"Ahmaklık aklın defosudur. Küçük bir tamirle ıslah olabildiği gibi, şifasız da kalabilir. Dalgınlık ise aklın hayallerle uyuşmasıdır. Hayaller uçunca, çok sürmez yeniden uyanılır."
Doğu kültürünün temel taşlarından birisi olan menkıbeler için şöyle söylenir: "Menkıbeler uyumak için değil uyanmak için vardır.".
Kıssadan hisse sunan o eşsiz menkıbelerin yetişme kültürümüzdeki yerini görmezden gelemeyiz.
Doğu bilgeliğinin o keskin zekâsını bu kitapta görebilirsiniz. Her ne kadar bazı espriler o dönemin ve yazıldığı dilin ince kıvrımları olduğu için anlaşılmasa da genel olarak kitap ahmaklığı ve dalgınlığı ile nam salmış insanlar/anlatılar üzerinden dersler verebiliyor.
Kitabın orijinal adı "Kitâbu’l-hamkâ ve’l-mugaffilîn"dir. Kitap Türkçemize Enver Günenç tarafından aktarılmış ve Şule Yayınları'ndan basılmıştır. Kitap büyük hadis âlimi ve vaiz İbnü’l Cevzî’yi tanıtarak başlıyor: "Doğumu ve yetişmesi, hocaları, muhaddis ve vaiz oluşu, metodu (üslubu), şairliği, eserleri" başlıkları sayesinde İbnü’l-Cevzî hakkında dolgun bir bilgiye sahip oluyorsunuz.
Kitabın önsözündeki şu paragraf kitabı tanıtması bakımından yeterlidir diyebiliriz: "İbnü’l-Cevzî, Ahmaklar ve Dalgınlar Kitabı’nda insanların zaaflarını mercek altına alıyor. Sözü meclisten dışarı hikâyeler anlatıyor bize; güldürüyor, tebessüm ettiriyor. Mizahın ciddi bir iş olduğunu biliyor çünkü. Tezgâhına doldurduğu defolu malları pahalıya satıyor."
Peki kitaba konu olan ahmaklar ile gafillerin, delilerden farkı nedir? İbnü’l-Cevzî bunu şöyle açıklıyor:
"Ahmaklık ve gaflet, deliliğin aksine, amaç doğru olduğu halde yanlış yol takip etmek ve yanlış yöntem kullanmaktır. Çünkü delilik, amaç ve yöntemdeki bozukluktan ibarettir. Kısaca ahmak, amacı doğru olmasına rağmen yanlış yol takip eden ve amaca ulaşacağı yolda ilerlerken yanlış hareket edendir. Deli ise asıl hareket noktası yanlış olandır. Deli, seçilmemesi gerekeni seçendir. Bu durumu, kıssalarını anlatacağımız bazı dalgınları örnek vererek izah edeceğiz. İşte bir örnek: Valinin birinin kuşu kaçar ve şehrin kapılarının kapatılmasını emreder. Bu valinin asıl amacı, kuşun korunmasıdır."
İbnü’l-Cevzî ahmak ve dalgınların hikâyelerini anlatmadan evvel dinimizde şakanın yerini, âlimlerin gülmekten hoşlandığını, güldürmenin bir zekâ ürünü olduğunu, ahmaklığın anatomik olduğunu, insandan insana ahmaklığın değiştiğini, yaşadığı dönemin büyük ahmaklarını, ahmaklarla arkadaşlık yapmanın sakıncalarını ve ahmakların fiziksel ve ahlakî özelliklerini anlatıyor.
Ahmakların fiziksel özelliklerini okuduktan sonra aynanın karşısına geçip kendinizi inceleyeceğinizi biliyorum:
"Ahmakların özelikleri fizik ve davranış bakımından iki kısma ayrılır: Hikmet ehli insanlar, şöyle demişlerdir: Eğer kafa küçük ve biçimsizse dimağın kötülüğüne alâmettir."
Calinous şöyle der: "Kafanın küçük olması, kesinlikle dimağın kötülüğüne alâmettir. Boynun kısa olması, dimağın (aklın) azlığına ve zayıflığına delâlet eder. Azaları ölçü bakımından birbiriyle orantılı olmayan kişinin dimağı kötü, aklı ve anlayışı kıt olur. Örnek olarak vücutça çok iri, parmakları kısa, yüzü yuvarlak, aşırı uzun, ensesi kısa, yüzü, alnı, boynu ve ayakları etli olanlar gibi."
Birkaç güzel kıssa ile yazımızı tamamlayalım kıssadan hisseler çıkaralım:
Adı Yezîd b. Şervân’dır. İbn Mervan da denilir. Kays b. Sa’lebe kabilesindendir. Sergilemiş olduğu ahmakça davranışlardan birisi şöyledir: Birgün boynuna boncuk, kemik ve seramik parçalarından yaptığı bir halka geçirdi. "Kendimi kaybetmemden korkuyorum ve kendimi tanımak için bunu yaptım!" dedi. Bir gece yatarken halka boynundan çıkar ve kardeşinin boynuna takılır. Uyanınca "Sen bensin, o hâlde ben kimim?" der.
İbn Halef anlatıyor: İki kişi valiye gidip şikâyette bulunurlar. Vali, aralarında hüküm veremez. İkisini de döver ve "Allah’a şükür olsun, onlardan haksız olan elimden kurtulamadı" der.
Antakyalı Hüseyin b. Sümeyda anlatıyor. Antakya’da Halepli bir görevli ve ahmak bir kâtibi vardı. Müslümanların savaşa giden iki gemisi batmıştı. Kâtip, Emire durumu bildirmek için mektup yazmış ve şöyle demişti: "Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey Emir! Allah seni aziz kılsın. Bil ki, iki tane gemi denizde alabora oldu, yani dalgaların şiddetli olması nedeniyle battı. İçindekiler helak oldular, yani telef oldular."
Halep Emiri de şöyle cevap yazdı: "Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Mektubun geldi; yani ulaştı. Onu anladık; yani okuduk. Kâtibini terbiye et; yani cezalandır. Onu değiştir; yani azlet. Çünkü o akılsızdır; yani ahmaktır. Vesselam; yani mektup bitti."
Bedevinin biri cemaatle öğlen namazını kılar. İmam, Bakara Suresi’ni okur. Bedevinin acil işi vardır ve kaçırır. Ertesi gün mescide gelir. İmam Fil Suresi’ni okumaya başlayınca namazı bırakır ve "Dün Bakara (inek) Suresi’ni okudu; namaz öğlen sonuna kadar sürdü. Bugün Fil Suresi’ne başladı. Gece yarısına kadar namazın biteceğini sanmıyorum!" der.
Muhammed Faruk Özcan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder