil tayin edilen iki melek hem kumandan, hem nazır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nevine bir münasebet yönleri bulunmak lazımdır.” Ürün artıklarını ve ekilmemiş arazileri kullanan sığırlar besin için insanlarla rekabet etmezler. Tarlalar için organik gübre temin ederler ve gıda verimliliğini artırırlar. İslam ineği putlaştırmaz ama onu ete dayalı bir kültüre indirgemez.
Hayvanların et’e dönüştürülmesi kadının iğfal edilmesidir. Sığır, tezek enerjisi, giysi kaynağıdır. Toprağın endüstriyel giysi için özgülenmesini (pamuk üretimine tahsisi) insanlığı açlığa sürüklemiştir. Oysa hayvanların yünü ve derisi giysinin hammaddesidir. Sığır ve koyunun sağladığı bu katkı, hayvanların sütünü sağan, sütten peynir/yoğurt/tereyağı yapan, tezek toplayan, onları besleyen, yününü kırpan ve dokuyan (halı-kilim), ören (kazak-hırka), derisini işleyen, onları besleyen, gerektiğinde tedavi eden kadınların emeği sayesinde mümkün olur. Kadınlar kalifiye bir hayvancılık uzmanı olmalarının yanında geleneksel mandıracılıkta da ustadır. Hint sığırı sağladığı gıdadan altı kat fazlasını tüketen endüstriyel ABD sığırlarının aksine tükettiğinden daha fazla besin üretir.
Hint sığırı her sene 700 milyon ton geri kazanılabilir gübre üretir; bunun yarısı yakıt olarak kullanılır. Bu yakıt, hepsi de Hindistan için kıt birer kaynak olan 27 milyon ton gazyağı, 35 milyon ton kömür, 68 milyon ton oduna eşdeğerdir. Diğer yarısı ise gübre olarak kullanılır. Hindistan’da yaklaşık 80 milyon sığırdan elde edilen tezek kırsal enerji ihtiyacının üçte ikisini karşılar. Hindistan’ın tarımsal hayvan enerjisinin modern enerji kaynaklarıyla ikame edilmesi için her yıl 1 milyar dolarlık Petro-gaz harcaması gerekir. Sığırın çok çeşitli faydalarına dayalı olan bu son derece verimli gıda sistemi verimlilik ve kalkınma adına tasfiye edilmiştir. Endüstri toplumun ve tekno-uygarlığın araçları hayvan-toprak ilişkisini tasfiye ederek otomobil-beton/asfalt ilişkisine dönüştürmüştür.
Tarımın endüstriyelleşmesi tarımın asli gübre kaynağını yenilenebilir organik girdilerden (hayvansal gübre, tezek) yenilenemez kimyasal girdilere doğru kaydırmıştır. Temel gıda üretiminde hem sığırı ve hem de kadınların sığırlar üzerindeki emeğini değersizleştirmiştir. Batı endüstrisi, Batı dışı dünya kadınlarının mandıra kültürünü yok etmekle kalmamış, kadının toprak/sığır/mandıracılıktaki rolünü de tasfiye etmiştir. Kadınların sığır ve koyunun beslenmesi ve sütün işlenmesindeki geleneksel rolleri erkeklerin ve makinelerin eline geçmektedir. Geleneksel tarım sisteminde sığır, insanların tüketmedikleriyle beslenir. Ürünlerin saplarını, meralardaki ve tarla kenarlarındaki otları yer. Hayvancılık endüstrisi gibi rekabetçi bir modelde tane tahıl, insanlardan alınıp yoğun yem olarak hayvanlara verilir.
Kadını çiftçilik ve hayvancılıktan uzaklaştıran endüstriyel sistem gıdayı da et tüketimine dönüştürmüştür. Et ihracı yalnızca hayvan nüfusunun azalmasına sebep olmamakta, pek çok sığır ve tahıl türünün de yok olmasına yol açmaktadır. Gıda sistemindeki “erkekleşme” meraların yem bitkisi için kapatılmasına neden olmaktadır. Dünyadaki açlığın sebebi insanlığın protein ihtiyacının “erkekleştirilmesi”dir. Protein ihtiyacı etten karşılanmaktadır. Hayvan varlığının yukarıda zikrettiğimiz faydalar için değil et için kullanılması topraksızları, yoksul sınıfları ve kadınları olumsuz etkilemektedir.
Hayvancılık ve tarımda işgücünün neredeyse %90’ı kadınlardır. Sığırların kırsal ekonomiye bedelsiz olarak sağladığı enerjiyi ikame ederken Petro-gazı; toprağın verimini artırırken de gübre, fosil yakıt, traktör, kamyonu ithal etmek kaçınılmazdır. Enerji, gübre, fosil yakıt, traktör, kamyonu elde etmeye çalışan kalkınma düşü Batı-dışı halkları Batı’nın endüstriyel kapitalizmine borçlanmaya zorlamaktadır. Yani hayvan ihracı Hindistan için 10 milyon rupi kazandırırken hayvan varlığının yok edilmesi 150 milyon rupiye mal olmaktadır. Bu oranlama Türkiye için de benzerdir. Hindistan’da Al-Kabeer mezbahası her sene 182.400 sığır kesmektedir. Bunların dışkısı her biri beş kişilik 90.000 Hint ailesinin yakıt ihtiyacını karşılayacak miktardadır.
Bu yakıtı ikame etmek için Hindistan Hükümeti yüz milyonlarca rupi değerinde gazyağı ithal etmektedir. Geçerli olan yegane bilginin sadece Batılı endüstriyel yetiştiricilerin bilgisi olduğu ve bunların sahip olduğu bilginin tüm diğer bilgi sahiplerinin (yerli sığır ve koyun yetiştiricilerinin), çiftçilerin, kadınların ve hayvanların bilgisinin yerini alması gerektiği doğru değildir. Endüstriyel toplumun gıda, tarım, hayvan politikaları sürdürülemez sonuçlar getirmiştir. Endüstri sömürgeciliktir.
Doğanın ve bereketi üreten kadının “aşağılanması”, iğfal edilmesi, zihni melekelerinin çalınması endüstrinin iğfal zihniyetinin sonucudur. Endüstri tabiata ve kadına ataerkil tahakkümü dayatmaktadır. Geleneksel kadın büyükannelerinin bilgi ve erdemini koruyarak kendini tabiat içinde ekonomik ve ekolojik olarak hürleştirmişti. Günümüz kadını büyükannelerinin yaşamın devam ettirilmesi konusundaki bilgi ve erdemlerini korumak ile küresel şirketlerin pek çok canlı türünü yok oluşa sürüklenmesine, kârlı gördüklerini sakatlayıp işkenceden geçirmesine, dünyanın ve dünya üzerinde yaşayan toplulukların sağlık ve huzurlarının altını oymasına izin vermek arasında bir tercih yapmak zorundadır.
Tohumu saklayan kadındır. Geleneksel gıda sisteminde tohum, yaşamın soluğudur. Şiddet içermeyen tarım için tarıma endüstri, kimyasal gübre uygulamalarına son vermek gerekmektedir. Ekofeminist bir kadın hareketi sığırı “et makinesi” olmaktan kurtararak kadını da kurtarmanın yollarını teklif edebilir.
Lütfi Bergen
twitter.com/BergenLutfi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder