8 Ekim 2014 Çarşamba

Attila İlhan’ın İkinci Yeni ile ideolojik savaşı

Attila İlhan, “müthiş bir yanılgı içindeydi” dediği Menderes’i ve politikalarını eleştirerek yazdığı önsözü ile farklı dergilerde yayımlanmış yazılarının muhtevasına ilişkin ipuçları vererek başlar İkinci Yeni Savaşı‘na. Şiirin kendiliğinden ortaya çıkan bir duygu seli olmadığını, diğer kültürel ürünler gibi iktisadî bir altyapının toplumsal bilinç ile oluşturduğu diyalektik sonucu ortaya çıktığını değerlendirdiği için kendi metoduyla bir saptamaya girişir: “Birinci Yeni (Garip) İnönü Diktası’nın şiiridir, İkinci Yeni ise Menderes Diktası’nın!” (İlhan,1996:7)

Bu saptamayı kronolojik olarak ele aldığımızda Garip şiirine bakmalı önce: 1936′dan itibaren muhtelif dergilerde şiirleri yayımlanan Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat ile birlikte ortaya çıkan bu akım adını, mevzubahis şairlerin 1941′de beraber yayımladıkları “Garip” isimli kitaptan alır. Eski şiiri reddedip yeni oldukları iddiası, onların gelecekte Birinci Yeni diye de anılmalarına sebeptir. Bilindiği üzere Garipçilerin şiirlerinin temel özelliği geleneksel şiirin reddedilmesi, sözü ve estetiği belirli biçimsel kalıpların dışında var etme gayreti ve söz san’atlarını gereksiz buldukları için aruz, hece ve kafiyenin dışında bir şiir söylemek istemeleridir. Bunu yaparken amaçları Orhan Veli’nin ifadesiyle bir şiirde takdir edilmesi lazım gelen ahengin ne vezinle ne de kafiyeyle temin edilemeyeceğidir ki “O ahenk vezinle kafiyenin dışında da vezinle kafiyeye rağmen de mevcuttur.(Kanık,1991:24) Kısaca, akımın tüm temsilcileriyle beraber Orhan Veli; Özkırımlı’nın deyişiyle, “kendisinden önce şiir ne değilse onu yazmaya” (Özkırımlı,1975:5) çalışan bir şairdi. İlhan, Avrupa’da ortaya çıkan sürrealist ayaklanmanın etkisinde eski şiiri yıkıp yeni bir şiir oluşturma gayretinde olan Cahit Sıtkı, Ahmet Muhib gibi şairlerin yanı sıra “gerçek bir hürriyet ve toplum şiiri bileşimi araştırıp duran toplumcu şairler“in de atlanarak öncülüğün “tek parti, tek şef, tek millet” devrinin resmî şairleri dediği Garipçilere verilmesini de ayrıca eleştirir. (1996:237)

Bu noktada Attila İlhan’ın onlara yönelttiği eleştiriyi iki boyutuyla ele alabiliriz. İlhan, Garipçilerin İnönü Diktası’nın şiirini yazdıklarını söylerken ilk olarak onların sıcak savaş yıllarının (1914-1945) bir ürünü olduklarını, ikinci olaraksa resmî edebiyat mahsulü olduklarını dile getirmektedir. (İlhan,1996:7-11) Bu yönden İlhan’ın diyalektik düzlemi Garip şiirini; iktisadî ve politik referanslarla ele almaktadır. Garip şiirinin şeklen ve muhteva yönünden kendi anlam çizgisini Avrupa’daki şiir gelişmeleri içine dâhil etmesi yönünden modernist bir karakter taşıması, İlhan için Orhan Veli ve arkadaşlarını Batılılaşma hevesindeki siyâset ve bürokrat kadrolarla birleştiriyordu denilebilir. Siyâsi olarak antiemperyalist olan İlhan’ın şiirde toplumsallığı öne çıkarması; onun Garipçilerin dildeki karşı-seçkinci tutumlarıyla uzlaşmasına da imkân tanımamaktadır. Bilâkis şiir bu haliyle halka inmek adına estetiğini yitirecektir ona göre. Çünkü İlhan biçim-öz tartışmalarında asıl tayin edici unsurun öz olduğunu düşünse de “sanat eserinin, biçim ve öz öğelerinden karılmış sübjektif bir bileşim” olduğunu, “öz öğeleri ile biçim öğeleri arasında başarılı bir denge kurulabilirse” ortaya bir san’at yapıtının çıkabileceğini dile getirmektedir; çünkü san’at, “doğrunun güzellikle birliğidir, güzel olarak söylenmiş doğrudur.(İlhan,1996:38)

İlhan’ın Birinci Yeni’ye yönelttiği “resmî sanat” ithamı, tabiî olarak İkinci Yeniciler tarafından da dile getirilmiştir. Özellikle “sivil şair” söylemini öne süren Ece Ayhan tarafından türetilen “sosyalbürokrat” kavramı bu eleştiriyi özetler bir mahiyet kazanmıştır. Ancak iki eleştiri niteliksel olarak faklı mecralarda yer almaktadır. Ki Attila İlhan’ın İnönü Diktası olarak nitelediği dönemin sonrasında gelişen liberal yaklaşımların san’atı olarak ele aldığı İkinci Yeni şiiri de tıpkı Birinci Yeni gibi Batıcı bir tutum ve iktisada yaslanmaktadır. Attila İlhan’a göre “Menderes’in görülmemiş kalkınması“nın temeli şudur: “Bir yandan tarım geliştirilirken, bir yandan ticaret burjuvazisi semirtilecek; tarım fazlası ihraç edilip, elde edilen dövizle ‘gelişmişlerin’ ürettiği sanayi ürünleri bol bol satın alınacak!” (İlhan,1996:38)

İlhan’ın da bir dönem yazdığı Yön dergisini yöneten Doğan Avcıoğlu’nun, Türkiye’nin Düzeni‘nde Menderes dönemine dair yaptığı bazı değerlendirmeleri şöyledir: “Kamuoyunun dikkatini çekmeyen ufak bir nokta, 1950 seçimlerinden önce Amerikan Haberler Merkezi’nin ‘Halk Tarafından Kurulan Bir Hükümet’ adlı bir broşür yayınlamasıdır (…) ABD’nin Türkiye’de demokrasi değil, her şeyden önce bir ‘ileri karakol’ istediği başından beri bellidir.” (Avcıoğlu, 1969:249) ” ‘Toprak Reformu yerine tarım reformu, devletçilik yerine özel teşebbüs ve yabancı sermaye, bağımsız dış politika yerine uydu dış politika, Köy Enstitüleri yerine İmam-Hatip Okulları, hürriyet yerine 141. ve 142. maddeler’1946′daki çok partili hayatın kimler yararına bir hareket olduğunu açıkça göstermeye yeterlidir.(a.g.e.:250) Kısaca, kitleleri vatandaş olma duygusuyla tanıştıran çok partili hayatın toplumsal anlamıyla ileri bir hareket olduğunu yazan Avcıoğlu, DP iktidarı ile birlikte Batılılaşmış burjuvazi ve toprak ağalarının ittifakı sonucu ” (…) prekapitalist düzenin kalıntılarını taşıyan bir toplumsal yapıda genel oy, bey, ağa, şeyh, tefeci tüccar v.b. gibi hakim sınıfları tasfiye edecek yerde, onları güçlendirmiştir.” (a.g.e.:254-255)

Özetle Menderes döneminde, liberal demokrasi anlayışının iktisadî gerekliliği anlamına gelen serbest piyasa ekonomisi bir Amerikan işbirlikçiliği olarak ortaya çıkmıştır. Tarımda makinalaşma adına yapılan dış yardımların gâyesi de II.Savaş’tan sonra yıkılan Avrupa’nın sanayileşme olanaklarının geliştirilmesi adına Türkiye’nin bir tarım ülkesi haline getirilerek Avrupa’nın tarım ambarı yapılmak istenmesidir. Bu amaç doğrultusunda Toprak reformu adından umulan bir reform olma niteliğine sahip olmayıp, Menderes’in kendisi gibi büyük toprak sahipleri için zengin imkân var etmiş; sanayileşme ise devletçilik ilkesi dışına çıkılarak yabancı sermayenin kontrolüne bırakılmıştır. İkinci Yeni’yi bu bağlamda Soğuk Savaş’ın ve liberal bir san’atın temsilcisi olarak gören Attila İlhan, İkinci Yenicilerin yazdığı Pazar Postası‘nda Muzaffer Erdost’un “Şiirin tekniğinin ilerlediği çağlarda giderek siyasi işlevini yitirdiği” sözünü, Cemal Süreya’nın aynı dergide çıkan şiirleri ve şiir üstüne yazdıkları ile çelişir bulur. İlhan, Süreya’nın şiire hareketini sağlayanın toplumsal değişmeler olduğunu yazmasıyla zencilere ilişkin Bun adlı şiirinde herhangi bir gerçekçi şairin değindiği temalara değindiğini gösterir. Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk ve Sezai Karakoç’un ortak metod ve ana ilkeler etrafında birleşemediklerini vurgular. (İlhan,1996:42) Toplumcu bir şiir damarı arayan ve Tanzimat’tan beri her iyi şeyin kökünü mutlaka dışarıya bağlayanları sürekli tenkid eden İlhan’ın İkinci Yeni’nin “kapalılık” adına toplumdan ıradığını ve soyutlandığını da bu noktada ele alır. İlhan’a göre bu durum, apolitik şiirin şifrelerini içerir: “Oktay Rifat ve İlhan Berk, Türk şiirinin bu iki büyük eyyamcısı, kasıla kasıla ‘şiirin amacı hiçbir zaman belirli bir şey anlatmak değildir’, ya da ‘şiir bir şey anlatmaz, güzellik bir şey anlatmaz çünkü’ diyebiliyorlar. Toplumsal esthetique anlayışının imge kuramı ve mekanizması iyice yozlaştırılarak tam da menderes diktasının istediği politika dışı (apolitique) bir şiir yeniliği kılığına sokulmuş.” (a.g.e.:121)

Değerlendirme
Edebiyatın, hakikatle olan ilişkisini ve özüne dair ma’nevî anlamlılığını yitirmesi demek olan modern söylemi, metinleri bir “toplumsallık” zindanına hapsetmiştir denilebilir. Bununsa bize göre sebebi, toplumsallığın iktisadî varoluşu demek olan ideolojik duruşudur. Dünyanın anlamına ilişkin tasavvurun, ma’nanın yoğunlaşması fikrinden uzaklaşarak madde ile çözümlenmesi ve kültürün bir bütün halinde bu çözümlemede araçsallaştırılması, modern edebiyatın da rolüne ilişkin bir belirleme oluşturmuştur. Bu yönden Attila İlhan da kendi perspektifinden baktığında modern Türk şiirindeki açmazı iktisadî bir temele oturtarak yapmakta ve şiirin gelenekselliğinden yahut hakikatinden ayrı olarak toplumsal mevcudiyeti, öz-biçim diyalektiği ile okumaktadır. Ne var ki bazı noktalarda bir tıkanma da yaşadığı gözlemlenmektedir: Örneğin Ece Ayhan’ın söyleminde görülen “sivil” karakter bir liberal temayül olarak addedilebilirse de bunu da aşan ve postmodernist söyleme dayanabilecek; “büyük anlatıları” hedef alabilecek bir noktadaki duruşu yanı sıra, devlet karşısındaki tutumunda liberalliğin de ötesinde anarşist bir yıkıcılığa dayanabilecek tutumu gözden kaçmış gibi durmaktadır. Bu yönden özellikle Ece Ayhan şiirini Attila İlhan perspektifinden okumanın doğru bir neticeye ulaştırması mümkün görünmemektedir.

Yine benzer bir yaklaşımla ele aldığımızda İlhan’ın eleştirdiği bir diğer şair Sezai Karakoç ile -her ne kadar İlhan onu yazmadıysa da- Cahit Zarifoğlu’nun da İkinci Yeni içinde değerlendirilen şiirlerinin “kapalılık” yönünden, aynı açıdan tenkid edileceği muhakkaktır. Ne var ki her iki şair de şiirin modernist karakterinden yola çıkmışlarsa da muhteva yönünden büyük bir farklılaşma ile dinî söylemin zorunlu baskınlığına yaslanarak psikolojik alana değil ma’nevî alana yönelmişlerdir. Bu sebeple Zarifoğlu ve Karakoç’un da Ece Ayhan gibi, İkinci Yeni’nin iktisadî düzlemi içinde değerlendirilme imkânları yoktur.

Attila İlhan şiir kitaplarının arkasına ilave ettiği “Meraklısı İçin Notlar”da şiirlerinin yazılışına, anlamsal bağlamlarına ve geri planlarındaki olgulara değinmesi yanı sıra şiire ve edebiyata ilişkin notlarını da paylaşan bir şairdir. Bu notlarında öze ilişkin olarak ideolojik ve toplumsal çözümleri, biçime ilişkin olaraksa şiir anlayışını açık eden değinileri vardır. Bu değinilerinden de yapılacak çıkarsamalar ışığında İlhan’ın öz-biçim diyalektiğinde imgenin rolüne ilişkin yaptığı vurgulardan onun tüm modern edebiyatta olduğu gibi bireysellik ve psikolojik uyarılmalar ile yazdığı sonucu da ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede Attila İlhan’ın modern şiir için merkeze aldığı toplumsal yaklaşım dikkate alındığında; İnönü Diktası’nın şiiri dediği Garip akımını ve Menderes Diktası’nın şiiri dediği İkinci Yeni’yi genel olarak doğru okuduğu değerlendirilebilir. Ancak kendi şiirindeki modern açmazları aşmak hususunda bu okumanın kendisini de daralttığı ve toplumsala ait ma’nevî ve ruhsal dalgalanmalardan uzaklaştırdığı da gerçeğin diğer yüzünü oluşturmaktadır.

Alper Gürkan
alpergurkan.blogspot.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder