"Ne de olsa müzik her zaman zafer için çalar, hüzünlü olsa bile."
Ustalara saygı kuşağına hoş geldiniz. Andrey Platonov’un Türkçede yayımlanan ilk yapıtı Can, kim bilir kaç defa rafta dururken gözümüze takıldı da almadık. Belki sadece elimize alıp sayfalarını karıştırdık. Ancak Can’ı anlamak için daha fazlasını yapmamız gerekiyor.
Birçok eleştirmen ve okura göre Platonov, 20. Yüzyılın en sıradışı Rus yazarıdır. Bu tarz bir düşüncede hem kendi hayatının hem de yazdıklarının bir hayli etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
"Sanki insanın birini sevmesi kalbe çok ağır geliyordu da, önemsiz şeylerle ilgilenmek bu ağırlığı bir nebze olsun hafifletiyordu."
İtiraf edeyim ki, "yoksulluğu ve yoksunluğu" hiç bu kadar derinlemesine düşünmemiştim. Bir insanın bile isteye kendini diri diri toprağa gömme çabasını, bu çabasında yaşamdan ve diğer her şeyden ümidini kesmesini ağır bir suçluluk duygusuyla okudum.
Açlıkta, kimsesizlikte, coğrafyada olmayan bir yerde neden hayata tutunmalıyız? Her türlü yozlaşmışlık, çürümüşlük, terkedilmişlik, görmezden gelinmişlik içerisindeyken nasıl olur da hayata devam ederiz?
"Kadın, acısına sımsıkı sarılmıştı ve onu kolay kolay bırakmaya niyeti yoktu. Bu şu anlama geliyordu: Bir insanın zihninin ya da kalbinin en derinlerinde bir düşman yatmaktaydı; sevgi dolu kollarda olsa da, çocuklarının öpücüklerine boğulsa da, hayatını karartmaya devam eden bir düşman."
Can’da öyle bir sefalete şahit ediyor ki bizi Platonov, artık bir insanın can çekişmesinden çok daha öte bir anlamı olan, kalbimizi kanatan o cümleyi söyletiyor bir anneye: "Ne mutlu anne karnında ölene."
Can’daki karakterler yaşamayı istemiyorlar, yaşamamak için çırpınıyorlar. Onları tekrar yaşama döndürmeye çalışan tek kişi Çagatayev oluyor. Çagatayev, adı Canlar olan bu küçük halkı yaşama döndürebiliyor mu döndüremiyor mu okuyunca görün bence.
Ancak bu küçük halkın en yaşlısı Sufyan’ın şu cümlesindeki umutsuzluğu okuyunca taş
kesiliyorsunuz: "Ruhlarımız tükendi yaşamaktan!"
Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar
bu tarz kitaplar beni çok etkiliyor aslında. okumamam gerekiyor ama karanlıktan korkup yine de ışığı açmamak gibi bir şey herhalde, kendimi durduramıyorum. en son bir tereddütün romanı'nı okuduğumda tamam dedim karamsar romanlarla işim bitti psikoılojim oldu alt üst benden daha hayır gelmez ama yok efendim durduramıyoruz, yine okuyor.
YanıtlaSilnot: yorum eklerken robot olmadığımızı kanıtlamasak, onu kaldırsanız çok güzel olur.