3 Nisan 2012 Salı

Ümitvarolanlara

Didem Madak, benim ayna niyetine okuduğum şairlerden. Satır aralarında hiç zorluk çekmeden, bir tereyağının üstünde kayak yapar gibi dolaşıyor, onun kaleminden pul pul dökülen şiirleri her okuduğumda çok ayrı gezegenlere göç ediyorum. Pulbiber Mahallesi’nde 90 sayfacığa kocaman bir kızın kalbini sığdıran Madak, sanki benim için seçip dans ettiriyor tüm kelimeleri diyorum, okuyup da büyülenmemek mümkün değil..

Bu hafta bekleyişlerle, sessizlikle, uykusuzlukla geçen, kahve kokularının özlem buğularına karıştığı bir haftaydı benim için. Ruh halime yoldaş oldu Pulbiber Mahallesi.. Anlatmadan geçemezdim "Şiir şiir olalı böyle şiirsizlik görmemişti.." diye sessiz sessiz inleyen bu kadını..

Pulbiber Mahallesi’ne müptela olduğum ilk zamanlardı, kitabı otobüste bile yanımdan ayırmıyor olmam annemin dikkatini çekmişti ki, merak edip birkaç soru sordu bana bu incecik ve bir o kadar sırlı kitapta ne bulduğum hakkında. Durur muyum, hemen içinden beni derinden etkileyen bir iki şiiri anneme okudum. "Şiir ithafkarı oldum" kendi kendime.. Derin bir iç çekerek söylediği tek şey "Çok.. yoğun kelimeler bunlar kızım.."dı.

Evet, dedim. Ama varsın yoğun olsun, zaten hayatı öyle yüzeysel yaşıyoruz ki. Ne çabuk büyüdük farkında mısın? Büyü mü yaptılar bize? Eğer gerçekten, hayat bu kadar keskin bir belirsizlikle sunulmak zorundaysa huzurlarımıza, bu rüzgara karşı ancak bunları okuyarak durabiliriz, ve o huzuru ancak bu kadar derin satırlarda bulabiliriz, dedim.

Kitapla her göz göze gelişimde "İyi ki yazmışsın be Didem abla.." diye heveslenerek elime alıp birkaç sayfa çevirmemle beraber, karşıma "Bu kitap, ısrar üzerine yazılmıştır.." cümlesinin çıkıyor ve ucu yanık iç çekişler gelip oturuyor gülüşümün tüm kıvrımlarına.. Ne yani, ısrar edilmese okuyamayacak mıydım hiç, şairin Pulbiber Mahallesi’nden Füsun’a "Kelimelerin tadına bakıyorum. Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla.." diye sitem ettiği "Büyümüş Çocuk Şiiri"ni mesela? Ya da konuşamayacak mıydım hiç Leman’la, Bay Keltoş’la, Burcu’yla, mahallenin albino kedileri Miss Marple ve Zeyna’yla..

"Bu son derece acıklı durum için ne yapabiliriz Zeyna?
Elleri Titreyen Türkan Şoray için ne yapabiliriz?
Leğende çırpınıp duran balıklar için?
Ay böyle tencere kapağı gibi yuvarlanırken sokakta
Ortalığa çeki düzen verecek bir kadın lazım
Önce acısını almak,
Şerit şerit soymak, sonra bekletmek biraz tuzlu suda..
Kara sularını akıtmak lazım.
Bunlar bizim tariflerimiz, mahallemizin
Kim koklasa hayat pişirmiş bu kızları der.
Dünyaya bir kadının eli değse Zeyna!
Şöyle ağır bir halı gibi çırpılsa
Tozlar havalansa.."

Dünyanın değişmesini umut ederken bile dünyamı değiştiren bu şiir kitabı, senin de cümlelerin o ayrı havasından fark ettiğin gibi, bildiğimiz şiir kitaplarından ‘biraz’ farklı. Her kelimenin ayrı ayrı ruhu var bu kitapta, her kelime ayrı ayrı oklarla saplanıyor yüreğinin tam onikisine. Herkesin kaldıracağı, herkesin ilk okuyuşta anlayacağı sözcükler seçmemiş Madak. İçinden hüzün yüklü trenler geçmeyen, gökyüzüne ve havalanan kuşlara uzun uzun bakamayan, kedilere ekmek kırıntıları verirken gülümseyemeyen birinin hoşuna gitmeyecektir bu kitap. Zaten ithafta da bariz bir şekilde muhatabına seslenmiş şair: "Ümitvarolanlara" diyerek. Ve mahalleye dahil etmiş acısı büyük olanları, dilinde tutuklama olup da o pası şiirle ovan tüm çocukları, yaşlıları, erkekleri, kızları..

Hilal Yıldırım
twitter.com/caydemleyelim

1 Nisan 2012 Pazar

Yaşadıklarımız birer zaman kaybı mı?


Adı: Tender Branson
Görevi: Yaşadığı sürece çalışmak ve gerekli olduğunda ölmek.

Branson hepimiz gibi bir misyoner. Tek farkı onun Creedish mezhebi tarafından dünyaya yollanması. Bizse mutluluğun, mutsuzluğun, aşkın, nefretin misyonerleriyiz. Dünya bir bataklık, biz de onu karnavala dönüştürmek için elimizden geleni yapıyor, çoğu zaman da başarısız oluyoruz. Başarısızlıktan kurtulmak adına da sürekli tüketiyoruz.

Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü’nden sonra yazdığı kitap olan Gösteri Peygamberi tam da içinde bulunduğumuz, tüketim toplumuna, reklam ve televizyonun da katkılarıyla hazırlanan şov dünyasına ithaf edilmiş güzel bir eleştiri. “Yolunda gitmeyen her şeyin hikâyesi.”

Hepimiz yalnız ölmemek adına kıyametin kopması için elimizden geleni yapıyoruz. Elimizde avucumuzda ne varsa hızlıca tüketiyoruz. Aşklarımız da nefretimiz de kısa ömürlü, kendi kendini bile kavurmuyor. Palahniuk romanı 1999’da yazmış olsa da aslında tam da bugünün romanı.

Siz de bu gösteri ve tüketim dünyasında kendinize bir yer edinmiş olduğunuz halde yaptığınızın aslında bir zaman kaybı olduğunu düşünüyorsanız Palahniuk’a kulak verin. Belki de hiçbir şey için geç kalmamışsınızdır.

Ümran Kio

29 Mart 2012 Perşembe

İçindeki denizde kulaç atanlara

Seni tanımadan önce hiç yaşamak istemezdim. Hep ölsem daha iyi olur diye düşünürdüm. Her şey sona erene dek öyle uzun bir zaman beklemek gerekiyordu ki...”

Bir kadının mutsuzluğa mâhkum olduktan sonra, mutluluğa ürkek ürkek alıştığı, ara ara hüzüne yanaşıp, kendi içine çekilmesinin romanıdır Jean Rhys’ın "Geniş Geniş Bir Deniz"i.

“ ‘Ölebilseydim şimdi’ dedi. ‘Şimdi, mutluyken. Bunu yapabilir misin?Beni öldürmene gerek yok. Öl de öleyim. İnanmıyor musun? Bir dene öyleyse, dene, öl de, ölüşümü seyret.’ ”

Romanın ana karakteri
Antoinette Cosway, aristokrat ve varlıklı olduğu halde İngiltere’de doğmadığı için toplumdan dışlanıp delirtilir. Cosway’in patriarkal baskı sonucu sömürülmesi ve delirmesi, ataerkilliğe getirilen bir eleştiridir. Yazar, Antoinette’nin kocasına isim vermeyerek erkek merkezli sistemi yadsır. Roman bu yönleriyle 19. y.y. erkekegemenliğinin kadın yazısı üzerindeki denetimini kıran bir bakış açısı olarak da yorumlanabilir. 

Antoinette de bir yertsizlik yurtsuzluk örneğidir. Bunu gözündeki delilikten, arkadaş gibi görünen acımasız siyahi kızların kendisine hissettirdiklerinden ve kimsenin olmadığı sakin ve huzur dolu doğaya dönüş isteğinden anlamak mümkündür. 

Rhys romanlarında sömürgecilik sonrası eleştirinin ilk örneklerini vererek, sömürgelerdeki İngiliz hakimiyetini şiddetle eleştirir. Metinlerinde “dekonstrüksiyon” yapı bozumuna başvurarak dil sorununa eğilir. Romanda postkoloniyel yazının ilgi alanlarını (toplumsal-kültürel değişim, erezyon) görmek mümkündür.  Anlatım ve betimlemelerinin güçlülüğü sayesinde hikâyenin geçtiği egzotik adanın tüm renk ve kokularını hissettirir. Yazarın yazıyla ilişkisi varoluşsaldır ve iyi bir düzyazı üslupçusudur.

Bu arada Rhys ayna metaforunu uygulayarak Jane Eyre ve Antoinette Cosway’i karşılaştırarak okuru hiç beklemediği bir sürprize yönlendirir. 

Siz de kendi içindeki “geniş geniş deniz” de kulaç atanlardansanız bu romanı muhakkak okumalısınız.

Ahu Akkaya

27 Mart 2012 Salı

Türlü tezgahlardan ve tekrarlardan bıkanlara

Malafa, kuyumcularda yüzük düzeltme veya yüzük numarası alma aracı olarak kullanılır. Bize uzak bir kelime gibi dursa da, aslında mutlaka hayatımızda bir kez kullandığımız yahut kullanacağımız bir araç. Hakan Günday'ın bu kıvrak kitabı, bir gün içinde geçiyor. Bir kuyumcu, turist kafilesi ve tezgahtarlığın kurnazlıkları.

"Dünya bir tezgahtır. Tezgahın hangi tarafında hayat olduğuysa ancak ölünce anlaşılır."

Kitabın içinde kelime anlamını aramak isteyeceğiniz onlarca kelime var. Ahçik, meterlemek, tram, paks, tetas, pörç ve koks gibi. İnternette ufak bir araştırmayla rahatlıkla öğrenip, kitabın ilk boş sayfasına not almanızı tavsiye ediyorum. Kısa bir süre sonra hemen ezberleyeceksiniz zaten.

2009 yılında tiyatroya da uyarlanan bu kitaba büyük bir hevesle başlamıştım. Zira kuyumculardan ve dişçilerden daima nefret etmişimdir. Kimse kusura bakmasın ama bu kitap aslında hikayeden çok hayatın ve elbette tezgahın gerçeklerini püskürtüyor.

"İnsanın en zor dayanabildiği çalışma koşulu olan tekrar, sağlıklı bir aklın ani ölümüne neden olur."

Reklamcılık öğrencilerine de okumaları tavsiye edilen "Malafa"da Hakan Günday'ın eşsiz aforizmaları, müthiş hikaye kurgusu ve kaçınılması gereken üçkağıtçılıkların altı çizilmeden okunmuyor. Okurken birkaç sayfa sonra kitabın yorulduğunu, sayfaların buruştuğunu göreceksiniz. Tadına doyamıyorsunuz çünkü.

"Günahların bedeli ve işleyenlerin belleği yoktur. Anımsamayan ödemez."

Bazı sinema filmleri ve hatta kitaplar için "inanılmaz!", "sürüklüyor!", "gerilmekten bıkacaksınız!" gibi samimiyetsiz sloganlar görüyoruz. Bu kitap için, bildiğiniz tüm sloganları bir kenara bırakın ve sadece 1 saatinizi ayırın. 1 saat sonunda kitap bitmiş, siz de harikulade bir roman okumuş olacaksınız.

Hayatının belli bir döneminde türlü tezgahlara gelip zarara uğrayanlara ve yaşamındaki tekrarlardan bıkanlara, kaynamış mısır sıcaklığında ve mayhoşluğunda bir kitap "Malafa"..

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

25 Mart 2012 Pazar

Zorunluluklarından sıkılanlara

"Sustu. Konuşmak lüzumsuzdu. Bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti. Biliyordu anlamazlardı."

Aslında Bay C. ‘yi anlamak hiç zor değil. Her gün onun gibi aylak adamların yanından geçip farkına bile varmıyoruz. Onun yaşadığı hayat aslında hepimizin günlük koşuşturmalardan sıkılınca kaçmak istediği yer.

"İşi aylaklık olan bir kahraman o. Bir adı bile yok, Bay C." diyor Atılgan onun için. Hepimiz toplumun dışına çıkmak, kendi kararlarımız doğrultusunda yaşamak istiyoruz. Bay C. başarıyor bunu, oysa bizim aylaklığa bile gücümüz yok. Aylak Adam bu gücü vermek için hazırlanmış ufak bir kapsül gibi. Bay C.’nin ismi gibi kısa, C’ye yükleyeceğiniz bütün anlamlar kadar derin.

Günlük hayatınızda bile detaylardan kaçamıyorsanız, tedirgin bir aşktan çıktıysanız, koşuşturmaktan yorulduysanız Bay C.’nin aylaklığına eşlik etmenizin zamanı gelmiş demektir.

Ümran Kio