Kemal Râgıb Enson’un kaleme aldığı Bir Liranın Başından Geçenler adlı roman 8 Ekim Teşrinievvel (Ekim) 1932 ile 19 Kasım Teşrinisani (Kasım) 1932’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiş. Ancak roman “Bir İzdivâcın Hikâyesi”, “Kapalı Kutu”, “Yaşamak mı Bu?” kadar kısmetli olmadığı için gazete sayfaları arasında kalmış. Fatih Altuğ’un yayına hazırladığı roman, ancak günümüzde iki kapak arasında okurla buluşma fırsatını buldu.
Romanın tefrikasının yayınlanmaya başladığı günkü nüshasında okurlarına bir aylık abone bedelinin 150 kuruş olduğu ilan ediliyor. 1,5 liraya bir ay boyunca gazeteye abone olunabilen bir gün Bir Liranın Başından Geçenler'in ilk bölümü okuruyla buluşuyor. Bu bilgi zannediyorum ki “bir liranın” ne anlama geldiğini biraz olsun somutlaştırabilecektir. Romanın tefrikasını okuyanların cebinde harf inkılabından hemen önce 1927’de İngiltere’de basılan 1 liralar bulunuyordu. Zeytuni yeşil renkte olan 1 liraların bir yüzünde karasabanla öküz süren bir köylü, diğer yüzünde ise Ankara Kalesi ve Meclis binası resmi yer almaktaydı. Harf inkılabından hemen önce tedavüle çıkarılan bu banknotların ana metinleri eski yazı Türkçe, kaç lirayı temsil etmek için basıldığını anladığımız kupür değerleri ise Fransızca basılmıştı.
Bunca malumatfuruşluktan sonra gelelim Kemal Ragıb Enson’un Bir Liranın Başından Geçenler romanına. Romanın kahramanı olan 1 lira, tedavülde kaldığı süre boyunca cepten cebe, elden ele geçiyor ve onun anlatımından bir memleket tablosuyla karşılaşıyoruz. Normalde bir insanın hayatı boyunca karşılaşamayacağı kadar farklı insanın hayatına şahit olur bir lira. Nasıl fabl türü hayvanları insanlaştırarak hikâyeleştirirse bu roman da bir lirayı, anlattığı hikâyeler içinde sanki şahit olan ve değerlendiren bir insan gibi konumlar. Mesela bir lira kumar masasındaki durumunu şu sözlerle anlatır: “Ben bu maceralarla dolu hayatın içinde bugünkü kadar hiç küçülmedim; bugünkü kadar kıymetten düşmedim.” İnsanları tanımak, bir lira için sonuç olarak güzel bir tecrübe olmuyor. Bir lira daha çok insanoğlunun negatif yönlerine şahit oluyor. İnsanlarla daha ilk karşılaşış anından itibaren bu negatiflik perçinlenerek güçleniyor. Romanın ilk sayfasında “Dünyanın her köşesinde, hayatın bütün meydanlarında olduğu gibi burada da onların en kuvvetlisi, en azılısı, en açıkgözü hepsinden evvel ceplerini dolduracak, ötekilerini çiğneyip gidecekti. Kuvvetliler, azılılar daha şimdiden belli. Hiç olmazsa yanındakileri, önündekileri itip kakıyor; açıkgözler, başkasının sırasını olsun kapabilmek için fırsat kolluyor.” diyor nitekim. Yalanlar, düzenbazlıklar, entrikalar bir bombardıman gibi boca ediliyor roman boyunca. Bu yönüyle de bir zamanların tefrika roman geleneğinin günümüzdeki dizi filmlere denk düşen bir rolü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Simmel, paranın felsefesini yaparken, onun karaktersiz olduğunu vurgular: “Para karşılığında satılan şey, ona en çoğunu veren alıcıya, bu alıcının kim olduğuna bakılmaksızın gider (…) para karşılığında satın aldığımda ödeyeceğim fiyata değer olduğu sürece o şeyi kimden aldığımın önemi yoktur.” Kemal Ragıb Enson ise paraya bir karakter yüklerken romanında insanın karaktersizliğinin hikâyesini anlatıyor.
Üç aylığını alan yaşlının harcamaya kıyamadığı 1 lira; berberleri, manavları, meyhaneleri dolaşır. Paranın elden ele dolaşımı bir liranın arada köye gitmesini sağlar. Kâh bir çantada kah çorapta kâh sinede dolaşan bir lira; kumar masalarına, eczanelere, müteahhit ceplerine uğrar. Bir yankesici ise bir liranın son durağı olacaktır. İnsanları kurdukları cümleler kadar kokularıyla da tanır bir lira. Farklı gelir gruplarından, farklı hayat tarzlarından pek çok insan roman boyunca kendi hikâyeleriyle resm-i geçit yaparlar. Balzac’ın ciltler dolusu yazdığı İnsanlık Komedyası'nın aşırı sıkıştırılmış bir Türkiye versiyonu romana yüklenmiştir âdeta. Oscar Wilde’a atfedilen “Günümüzde insanlar, her şeyin fiyatını biliyor ama hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar.” sözü bu romanda ete kemiğe bürünüyor. Değerin değil fiyatın konuşulduğu bir çağın roman kahramanının bir lira olması hiç de şaşırtıcı değil elbette.
1932’de tefrika edilen Kemal Ragıp’ın romanını, bütün dünyayı etkileyen 1929 krizinin Türkiye’deki etkilerini yansıtan bir roman olarak da görmek mümkün. Roman, edebiyatın güncel olanla ilişkisine başka bir boyut katıyor. Güncel olandan uzak durmak bazı edebiyatçıların kaçındığı bir tutum. Ancak pekâlâ güncelin bir parçası üzerinden de yıllar sonrasının günceliyle bir ortak payda yakalamak mümkün. Çünkü teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, güncel olan ne denli hızla geçmişte de kalsa yine de değişmeyen bir yön, bulunacak bir ortak payda mevcuttur. Bir Liranın Başından Geçenler, aradaki zaman farkına rağmen ortak payda bulabileceğimiz bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Bu sebeple romanı gazete sayfalarındaki tefrika halinden kurtarıp bugün yeniden okurla buluşmasında emeği geçen herkesi tebrik etmek isterim.
Romanı yayına hazırlayan Fatih Altuğ’un ifadesiyle “Bir Liranın Başından Geçenler, aynı zamanda bir İstanbul romanıdır. 1 lira, insanlarla birlikte şehrin sokaklarında, meydanlarında, otomobillerinde, tramvaylarında, şantiyelerinde, farklı semtlerinde dolaştığı gibi iç mekânlarına da dâhil olur: Yoksulluk çeken evlere, metruk yapılara, gizlice kumar oynatılan dairelere, muayenehanelere, ofislere, dükkânlara, batakhanelere…” Bütün bu özellikler, Bir Liranın Başından Geçenler'e kıymet katan zenginlikler elbette.
Bir Liranın Başından Geçenler eski bir roman olsa da pek çok açıdan da eskimemiş bir roman olarak günümüz okuruna da hitap eden bir metne sahip. Kemal Ragıb Enson’un diğer metinlerini de merak etmeye başladım doğrusu. Niçin onlar da günümüz okurunun dikkatine sunulmasın?
Suavi Kemal Yagıç