13 Ocak 2013 Pazar

Görülen geçmiş zamanın aşırı uçları

"Ben sadece iyi bir insan olmak istedim Muhittin.
Sadece iyi bir insan."

- Takva, 2005

Dava nedir, dava arkadaşlığı nedir? Medrese nedir, ocak nedir? Tedavülden kalkan değerlere dair sorulara cevap vermeyi de tedavülden kaldırabilir miyiz peki? Kaldıramayız. Hepimizin bir davası mutlaka vardır. Kimimiz bir kalem açmayı dava edinebilir, kimimizse masa başında bir ülkeyi kurtarmayı. Gayet mütevazı ve sade bir yaşam, şaşaalı bir hayata dönüştüğünde sürüklenme de beraberinde gelebilir. Manevi bir sürüklenmedir bu. Vicdan buna ya tahammül eder, ya da sefere çıkar.

"Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz."

Mustafa Kutlu'nun Dergâh Yayınevi'nden ilk baskısını Ekim 1983'te yapan bu önemli eseri Ağustos 2012 itibariyle 14. baskısına ulaşmış, Boşnakçaya çevrilmiş. Yazarın yabancı dile çevrilen ilk eseri. Her ne kadar "Mustafa Kutlu üslubu" olan sadelik yazarın her kitabında ortada olsa da, bu eserde "mesele"yi anlamak için tecrübeli bir okur gerekiyor. Zira uzak olduğumuz yahut yaşa(ya)madığımız bir mesele bu. Anlamak için çırpınmak da gerekebilir, yeniden ve yeniden okumak da.

"Bir kere taviz verildi mi, asla çiğnenmemesi gereken unsurlar bir kere gözden çıkarıldı mı, kalbin aynası bir yerinden çizildi mi, kefareti büyük oluyor."

Asım Bey, Kerim, İlhan, Murat, Fetanet Hanım, Nalan, Cevat, Yunus Bey ve diğerleri... Derinlikli hikâyelerin derdi, okuyucu her zaman çarpıyor. Burada mühim olan ciddi bir okuyucu gözü. Çünkü sade bir dilin arkasında her zaman şatafatlı bir dert yatabiliyor. Mustafa Kutlu eserleri, konusu ne olursa olsun süratle okunabiliyor.

Kitabı "yaşam tecrübesi"ne göre önermek daha doğru olabilir. Derin bir of çekenler, parasız yatılı günlerini hatırlayanlar, gençliğinde "dava" peşinde koşanlar, tüm bunların içinde ve dışında olanlar. "Ya Tahammül Ya Sefer" aslında birçok davanın acı neticesini içeriyor...

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

12 Ocak 2013 Cumartesi

Eski bir dostu yeniden duymak isteyenlere

Bazı kitaplar çocuklukta bırakılmamalı, José Mauro de Vasconcelos'un yazdığı Şeker Portakalı da öyle. Hepimizin çocukluk anılarının bir yerinde muhakkak vardır Zeze’nin maceraları. Hepimiz öyle çok sevdik ki diğer maceralarını da bir solukta okuduk. Zeze elimizde büyüdü desek çok da abartmış olmayız esasında. Onun sürekli konuştuğu bir şeker portakalı vardı, bizimse dinlemekten keyif aldığımız bir Zeze’miz...

Vasconcelos’un 12 günde yazdığı söylenen kitap bizim haftalarca elimizden düşmemiş belki uzun süre de belleğimizden silinmemişti. Hatta belki de hepimizi çocukken ilk ağlatan kitap olma özelliğini taşır Şeker Portakalı.

Şimdiyse kitabı okuduğumuz yaşta anlamının ağırlığını bilmediğimiz bir kelime ile anılıyor dostumuz, “sansür” kelimesiyle. Öğretmeninin masasına gizlice çiçekler koyan, işsiz babasının mutlu olması için sabahtan akşama kadar boyacılık yaparak babasına sigara alan Zeze hepimizin arkadaşı, onu bizden daha iyi koruyacak kimse yok. Bize sormadan kimse şüphe bile duyamaz Zeze’nin dostluğundan. Umudu da, iyi niyeti de, ilgisizliği de onun gözünden öğrendik. Şimdi eski dostumuzu yalnız bırakmak herkesten önce bize yakışmaz. Onun için yapabileceğimiz en iyi şey hemen bir kitap edinip yeniden sesini duymak, eski dostumuza bir cümle okuyarak bile olsa yalnız olmadığını hissettirmektir. Kim bilir belki de bu sayede çocukluğumuz da yanı başımızda gülümser bize.

Ümran Kio
twitter.com/umrankio

10 Ocak 2013 Perşembe

Kuş gibi berhudar olun

"Bizim kültürümüzde, kuşun bir diğer özelliği de ağırlık birimi olarak kullanılmasıdır. En çok da serçeyi kullanırız. Kullanmasına kullanırız da, bir serçenin kırk sene yaşadığını pek bilmeyiz."
- İbrahim Tenekeci

Kuşları anlatmak, oldukça zor bir sanattır. Gökyüzünün bu irili ufaklı misafirleri, yaşamımızın her anında bizlerle birliktedirler aslında. Hemen birkaç örnekle süsleyeyim. Âşık olunca ya da olduğumuzu sanınca "kalbim kuş gibi çırpınıyor" deriz, çok zayıflamış bir arkadaşımı görünce "kuş kadar kalmışsın" deriz, bir sorumluluğumuzu yerine getirdikten sonra "kuş gibi hafifledim" deriz, bir kuşkuya düşerken "her kuşun eti yenmez" diyebiliriz.

Deriz demesine de, kuşların tüm bunlardan haberi var mıdır? Yoktur ve açıkçası umurlarında olacağını da sanmıyorum.

Öte yandan kuş; iç donun arka tarafına, ağının dar olmaması için konulan parçaya da denir.

"Şimdi geçiyorlar,
Doldurup uzaklığı
Işıkta zar zor çırpınan kanatlar,
Bir yürek vuruşunda birleşmiş."


Şili'nin ve elbette dünyanın en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilen Pablo Neruda, bu kitabında türlü türlü kuşları anlatıyor bizlere. 3 bölüme ayırdığı kitabının sonuna doğru ise kendini kuş yapıyor, süzülüyor göğüs kafesimize. Dünya şiirinde pek de örneği görülmemiş bir deney ve Neruda estetiği "Kuşlar Sanatı"yla cıvıldaşıyor kulaklarımızda.

"Uçuyor göğe demirden tüyler
Ve seyrediyor sessizlikte sessizlik
Dinsel bir gemi gibi."


Manevi değerlerden gittikçe uzaklaşan insanlığa, çok klas bir çalım atıyor Neruda. Bari diyor, kuşlardan ibret alın. Bunu yapmak için de Şili de görülebilecek kuşları anlatıyor. Çevirisi'nin Alova'nın yaptığı "Kuşlar Sanatı"nı okurken dilimizle de övünebilir ve hatta şükredebilirsiniz. Zira biz hepi topu "Siyah Göğüslü Kartal" derken, buna başka bir dilde "Geranoaetus Melanoleucus Australis" denebilir. Biz de buna "yuh" diyebiliriz. Oysa edebimizle karşılayıp, dememeliyiz.

"Bir mutluluğu öbürüyle değiştim
Ama derinlerde, içimde, o yitik göldeki gibi
Bir kuşun hayali yaşar, unutulmaz bir meleğin
Gün ışığını dönüştüren göz alıcı varlığıyla
Gülden devinimiyle."


1971 Nobel Edebiyat Ödülü ile onurlandırılmış bu eseri elinize alın ve kanat çırpmaya başlayın.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Yoksuluz çok şükür

Eskiden çok "moda"ydı. Bir şeyleri sürekli 3 kelimeyle özetlerdik. Türk öykücülüğünün en önemli isimlerinden Mustafa Kutlu'nun "Yoksulluk İçimizde" adlı hikâyesini 3 kelimeyle özetleyeyim: Heves, huzur, hidayet. Yazarın genel özellikleri arasında da bu üçlüyü sayabiliriz aslında. Okuyanlar, gayet iyi bilirler.

Dergâh Yayınları
'ndan 1. baskısını 1981'de yapan kitap, 13. baskısına Ağustos 2012'de ulaşmış. Hak eden her zaman hak ettiği değeri görüyor.

"Bir elinin ucu ile alnına düşen terli perçemleri geriye atıyor. Bir kediyi okşar gibi kalem uçlarını itinayla açıyor. Koridorlardan geçerken içinde mütemadi şakıyan bir kuş."

Bir insandan uzaklaştıkça, nereye gidersiniz? Ne kadar gidebilirsiniz? Bu gidişinizde geride bıraktıklarınız neler olur? İstanbul'daki karbondioksit miktarı ruh sağlığımızı bozmak için yeterli seviyede midir? Bu son soru hariç güzel cevaplar barındırıyor "Yoksulluk İçimizde" ve ağır bir sorumluluğu göğsünde yumuşatarak bize sunuyor.

"İçimizin mikropları içimize bir aykırı çöp uzanmayagörsün, hep birden o çılgın danslarına başlıyorlar. Şerha şerha yararak kalbimizi, yeniden ve bir daha bedi uykusuna, sevgili gafletine terk ediyorlar. Hakikata yeniden ve bir ilâhî vesile, bir lütuf ile tutununcaya kadar."

2011'de Eğitim-İş Trabzon Şubesi tarafından "zararlıdır" raporu tutulmuştu kitap için. Biz "Mustafa Kutlu, daima" diyenler ise gülüp geçmiştik. İyi okunamamış her şey zararlıdır çünkü. Bu lüzumsuz ve içi boş konunun üzerine eğilmektense, kitaptan 3 güzel cümleyi peş peşe paylaşmak isterim.

"İnsanoğlu putunu kendi yapar."

"Hayatım üzerine kiminle konuşabilirim?.."

"Yüzler neler neler anlatır."


Maddî telkinler ve tedbirlerle mutlu olmayı ister bedenler. Nefsin ihtirasları gözlerimizi kör eder. Sadece gözlerimiz değil kalplerimiz de kör olur. Kör olası "vahşi ve moderen dünya" alıkoyar vicdanımızı. Bunlara izin vermemek lazım. Bunun için de bol miktarda okumak ve "iyi görebilmek" lazım. Olanı biteni değil, kaçanı gideni. Hayatın gerçeklerini görmek o kadar da zor olmamalı bizler için... Kazanma hırsı ile vazgeçme arasında; Engin ile Süheylâ'nın "birbirlerinin gözlerine bakma dansı" bu kitapta. İster alkışlayarak, ister ağlayarak tempo tutabilirsiniz.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

8 Ocak 2013 Salı

Kendini normal zannedenlere

Kare kaldırımlardan yürümeye çalışmak mı, hayatın her yerinde tek bir sayıyı aramak mı, yeni tanıştığı insanların gözlerinde onlara uygun mesleği görmek mi, kendi kendini öpmek mi yoksa duvarlarda girinti çıkıntı saymak mı?.. Bunlardan hangisini tercih ederdiniz ya da hangisini kendinize yakın hissederdiniz? Yoksa siz de kendini normal zannedenlerden misiniz? O zaman bir daha düşünmelisiniz!

Dışarıdan bakıldığında gayet normal ve sıradan görünen insanların kaçı gerçekten normal ve sıradan acaba hiç merak ettiniz mi? Tanıdığınızı düşündüğünüz insanları acaba ne kadar tanıyorsunuz? Peki ya kendinizi?..

Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı” bu soruların hepsine bir cevap niteliğinde raflardaki yerini aldı 2012 senesinde. Ve kısa bir süre önce geride bıraktığımız yılın en tuhaf ve eğlenceli kitabı olarak hafızalara kazındı. Farklı meslek gruplarından, bambaşka dünyalardan 126 yazar günlük hayatları içerisinde olağan bir şekilde tekrarladıkları garipliklerini paylaşarak, normal ve sıradan bir şekilde aktığını sandığımız hayatımıza farklı yerlerden bakmamıza sebep oldu. Hepimiz yakın çevremizdekileri, en önemlisi de kendimizi bir daha inceleme ihtiyacı hissettik.

Yitik Ülke Yayınları büyük ilgi gören 90 yazarlı “80’lerde Çocuk Olmak Kitabı” ve 111 yazarlı “90’lar Kitabı”nın ardından bir kez daha kalemine güvenen tüm sosyal medya kullanıcılarına kapılarını açarak bu enteresan projeye imza attı ve 2012'de de adından söz ettirmeyi başardı.

Yüzleşmeye hazır mısınız? O zaman bu tuhaf yolculuğa başlayabilirsiniz, keyifli okumalar...

Ahu Akkaya
twitter.com/diviniacomedia