2 Kasım 2012 Cuma

Duygusuz kelime oyunlarını unutun

"Rüyalar onarıcıdır, biliyorum."

Maalesef popüler kültür, harflerin canını sıkıp kelimelerin iliğini kemiğini kurutabiliyor. Kitapçıların rafları gerçekten kötü yayınevlerinin "çok satan" kitaplarıyla dolu. Bu kitaplar Twitter dansözlüğü ile yola çıkıyor, sonra da bir kenarda "motor" su kaynatıyor. Ebediyen de öyle olacaktır, umudumuz bu en azından.

"Suratına bakınca bir tatil köyü görür gibi oluyordum."

Acımasız başladım, biliyorum. Ancak siz de bilmelisiniz ki kelime oyunu bir deha belirtisi değildir. Bir şeyi ispat etme isteğiyle yapılamaz, yapılmamalıdır. Elinize sözlük alın, siz de yaparsınız. Belki de yapamazsınız. Mühim olan ne kadar gerçeğe yakın, ne kadar duygulu ve ne kadar samimi olduğunuz. Çaba, bu yönde olmalıdır. 1987 doğumlu Gökhan Yılmaz, ilk kitabı "Biraz Kuşlar, Azıcık Allah"ta yer yer anne gibi azarlıyor bir küçük çocuğu. Bazen de küçük bir çocuk olup hayata kafa atıyor, ağzıyla yüzünün yerini değiştiriyor. Kitabın içi cinlik dolu. Tövbe estağfurullah.

"Kuşlardan hiçbir şey anlamayan insanlar vardı gerçekten. Kuşlar en iyi dilbilgisi kitabıydı halbuki. Okullarda kuşlar bilgisi öğretilmeliydi. Kuşlardan güzel kimse ölemezdi. Kuşlardan güzel kimse bilemezdi mavinin rengini. Bir kuş rengini yitiriyorsa canı yanmış demekti. Gözlerine bakmadan da anlaşılabilirdi. Ama..."

Gökhan Yılmaz'ın öyküleri daha önce Lacivert, Öykü Teknesi, Melantis, Kül Öykü, Dergâh, Yeniyazı, Özgür Edebiyat, Kitap-lık ve Notos dergilerinde ya­yımlanmış. Bazılarına denk gelmiş, kendisini hafızama almıştım. Öykü mutlaka okuyunuz, bu sizi ruhsal yorgunluklardan uzak tutacaktır. En azından ben öyle yapıyorum diyerek sıyrılabilirim bu iddiamdan.

"Denize düşen yılan sanılır.

...
O zaman, hadi önce boşalalım ve sonra ağlayalım.
Sonra da ilişkimizi düzene sokalım?
...
Yine erkeksi fiiller... Sevişirken kendinden geçiyorsun.
Senden geçmemden daha iyi değil mi bu?
Ne diyeceğime bileniyorum."


Yazarı bu taze kitabı için öncelikle tebrik ediyor, sonralıkla da bu bol kuyulu ve bol "dilsiz eleştirilen" edebiyat yolculuğunda başarılar diliyorum. Sabırla birlikte. Kitap için de son sözüm şu; yazarın ikinci kitabı için şimdiden merak uyandırıyor. Oysa merak kolay uyanmaz, hep horlar.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

1 Kasım 2012 Perşembe

Bir dönemin çığlığını duymak için

Nevzat Çelik'in 1.baskısı 1984 Nisan'ında yapılmış bu kitabı, bir devrin de sesi olma özelliğini taşıyor. Kitap, Şubat 1999'a kadar 22 baskı yaptı (Alan Yayıncılık), sonrasında ise farklı bir yayınevi (İmge Kitabevi) tarafından basılmaya başlanmıştı.

1984'te Akademi Kitabevi Şiir Birincilik Ödülü ile alkışlanan "Şafak Türküsü", yazarın Ahmed Arif, Nâzım Hikmet ve hatta Attilâ İlhan'dan etkilendiği "kurşunlarıyla" dolu.

"Kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
Yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
Oysa birazdan boynumu kıracaklar
Pul pul dökülecek yaz sıvası eylülün."


1980 itibariyle siyasi sebeplerden ötürü idamla yargılandı Nevzat Çelik. Tam 7 yıl cezaevinde kaldı. Birçok şeye tanık oldu. Şiirlerinde bunları rahatlıkla görebilirsiniz. İlk şiiri de bu dönemde (1982) yayınlandı. Aldığı ödüllerin dışında birçok şiiri de bestelendi, hafızalarda yer edindi.

"Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama..."


Her ne kadar belli bir kesime/kitleye yüzü dönük bir şair olsa da, Nevzat Çelik yukarıda da dediğim gibi bir dönemin sesi. O sese kulak vermemiz gerekebiliyor, özellikle de dönemi iyice görebilmek için. Bu görüşün ne kadar objektif olduğundan çok, ne kadar duygulu/samimi olduğu önemli okuyucular için.

"Nevzat, altındaki sandalyeye boynuna da ilmiği geçirdikten sonra vuracak olan çingenenin bir eyyam önce oturduğu sokakta oturan bir kadıncağızı sevmişliğini düşünecek kadar içi geniş olmadadır. Çünkü bu doğru kararlılıktır."
Bu sözler Can Yücel'e ait. Nevzat Çelik hakkındaki sözleri kitabın ilk sayfalarında yer alıyor.

"Şafak Türküsü", bir dönemin sesi.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Kapan’a kısılmış bir yazar

Bir yazarın kitabını yazmak ne kadar zordur belki bilirsiniz, bir de Vüs’at Bener’e ait bir kitabı yazmak, işleri daha da zorlaştırıyor.

Vüs’at Bener’in yazısı nasıl anlatılır? Bu büyük ustanın eserleri çoğunlukla otobiyografik özellikler taşıdığı için onun yazısını anlatırken bir bakıma aslında onu anlatıyoruz.

“Seni öyküler dışı tutacağım. Öyküler ancak bizim dışımızda yaşanmışlık sanrılarında uyutacak bir kısa zaman için-içi sıkılanları. Onlara bir ölçü duygu da katacağım hatır için! Yazık ki deliremeyeceğim.”

Aile bireylerinin hayatındaki yerini, yersizliğini; boşa düşmelerini, zemine yapışmalarını; yine cebi delik gezmelerini, hastalıklarını, kimseyle konuşmak istememesini samimi bir dille anlatmaktan başka bir şey yapmıyor Usta.

1950’den yılından beri yazan bir sanatçı olarak, bugün varolan eserlerinin sayısı az sayılır. Bu durum da onun ince eleyip sık dokuduğundan ve kısa hikâyelerinden yoğunluktan kaynaklanır. “Yorumsuz” hikâyesinde boşuna dememiş: “Yazım ipliklendi. Boğazıma dolanıyor.” diye.

Kendisiyle ve hayatla kavgalı bir yazar Vüs’at Bener. Onun öykülerini okurken ister istemez parmak uçlarındaki ve bıyığındaki sigara sarılarını görür gibi olup, çatallı sesiyle “Bak şimdi anlatacağım öykünün, Gogol’ün ünlü öyküsüyle ilgisi yok” deyişini duyabilirsiniz.

“Yaşamımın son basamaklarını çıkıyorum. Huzur yok. Hani bir iki senecik kendimle barışık yaşayabilseydim, ne gezer.”

Türk Edebiyatının birkaç büyük ustasından biri olan Vüs’at O. Bener yabancı bir yazar olsaydı, buralarda üstüne toz kondurmazlardı. Mutlaka keşfedin ve okuyun.

Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar

29 Ekim 2012 Pazartesi

Yüzyılın yorumunu okumak

"En utanılacak yönümüz tarih yaptığımız halde tarih öğrenmemek, tarih yazmamak konusundaki cahilce ısrarlarımız."
- İlber Ortaylı, Son İmparatorluk Osmanlı, Timaş Yayınları, Ekim 2006, sf.62.

Türk tarihçiliğinin önemli hocalarından İlber Ortaylı bu kitapta, Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın sorularını cevaplıyor. Şunu mutlak suretle belirtmek isterim ki, bu kitabı normal bir tarih veya güncel siyaset okuyucusunun dışında her yaştan; hukuk öğrencisinden öğretmenine, futbolcusundan siyasetçisine, taksicisinden inşaat işçisine kadar herkes mutlaka okumalı. Zira bu kitapta "en ciddi" ve "en gerçekçi" yorumlar bulunmakta. İlber hoca her ne kadar "her türlü değerlendirmeyi şükranla karşılayacağını" belirtse de, bu kitaptaki tüm yorumlarının altına ülkesine gerçekçi ve vicdani bakan herkesin imzasını atacağını düşünüyorum.

"Türklerin son iki asrı bütün Doğu dünyasında ve Balkanlar’da dikkatle gözden geçirilmesi gereken büyük bir tarihî yolculuktur. Bu nedenle de Dünya Tarihi’nin önemli bir parçasıdır ve dikkatle üzerinde durulmalıdır."

Kitap 7 bölümden oluşuyor ve "1923'e Giden Yol"dan başlayıp "2023'e Doğru Türkiye / Yüzüncü Yılında Cumhuriyet" ile bitiyor. Çok kritik sorular ve çok akılda kalıcı yorumlar var. İlber hocanın tespitleri, okuyucunun ufkunu açmanın ötesinde; vicdanının da çalışmasını sağlıyor. Zaten kendisinin bu yüzden "hoca" olup diğer tarihçilerimizden kolayca ayırt edilebileceğini de yorumlarıyla anlayabiliyoruz.

"Türk çocuğu, etrafının sorumluluğunu taşıyan bir insan olmalı ki olmak zorundadır, yarın bir gün etrafımızda içtimai, iktisadi ve siyasi bir zelzele olduğu zaman seyirci kalmayalım."

Kalamıyoruz zaten; bugün fakruzaruret içindeki Gürcistan bizden medet umuyor. Yangın içindeki Azerbaycan bizden medet umuyor. Asya'da bir şey olsa bize bakıyorlar. Balkanlar'da yangına uğrayan, bize bakıyor. Peki, biz buna "hayır" mı diyeceğiz? Diyemiyoruz. Onun için "Kabuğumuza çekiliriz" fikrini unutalım. Niye kabuğunuza çekilemezsiniz? Çünkü bir imparatorluğun bakiyesi üzerindesiniz. Burası Lüksemburg Dükalığı değil, birtakım sorumluluklarımız var; o sorumluluk gelip yakamıza yapışır. Oraya yardım etmek zorundasın. Niçin yerinde oturamazsın? Çünkü üzerinden daha 100 sene geçmemiş, biz oralardaydık. İşte onun için II.Abdülhamid devrine bakıyoruz. Mükemmel müesseselerimiz var. O müesseselerimiz tarihten geliyor ve o müesseseler o haliyle yaşamaya devam ediyor."

İlber Ortaylı'nın 1-2 kitabı hariç tüm kitaplarını okudum diyebilirim gönül rahatlığıyla. Seminerlerini de mümkün mertebe kaçırmıyorum, kendisini hem ilgiyle, hem sevgiyle, hem de ciddiyetle takip ediyorum. Onu okurken sadece tarih değil; politika, kültür, sanat, mimari, müzik, spor, kentleşme ve sosyolojiye dair çok şey öğreniyorum. Henüz okumadıysanız bu kitapla başlamanız iştahınızın açılmasını sağlayacaktır.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Şiirin üzerine titreyenlere

"Gençlik yıllarımda omuzları üzerinde kafa taşıyan bir adam olmaya çabaladım; yıllar ilerleyince birçok şey gibi bu alandaki çabalarımın yönü de değişti, şimdilerde "omuzlara" sahip olmaya belki daha bir özeniyorum."

İlk bölümünü 1980'de yazmaya başladığı "Şiir Okuma Kılavuzu"nda bu satırlarla karşılıyor bizi İsmet Özel. Türk şiirinin en özel yürekli şairi. Kitap, şiirin üzerine titremek isteyenler için gerçekten bir kılavuz. Bir sınava hazırlanır gibi okunmalı, okurken ödev yapıyormuş gibi not alınmalı. Öylesine önemli bir kitap şiir üzerine.

"Şiirin yüzünü hiç hiç kimsenin hatırlamadığı bir dünyada, birinin kalkıp şiirin tanınmaya değer bir yüzü olduğunu, ortalıkta dolaşan renkli ve solgun yüzlerce hayaletin yalnızca maskeler olduğunu söylemesi lâzım."

"Şiir, hayatiyeti korumak için ortaya atılır. Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığını korumaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar."


Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde İsmet Özel'in 1980'de yazdığı "Şiir Okuma Kılavuzu" yer alıyor. Kısa başlıklarla şiirin ne olduğu, nasıl olduğu ve neyi hedefleyebileceği döktürülüyor. İkinci bölüm şair tarafından 1990'da kaleme alınmış. İlkine farklı konu başlıklarında eklemeler yapan daha derinlemesine bir bölüm. Sadece şiir değil, bu tip düz yazılarıyla da dikkat gerektiren bir okuma gerektiriyor İsmet Özel metinleri.

"Şiir okumak ancak hayatlarında şiir için yer açmış insanların önemli ve yararlı bulabileceği, doğrusu ancak onların altından kalkabilecekleri etkinliklerden biridir. Ekmek yemek, pabuç giymek gibi insan etkinliklerini şiir okumakla birlikte anışımın tek sebebi insanların bu işleri yaparken de şiir okurken yaptıkları kadar uyku ve uyuşukluk içinde bulunuşlarındandır."

Şiir; yazımıyla, duygusuyla, ilhamıyla başlı başına özel bir şey. Bir şiir okurken titrenebilirken, şiir üzerine de titremek gerektiğinin farkına varırız. Şiir tüm duyguların kalbidir. Hevesle değil de titizlikle üzerine gidildiğinde bizler için daha fazla anlam ifade edecektir. Bu vesileyle sizleri bu kısa ve öz/el kitabı "titizlikle" okumaya davet ediyorum.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler