Bir kitap kapağını daha sola devirdiniz.
Perde çekiliyor. Işıklar sönüyor. Etrafınızda dolaşan o kitap kahramanları sahnenin arkasından iniyorlar. Bazısı telefonuna koşuyor. Bir kaçı toplanıp hangi lokantada karınlarını doyuracaklarını düşünüyorlar. Çoluğu çocuğu olanlar var bir de. Eline çayını alan da geçti köşeye.
Yalnız kaldınız. Kitap bitti.
Dönüp oturduk yatağımıza, koltuğa, yere, sandalyeye. Ellerimizi her iki bacağımızın da az, altına alarak kitabı düşünmeye başladık.
Ben bu sırada çıkıyorum ortaya. Ama size akıl hocalığı yaparak değil.
Yeni bir kitap söyleyiveriyorum sizlere. İster bunu kadife çiçeği arasında mor çiçek sayın. Ya da dağların başındaki duman sayın. Yeni yıkanmış yumuşatıcı kokan bir elbiseniz. Çayınız, kahveniz sayın. Nasıl isterseniz.
Kitabımız: Mavi Kuş.
Mustafa Kutlu yazmış. Kitabın kapağındaki resmi kendi çizmiş. Renk cümbüşlü bu kapağı uzun süre seyredebilirsiniz. Çocukluğunuz aklınıza gelir. Bir arabanız vardır aklınıza gelir. Anılarız. Hiç olmadı, gökyüzü mavidir buna bakarsınız. Ama sadece çizmemiş Mustafa Kutlu. Öyle ki yazmış. Mavi kuş ismini verdiği otobüsün patlak tekerini değiştirip, çocukların yediği kütür kütür elmanın suyunu bile almış yerden.
Kahramanlar yerli yerinde. Yazar hepsi ile oturmuş kalkmış. Buna böyle değil demek haksızlık olur. Bir kahramanın kaşının oynadığından, dizindeki yamalı pantolonun kaç dikişi varmıştan tutun da. Tutun da. Sonra Mavi Kuş'u bırakıverelim uçsun.
Hikâye uçarken -isterseniz öykü de diyebilirsiniz- ipini kaçırmadan biraz daha anlatayım.
Bu kitabı okurken, canınız kuru fasulye çekebilir (Bu böyle bir şey cidden). Hikâye yazıyorsanız hele bunu daha iyi anlarsınız. İyi bir hikâyecinin kitabını okurken sadece okumuyorsunuz. Biliyorum basbayağı yiyorsunuz kitabı sizde. Bazı zaman kıskandığınızdan kitabı açmıyorsunuz. Bazen dayanamayıp tekrar okumaya başlıyorsunuz. Sonra şu sözler dökülüyor ağzımızdan:
- Adam yazmış be.
Gerçekten yazmış. Bu ne bir övgü, ne reklam. Ne de tatmin etme sizi. İnanmıyorsanız okuyun.
- Adam nasıl yazmış be!
Bakın içimiz, hikâyeden kalkan bir ölü haberini duyunca, kapıya yapışıyor:
- Biraz daha kalsın, diyorsunuz. Ölmesin kadıncağız.
Böyle okunuyor bu hikâyeler işte. Gerçek hayatı yansıtıyor laflarını dağıtacak değilim şimdi buraya. Demek istediğim, içimiz dışımız bir hikâye olsa böyle yazılırdı demek oluyor. Ya da bu tanımlamayı nasıl yapmak istiyorsanız kendiniz konduruverin şuracığa.
Ben gördüm yani.
Otobüsü takip eden iki şalvarlı atlı adamın şivesini kapıp, içimden böyle konuştuğumu. Mavi Kuş'tan uçan uçurtma hangi ağacın tepesinde, hangi yolun gerisinde berisinde kaldı bunu.
Erol'un düşlerini okurken 'kerataya bak sen, ulan bu çocuk daha!' dediğimi duydum.
Çok sevenler de gördüm vallahi, billahi.
Yani diyeceğim o ki, bu kitabı size tavsiye ederim.
Mavi Kuş'u okurken yanınızdan domates, salatalık yahut hıyar ve maydanozu eksik etmeyin.
Mavi Kuş yokuşu tırmanırken bir kırt alın hıyardan. Beşir Ağa çenesini açtığında pek galeye almayın onu da. Gül'ü güzel bulup, Neşe'ye de kızabilirsiniz. Doktora bazı sevimsiz bazı da iyi diyebilirsiniz.
Ben tekrar uyarımı yapayım da mutlaka bir kırt alın hıyardan. Yoksa yemeyene dayak var bilesiniz.
Hatice Aydın
twitter.com/piyanosuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder