27 Mayıs 2014 Salı

Konuşarak değil, dinleyerek anlaşılır

"Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned."
- Hz. Mevlânâ

"Her yerde, fakat ârifin kalbindedir Allah
Yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın."

- Ken'an Rifâî

"Öyle yüksek huzûrlar vardır ki orada, o huzûr sâhibinin yüzü suyu hürmetine kulakların mühürleri açılır ve neler neler duyulur."
- Ömer Tuğrul İnançer

Mesnevî-i Şerîf üzerine sadece bizde değil tüm dünyada sayısız kitap yayımlandı. Şerhleri yapıldı, romanları(?) yazıldı, üzerinde sohbetler düzenlendi, televizyon programları tertip edildi. Bu böyle kıyamete kadar sürecek, zira Mesnevî-i Şerîf'in hakikatlerine erişmeye ne şuurumuz, ne de elimiz, dilimiz, belimiz erecek. "Edeb ya hû" deyişini hemen herkes bilir. E, d ve b harflerinden oluşan edeb; kamuoyuna yapılacak en güzel açıklamayı yapıyor aslında: Eline (iline), diline (lisanına) ve beline (soyuna, sopuna) hâkim ol. Zira insanı eliyle yaptıkları, diliyle söyledikleri ve beline olan hâkimiyeti ya yok edecek, ya ihya edecek. İnsan, kendini bilir. İhya olmak isteyen de ne yapacağını öyle veya böyle bilir. İhyanın bir anlamı da gelişme ve geliştirmedir. Kişisel gelişim kitaplarına inanma şaklabanlığına düşmeden, Mesnevî-i Şerîf gibi sırların sırrını izah eden bir kitabı, Ömer Tuğrul İnançer hocanın sırlı üslubu ve gönlüyle okuma imkânımız var: Dinle Neyden.

Neden sırların sırrı? Allah'ın sırlarını Kur'an-ı Kerim açıklar, Mesnevî-i Şerîf ise Kur'an-ı Kerim'in sırlarını. "Dinle Neyden" ise Mesnevî-i Şerîf'ten ne anlaşılacağı, nasıl okunacağı ve gönül ışığını ne biçimde yakacağı üzerine yorumlar ihtiva ediyor. Ömer Tuğrul İnançer hocanın en önce kalbe giren sözleri, akıla "git başımdan!" diyor ve okuyucunun gözleriyle okuduğunu tüm ruhunun yeniden, coşkuyla hecelemesini sağlıyor. Popüler kültürde buna "çakraların açılması" mı denir? Nedir ne değildir bilemem ama ney vardır ve onun sesi ne var ne yoksa bir kenara bıraktırır. Nefesli enstrümanlara girersek, çıkamayız. Lakin ney, insan sesine en yakın sesi veren enstrümanlardan biridir. Hatta buna dair araştırmalar yaptığımda, insan sesine en benzer sesi kemanın verdiğini fakat insanın iç sesine dair en hakikatli sesi de neyin verdiğini okumuştum. Amatörün amatörü bir klarnet meraklısı olarak şunu diyebilirim ki; nefesli enstrümanlar bize bir şeyi çok iyi açıklamaktadır. O da şudur: İnsan, aldığı nefesi vermekle yükümlüdür. Nefes almak, yaşamak için ne kadar mecburi ise, vermek de o kadar mecburidir. Dolayısıyla insanın yaşamı, nefesindedir. Neyi alıp verdiği kadar, neyi dinleyip dinlemediği de önemlidir. Ağızdan çıkanlar ne kadar önemliyse, kulağa girenler de o kadar önemlidir. Sırların sırrına ermek için en önce dinlemek lâzım. O yüzden, bişnev! Yani, dinle!

Kur'an-ı Kerim'in besmeleyle, Mesnevî-i Şerîf'in bişnevle başlaması bile, "sır" denen şeyin ne olduğunu belli etmektedir. Mesnevî-i Şerîf’in ilk harfi olan “b“de Esmâ-i Hüsnâ’dan da sırlar vardır: Bâkî, Bârî, Basıt, Basir, Bâis, Berr... Sır ne kadar belli olur? İnsan ne kadar kendini verirse. "Sırra kadem basmak" diye bir deyim vardır. Şimdinin kısa ve öz "kayboldu" anlamıyla bir alakası yoktur bu deyişin. Sırra kadem basmak, sırra teslim olmak, sır kapısından içeri adım atmak, kendini sırlara kapatmak demektir. Unutulmasın ki sürekli ortada duran değil, kaybolan aranır. "Kaybolmak" da, "gâib olmak"dan gelir. Gâib ne demektir? Görünmez âlem demektir. Âlem de, âdemin yeridir. Hadi buyurun şimdi, ne oldu akıla? Karıştı.

"Âdemoğluna atasına uymak edebini göstererek şeytan gibi gururlanmak değil, Âdem gibi kabahati kendinde bilmek yakışır. Ve bütün bu edebler insan ile hayvan arasındaki farklı belirler. Yemek, içmek, barınmak, üremek gibi hâller hayvanda da vardır, insanda da. Bunların dışında ve üstündeki davranışlar, insanı insan eder. Tabiîdir ki; bu söz ancak Âdemoğullarınadır. Kendilerine Âdemoğulluğunu değil, maymun oğulluğunu yakıştıranlara ve öyle zannedenlere bir sözümüz yok."

İnsanın herhangi bir konuda konuşurken üslubunda şiddet varsa, bilinmeli o konuda bir aşkı vardır. En güzel aşkın ne olduğunu söylemeye gerek yok. Kitapta Ömer Tuğrul İnançer hoca, Hz. Mevlânâ'nın aşkını Mesnevî-i Şerîf üzerinden anlatıyor. Kur'an-ı Kerim'de "aşk" kelimesi yoktur diye sızlananlara da hikmeti bol sözler ediyor: "Allah, "Müminler Allah'ı şiddetle severler" buyuruyor. Şiddetle sevmenin adına aşk derler.". Dolayısıyla şiddetli bir aşkta da gönül sürekli yanma hâlindedir. Her gönülde de bunun yaşanması için o gönlün doğrudan şaşmaması lâzımdır: "Yalandan kim ölmüş diyorlar. Yalandan beden ölmez. Gönül ölür, gönül!". Sevmek de "vermek"tir hiç şüphesiz. Vermeden sevilmez. Gözü ve gönlü sadece "almak"ta olanın, tahsildârdan ne farkı vardır ki? Tek gerçek, yâr olabilmektir. Yâr da, gönülden gönüle sohbetle olunur.

"Sohbet ise, dinlemeyle olur. Sohbetin dinlenebilmesi için, az konuşmak lâzımdır. Bu da tasavvufun bir diğer tavsiyesidir: “Az yemek, az uyumak, az konuşmak” prensibinin geçerli olduğu tasavvuf terbiyesinde hüner, söylemek değil dinlemektir. Doyduktan sonra yenilen yemek, tembellik uykusuyla geçirilen zaman, lüzumsuz ve boş konuşma tarzında söylenen sözler “israf haramdır” kâidesince yasaklanmıştır. Dinlemeyenler öğrenemezler, öğrenemeyenler bilemezler, bilemeyenler ise “olamazlar."

Âşıkların pîri Hz. Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf'inde âşıkların "ney"i dinleyeceğini anlatıyor. Ârif olanın anlaması için de, önce dinlemesi gerekiyor. Dinlemeden, anlaşılmaz. Dervişin yegane işi de dinlemektir. Dinleyen, dinlenir. İşte Ömer Tuğrul İnançer hoca da "Dinle Neyden"de bunu anlatıyor. Neyi, nasıl dinlemek gerektiğini.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder