19 Ağustos 2022 Cuma

Aşk imiş her ne var âlemde

Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak.
- Fuzûlî

"Vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh."
- Bakara, 165

Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliği sevdim; kâinatı yarattım.” mealindeki kutsi hadis, insanın yaratılış gayesine dair önemli bir mesaj veriyor: Cenâb-ı Hakk, insanı yeryüzüne halifetullah olarak gönderirken insandan kendini bilmesini istiyor. Pek çok ayet; “Akletmez misiniz, düşünmüyor musunuz…” gibi uyarılar içerir. Buradan hareketle birçok insan akıl ve bilimin esas alınması gerektiğine dair çıkarımlarda bulunuyor ancak gözden kaçan bir husus var ki tasavvuf işte bu gözden kaçan husus üzerine temelleniyor. Cenâb-ı Hakk, Araf suresinde mealen şöyle buyuruyor: “Onların kalpleri vardır, onunla düşünmezler.” Demek ki kalbimizle düşünmemizi istiyor Cenab-ı Hakk. Kalp nasıl düşünür, kalp bilgi üretebilir mi… gibi sorular aklımızı karıştırsa sezgi yoluyla öğrenme, keşif yoluyla öğrenme ve farkında olmadan öğrenme gibi pek çok öğrenme yönteminin temelinde kalp olduğu aşikârdır. Kul olmaktan maksat “Allah’ı bilmek”tir dedik. Peki Allah’ı bilmek nasıl olacak? “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” sözü işte bu sırrı açık ediyor. İnsan kendi varlığını bütün boyutlarıyla idrak edebilirse Allah’ı da bilmeye başlar. Ancak buradaki bilmekten kastın ne olduğunu da doğru anlamak gerekir. Kul, üç farklı bilme mertebesinden bilir: İlme’l yakîn, ayne’l yakîn, Hakka’l yakîn. Kitaplardan okuyarak ya da hocalardan talim ederek öğrenmeye ilme’l yakîn; müşahede ederek, tecrübe ederek öğrenmeye ayne’l yakîn; bizzat yaşayarak öğrenilen bilgiye ise Hakka’l yakîn diyoruz. Hakka’l yakîn, kesinlik ifade etmesi bakımından en üstün bilgi çeşididir. Kulun nefsini Hakka’l yakîn mertebesinde bilmesi için varlığının bütün boyutlarını gerçekleştirmesi gerekir. İnsan beden ve ruhtan oluşur. Beden, maddi ihtiyaçlarımızla ruh ise manevi ihtiyaçlarımızla kendini gösterir. İnsanın varlığı yetmiş seksen sene ile sınırlandırılamayacak kadar büyüktür. Yetmiş seksen sene yalnızca bedenin sınırıdır. Ruh ise ezelden ebede uzanan bir zamanın yolcusudur. Bu yüzden insanın kendini tanımasındaki esas nokta ruhunu tanımasıdır zira yalnızca bedeni tanımak sonsuz bir zamanın içinde yetmiş seksen seneyi anlamaktan ibaret kalır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis -i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Vücutta bir et parçası vardır. Şayet o sağlamsa, bütün vücut sağlam olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalptir.” Bu hadis-i şerif bize insanın hakikatini anlamak için kalbine bakmak gerektiğini gösteriyor. Bakara suresinde “Vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh” buyruluyor. Mealen Cenab-ı Hakk; “Müm’minler, Allah’ı şiddetle severler.” diyor. Şiddetle sevmekten maksat aşktır. İşte tasavvuftaki aşkın kaynağı budur. Allah kuluna kulundan tecelli eder. Allah’ı bulmanın yolu Allah dostlarının yolunu takip etmekten geçer. Nasıl ki dünyada bir devlet büyüğüne onun dostları aracılığıyla ulaşabiliyorsak Allah’a ulaşmak için de onun dostlarını izlemek gerekir. Rehbersiz yola çıkan kaybolmayı göze almalıdır. Hele ki yol, zorlu ve imtihanlarla doluysa… Fuzûlî de bir beytinde “Aşk imiş her ne var âlemde / ilm bir kıyl ü kâl imiş ancak.” diyerek bu hakikati ifade ediyor.

Aşkla yapılan her iş insana mutluluk verir. Görev bilinciyle, kâr zarar hesabıyla yapılan işler insanın ruhunu daraltmaktan öte bir işe yaramaz. İbadetleri de bu şekilde anlamak gerekir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi ibadetler Kulluğun gerekleridir ama bütün bunlar cennet arzusu ya da cehennem korkusuyla yapılırsa Allah’ın hoşnutluğu kazanılamaz. Nisa suresinde; “İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir.” buyruluyor. Buradan anlıyoruz ki imanın derecesine göre cennetteki mükafatlar da değişecektir. Ne diyordu Koca Yunus: “Cennet cennet dedikleri / birkaç köşkle birkaç huri / isteyene ver onları / bana seni gerek seni”. Şüphesiz cennet nimetlerinin en büyüğü cemalullahtır, kelamullahtır. O nimete mashar olmak için dünyadan geçmek yetmez ahiretten de geçmek gerekir zira “Dünya ehline ahiret, ahiret ehline dünya haramdır; ehlullaha ise her ikisi de haramdır.” buyrulmuştur. Büyük mutasavvıfların hayatlarını bu gerçek üzerinden okumak daha isabetli olur. Ömer Tuğrul İnançer, Bir Muhammedî Âşık Hz. Mevlânâ adlı kitabında Hz. Mevlânâ’yı ve ilkelerini bu hakikat ekseninde ele alıyor. Mevlânâ’nın kimi sözlerine ve özellikle Şems’le olan münasebetine dair bilgiden yoksun ve art niyetli itirazlara karşın doğrudan Mevlânâ’nın kendi sözlerinden hareketle onun Hz. Muhammed’e (sav) aşk derecesinde bağlı bir derviş olduğunu ortaya koyuyor. Mevlânâ’ya dair ileri sürülen mesnetsiz açıklamaların tamamen cehaletten ileri geldiğini onun hayatı ve şiirleri üzerinden ispat ediyor.

Birçok insan Mevlânâ’yı bir şair ya da düşünür olarak görürken onun bir veli olduğu hakikatini görmüyor. Onun sözlerinin rumuzlarla dolu olduğunu bilmek ve görünen mananın ötesinde tasavvufi bir hikmet olduğunu düşünmek gerekir. “Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim. Ben Hz. Muhammed'in (s.a.v) ayağının tozuyum. Kim benden bundan başkasını naklederse; ben ondan da bizarım, o sözden de bizarım” buyurmuşken Mevlânâ’ya yakıştırılan sözleri anlamak mümkün değil. “Şeriatsız tarikat batıl, tarikatsız şeriat âtıldır” buyuruyor İnançer Hoca. Mutasavvıfların şerî hükümleri hiçe saydığı yönündeki eleştirileri şu sözlerle cevaplıyor hocamız: “Bir kısım insanlar da ‘Benim Allah’a, Resulü’ne, ve insanlara çok muhabbetim var ama o namaz, niyaz, mükellefiyet de neymiş! O, yeni adamların, yani müptedîlerin işi, biz namazdan geçmişiz.’ diyorlar. ‘Resulullah namazdan geçmedi! Sen kim oluyorsun ukalâ!’ derlerse adama, ne cevap verir o! Resulullah müptedî miydi de ayağı şişene kadar namaz kılıyordu, dizleri titreyene kadar ayakta duruyordu!” Bu sözlerde hem sahte dervişlere hem de sahte dervişler üzerinden tasavvufa yüklenenlere bir cevap var.

İnançer Hoca, Hz. Mevlânâ ve Hz. Şems arasındaki münasebetin de yanlış anlaşıldığını ve yanlış anlatıldığını belirtiyor. Hz. Şems gelene kadar Mevlânâ’nın adeta kuru bir medrese hocası olduğunu, Hz. Şems’ten sonra aşkla dolduğunu; Mevlânâ’nın her şeyi Hz. Şems’e borçlu olduğunu ileri sürenlere şiddetle karşı çıkıyor İnançer Hoca. Bu görüşleri ileri sürenlerin namazsız, oruçsuz, ibadetsiz bir Mevlânâ arzusunda olduklarını oysa Hz. Mevlânâ’nın namaz, oruç gibi ibadetlere karşı oldukça hassas olduğunu ortaya koyuyor ve şu sözlerle de itirazını artırıyor: “Allah’sız kullar, Muhammed’siz Müslümanlar, Ali’siz Aleviler, Mevlânâ’sız Mevlevîler… Uğurlar olsun! Biz Allah’lı kul, Muhammed’li Müslüman, Ali’li Alevî, Mevlânâ’lı Mevlevîyiz. Hepimiz öyleyiz.” İnançer Hoca, Mevlânâ’nın tasavvufta aşkın sembolü oluşunu şu şekilde açıklıyor: “İrfan deyince akla Bâyezid- i Bestâmî gelir. Zühd ü takva deyince akla Cüneyd-i Bağdâdî gelir. Yardım ve himmet deyince akla Abdülkâdir-i Geylânî gelir. Keramet izharı deyince akla Seyyid Ahmed er-Rifâi gelir. Aşk deyince Hz. Mevlânâ gelir. Onun sembol olması, diğer tasavvuf büyüklerinin aşktan haberdar olmamaları demek değildir.” Aşk, sebeb-i kainattır. Aşkın yeryüzündeki esas temsilcisi Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır (sav) Hz. Mevlânâ ise aşk sıradağının en büyük zirvelerinden biridir.

Mevlevîlik ve Mevlânâ’nın yurt içinde ve yurt dışında bu kadar fazla konuşulmasının adeta bir moda olduğunu belirten İnançer Hoca. Mevlânâ’nın İslâm’dan ve tasavvuftan ayrı değerlendirilmesinin sakıncalı olacağını ve esasen “Ne olursan ol, yine gel” söyleminin mükellefiyetsiz yani ibadetsiz bir İslam anlayışına evrilmeye yönelik bir hareket olduğunu vurguluyor. Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin de ifade ettiği üzere: “Halk içre bir ayineyim, herkes bakar bir an görür / Her ne görür kendi özün ger yahşi, ger yaman görür” Allah dostlarına dair ortaya atılan fikirleri biraz da buradan okumak gerekir. Ömer Demirbağ hocamız “Mesnevi’de Eşek Metaforu” başlıklı bir konferans olduğunu duyduğunda şöyle tepki vermişti: “O ne büyük bir aynadır ki her bakan kendini görür.” Aşkla bakmak, aşkı görmek duasıyla, vesselam…

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder