“Çılgın Palmiyeler’in ilk bölümünü bitirir bitirmez, bir
şeylerin eksik kaldığını, öykünün pekiştirilmesi, müzikteki kontrpuan benzeri
bir yöntemle güçlendirilmesi gerektiğini gördüm. Bunun üzerine, ‘Çılgın
Palmiyeler’deki öykü yeniden canlanıncaya kadar ‘Irmak Baba’yı yazdım.”
Evet, bu romanda iki farklı öykü var aslında. Biri, Çılgın
Palmiyeler, diğeri Irmak Baba. Ne karakterler ortak, ne yaşamlar. Birinde(Çılgın
Palmiyeler) bir kocanın karısını nasıl kendi eliyle başka bir adama teslim
ettiğini, kadının bu oyunda ne kadar ileri gidip nasıl bir tutkuyla
yaşayabileceğini, aşığının ise girdiği bu zor yükün altında ne kadar
zorlandığını göreceksiniz. Yasak aşk üstüne bugüne kadar çok şey yazılıp
söylendi. Aklımıza bu konuda hiçbir şey gelmese bile Anna Karenina gelir.
Çılgın Palmiyeler’in kahramanı Charlotte, Anna’ya birçok yönden benzese de
ondan daha cesur bir kadın. Bu yüzden de tutkularını, mutluluklarını daha yoğun
yaşıyor. Aşkın ölmeyeceğine, sadece ona layık değilsek bizi bırakıp gideceğine,
ölenin biz olacağımıza inanıyor. Harry’nin
ise Charlotte’u sevmekten ve duruşuna imrenmekten başka yapabileceği bir şey
yok. Hayır, Harry’e korkak demek istemiyorum. Kafası karışık demek daha doğru
olur. Onun düşünceleri sayesinde belki de bir erkek tarafından yazılmış, kadınların yasak aşk yaşamasıyla
ilgili en doğru cümleleri okudum.
“Erkeklerin tersine, kadınlara çekici gelen şey, yasadışı
aşkın büyüsü ya da iki kişinin suçlanıp lanetlenerek toplumdan, Tanrı’dan
sonsuza kadar kopmalarına, dönüşü olmayan bir yalnızlığa gömülmelerine yol açan
ateşli bir tutku değildir; onlara çekici gelen, yasadışı aşkın güçlükleriyle
başa çıkabileceklerini göstermektir.”
Diğer hikâye olan Irmak Baba hakkında söyleyecek çok şeyim
yok aslında. Hamile bir kadınla birlikte en zor şartlarda kürek çekmeye
çalışan, kadının şiş karnına baktıkça midesi bulanan bir mahkûmun hikâyesi
Irmak Baba. Ne bir solukta okudum diyebilirim ne de çok sürükleyici olduğundan
dem vurabilirim. Aksine sonuna yaklaşana kadar sırf bitsin de Çılgın Palmiyeler’in
diğer bölümüne geçeyim diye okuduğum bir öyküydü. Ama sonunda öyle bir yere
getirdi ki beni, sadece getirdiği noktayı değil, dönüp geldiğim yolu da sevdim.
Birbirimizden çok farklı hayatlar yaşamıyoruz aslında. En üstteki
adamla en alttaki adamın yaşamı çok da ayrı değil. Bir mahkûmla bir doktor farklı amaçlar için yaşayıp aynı varışlarda bulabilirler kendilerini. Ve şimdi
kitabın arka kapağı daha anlamlı benim için. Evet, hayatta her şeyin bir
antiteze ihtiyacı vardır. Öykünün bile.
Ümran Kio
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder