Barış Bıçakçı, son dönemlerde özellikle kendine özgü üslubuyla, kısa cümleleriyle, fazla derine inmeyip derin düşündüren sözleriyle, aklımızda daima kalacak roman karakterleri oluşturmasıyla dikkatleri çeken bir yazar. Belirli bir olaya dayalı roman anlayışından uzak olarak, Cemil karakteriyle şimdiye kadar okuduklarımızdan daha farklı bir roman tadı bırakıyor ruhumuzda.
Cemil'in iç dünyasındaki ruhsal sorunlara bir de edebi uğraşları ve Nazlı eklenince, ne gibi durumlar ortaya çıkacağı, kitabı okuyanlar için henüz ilk sayfalardan itibaren merak edilen bir konu oluyor. Ya çığrından çıkıp bulunduğu yeri terk edecek ya da çevresindeki her şeyle, herkesle bağlantısını koparıp kendi dünyasına kapanacak bir karakter düşlüyoruz. Lakin işler bizim sandığımız gibi gitmiyor.
"Yazarken duygusal gelgitler yaşamanın kaçınılmaz olduğunu anlamıştı. Bir gün çok beğendiği bir cümleyi ertesi gün hiç sevmiyordu. Bir gün yazmaya inancı tamken, ertesi gün ülkede olup bitenleri düşünüyor, yazmak, üstelik dünyayla pek ilişkisi olmayan bir kahramanın romanını yazmak ona çok ahlaksızca geliyordu." (Sf.16-17.)
Bu gibi sakin, sessiz ve metinlerin ardından, "İşte demek istediğim de buydu!" diyebileceğiniz metinler de karşınıza çıkabiliyor.
"Musluğu tekrar taktı, vanayı açtı, sızıntı kesilmişti. Halbuki sızıntı hep vardır, ip gibi, yaşadıklarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden zihnimize akan bir şeyler hep vardır." (Sf.36)
Kış gecelerinizi ısıtacak, halk otobüslerinde tek dostunuz, iş yerinde kaçamağınız olacak bu kitapta, siz de içinizdeki ruhsal söküklere bir nebze de olsa faydalı olacağını düşündüğünüz meşgalelere yönlenme coşkusu yakalayabilir, dinginleşebilirsiniz.
Barış Bıçakçı, su içer gibi, nefes alır gibi yazıyor. Şaşırtıcı biçimde bir Oğuz Atay etkisi bırakıyor okuyan ruhlarda.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Çok beğenerek okuduğum bir romandı. Bende ki etkisi beni şaşırtmıştı. Yalnız olmadığımı görmek sevindirici.
YanıtlaSilSevgiler.