"...Kur'ân uydurulmuş herhangi bir söz değildir. Lâkin kendisinden önce gelen kitapların tasdiki her şeyin ayrıntılarıyla açıklayıcısı ve iman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir."
- Yusuf, 111
Akan bir ırmağa elindeki kabı daldıran kişi nasibi kadarını alır. Ne eksik, ne fazla.
Mahya Yayınları’nın kısa süre önce neşrettiği
Kur'an'ın Mucizevî Dili bana bu gerçeği sarsarak hatırlattı. Kitap Suriyeli akademisyen
Ahmed Bessâm Sâ'î tarafından kaleme alınan oldukça hacimli bir eserden özetlenerek hazırlanmış. Yüz yirmi sayfalık bu hâliyle konuya ilgisi olan okura genel bir çerçeve sunan çalışma, mevzu üzerinde detaylı araştırma yapmak isteyenleri dört ciltlik aslına yönlendirmeyi amaçlıyor.
“
Yeni Tanıklıklar” alt başlığıyla hazırlanan eserin Türkçesi
Cemaleddin Demirok’a ait. Türkçesi açısından oldukça özenli, akıcı ve net bir çeviri dili oluşturulmaya çalışıldığı görülüyor. Diğer yandan yazarın Arap dili ve edebiyatı uzmanı olması eserin yetkinliği açısından önemli bir detay olarak değerlendirilmeli. Zira Ahmed Bessâm Sâ'î bu alanda Arap coğrafyasının önde gelen üniversitelerinde ve İngiltere’de dersler veren bir akademisyen.
Öncelikle meselenin teknik bir konu olduğu ve ileri boyutta değerlendirme için uzmanlık gerektirdiğini söylemeliyim. Buradaki değerlendirmeyi Kur’an’ın doğrudan muhatabı olarak Müslüman kimliğimle aldığım notlardan ziyade dilbilim konusuna ilgi duyan okurlukla sınırlandırdım. O yüzden aldığım bazı notlar ve düştüğüm şerhleri kendime saklayarak kitabın konumuna (
ya da önemine) yönelik görüşlerimi belirtirken gerekli gördüğüm bazı soruları da aktarmaya çalışacağım. Örneğin kitabın anlattıklarının ötesinde felsefi olarak Kur’an’ın bizler için neden önemli olduğu, hayatımızın neresinde yer aldığı, pratize etme açısından söylem-eylem uyumu ve varlık bağlamında tam olarak ne anlama geldiği üzerine ne kadar düşünüyoruz? Birbiriyle bağlantılı bu ‘basit’ sorular çoğaltılabilir ama ben genel çerçeveyi çizmek adına bu kadarla yetineyim.
Vahiy konusu mevzu bahis olunca sık sık duyduğumuz şeylerden biri de Kur’an’ın dil açısından mucizevî olduğudur. Özellikle üstün edebî üslup başlığı altında belagatından bahsedilir. Meseleye biraz daha sembolik yaklaşanlar Kur’an’ın matematiksel yönüne değinir. Sure, ayet, kelime sayıları karşılaştırmalı olarak istatiksel veriler hâlinde sunularak Kur’an’ın ilahî kaynaklı olduğu kanıtlanmak istenir. Bu kadar tutarlı ve muntazam düzenlenmiş bir metin kesinlikle beşer sözü olamaz sonucuna varılır. Kaldı ki Kur’an metin olarak değil, söz olarak inzal olmuştur. İlk başta söylemeye ve ezberlemeye dayalı Kur’an’ın üstün gramatik niteliği ve dil(bilim)sel yeterliliği kesinlikle ilahî kaynaklı olmak zorundadır. Sâ’î Kur'an'ın Mucizevî Dili’nde yer yer karşılaştırmalı kelime bilgisi ve gramer istatistiklerine değiniyor fakat bu çerçeveyle yetinmeyip konuyu daha geniş bir perspektife taşıyor.
Kitabın önsözünü Iraklı akademisyen
Taha Cabîr el-Alvanî (
1935-2016) kaleme almış. Alvanî Kur’an dilini hedef alan düşmanca çabalar olduğunu ve Arapçanın bilim dili olamayacağını iddia eden (
-ki benzer yaklaşıma biz de aşinayız) bu oryantalist tavrın Müslümanları da etkilediğini söylüyor. Diğer yandan Müslümanların da Arapçaya kayıtsız kaldığı veya özentisiz yaklaştığını belirtiyor. Arapça Araplar arasında bile kültür nesnesi olarak görülmektedir.
Alvanî’ye göre Kur’an dili olan Arapçanıın Müslümanlar arasında bir bağ oluşturma potansiyeli varken Müslüman toplumlar ulusalcı hareket etmektedir. Oysa çözüm için ortak bir hafıza ve düşünce evreni olmalıdır. Bu da Kur’an diliyle, bir anlamda Arapça ile mümkündür. Zira Kur’an sadece Araplara gelmemiştir; tüm insanlık için evrensel değerler üreten ve taşıyan bir yapıya sahiptir.
Alvanî modern dil kuramlarının Kur’an dilini çözümlemede yetersiz kalacağını iddia ediyor. Ona göre böylesi girişimler beşerî sözle ilahî sözü karşılaştırmak ve/veya yarıştırmak anlamına gelir. Aksine Kur’an dili günlük beşerî dilden farklı özelliklere sahiptir. Onun hitabı zaman ve mekân üstüdür. Taha Cabîr el-Alvanî yazdığı önsözde adeta kitabı özetliyor ve bu eserin İslami ilimler ile dil konusunda uzmanlık gerektiren alanlarda çalışanlara yardımcı olacağını ekliyor.
Eserin müellifi Ahmed Bessâm Sâ'î bir “
macera” olarak tanımladığı çalışması sırasında daha önce karşılaşmadığı keşiflere tanıklık ettiğini belirtiyor. Ona göre Müslümanlar Kur’an ile yeterince hemhâl değildir. Bununla birlikte içine doğdukları din sosyolojisi atmosferinden dolayı aşinalık yaşadıkları için ondaki çoklu anlamları fark edememektedirler. İlk nesil Müslümanların tavrıyla bizim gibi sonrakilerin tavrı bunun göstergesidir. Bu bağlamda yeni bir bakış açısı, yeni bir anlayış geliştirmenin, Kur’an okuma ve anlamayı alışkanlıkların ötesine taşımanın gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca Sâ’î’nin Müslüman olmayıp Kur’an dili hakkında bilgi sahibi olan ve Kur’an’ı öğrenmek isteyen kişilerden etkilenerek böylesi dilbilimsel bir araştırma içine girdiğini belirtmesi ilginç bir detay olarak değerlendirilmeli.
Kur’an dilsen açıdan araştırılması zor bir metindir diyen Sâ’î, onun söylemini daha önce görülmemiş yeni bir üslup üzere oturttuğunu belirtiyor. Her bir kelimenin, her bir ayetin arkasında mucizevi bir anlatım bulunmaktadır. Dolayısıyla ayetlerin anlattığı kelimelerle sınırlı değildir ve her kelimenin metin içinde ilişkili olduğu, anlamsal uzamı bulunan başka kurulumlar mevcuttur. Bu açıdan Kur’an’ın dili, insanın dil anlayışının, izanının, idrakinin üzerindedir ve insan bu anlayış ile donandıkça Kur’an’ın sunduğu anlam dünyası genişler, büyür. Sâ’î Kur’an’daki anlamı yakalayabilmek için bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması, anlaşılması ve yorumlanması gerektiğini söylüyor. Zira Kur’an ayetleri birbirine atıf yaparak anlatımını detaylandıran bir ilişki içindedir. Bu yöntem bütüncül yapıyı doğurmakta ve anlatımı güçlendirmektedir.
Sâ’î’ye göre Kur’anî dil dinamik bir dildir. Geniş bir anlam evreni bulunur ve tutarlılığını asla kaybetmez. Muharref kutsal metinler aslı bozularak beşeri zihnin ürünü olduğundan aynı özelliğe sahip değildir. Tahrif edilen metnin hakikat ile bağı kopar. Hakikat ile doğrudan bağı olan Kur’an meydan okuduğu üzere taklit edilemez. Nitekim Kur’an’ın meydan okuma girişimine karşı ona muhalefet edenler bir varlık gösterememiştir. Dolayısıyla tahrif de edilmemiştir.
Sâ’î çiziği genel çerçevenin yanında Kur’an dilinin birçok üstün ve spesifik özelliğinden bahsediyor. Bunlardan birini mucize ile aynı kökten gelen ve “
acz içinde bırakan” anlamındaki ‘icaz’ kelimesiyle anlamlandırıyor. İcaz kelimesini seçmesinin nedeni, geçmişte bu konuyla ilgili çalışmada bulunan âlimlerin kullanmasıdır. Bu açıdan geleneksel bir özelliği olan icaz kelimesi üç ana başlıkta toplanabilir diyen Sa’î, bunları estetik ile belagat, ifade biçimi ve bilimsel yaklaşım olarak tanımlıyor ve örneklerle detaylandırıyor. Ona göre Kur’an’ı dil açısından ele alan ilk dönem alimlerinin çalışmaları sonraki dönemlerde yapılanlardan çok daha yetkindir.
Zaman kiplerine yönelik bütüncül anlatım Kur’an’ın üstün spesifik izleyenlerinden bir diğeridir. Sâ’î zaman olgusunun insan için kategorik bir durum olduğunu, Allah icin zaman mevhumunun geçerli olmadığını ve bu yüzden Kur’an’da geçmiş-şimdiki-gelecek zaman terkiplerinin bulunmasının mantıklı olduğunu iddia ediyor. Bu bağlamda Allah geleceği de bildiği için bizim anlam dünyamız açısından geçmiş gibi bahsetmesi normaldir. Bunun bir başka kanıtı Kur’an zamana göre yeni anlamlar üreten bir dil olmasıdır. Onda her nesil, her toplum kendi idrak düzeyine uygun bir anlam evreni bulmaktadır. Bu yönüyle ‘yeniden yeniden açılma’ potansiyelini içinde barındırır. Benzer şekilde zamirler arasındaki ani geçişler Kur’an’ın kendine özgü dilsel sanatından kaynaklanır. Kur’an’daki cümle yapıları bizlerin kurduğu cümle yapılarından farklıdır. Örneğin Kur’an’da bağlaçlar da kullanılmamıştır ve bu yapı anlatıma belagatin yanında duruluk da katmaktadır.
Sâ’î’ye göre Kur’an’ı anlamada icaz gibi önemli kavramlardan biri de irab’dır. Bir kelime veya ifadenin zenginliğinin ve çok boyutluluğunun en iyi göstergesi irab kullanımının çokluğudur. “
İrab, Arapça kelimelerin sonunda bulunan harekelerin ve bazı harflerin, cümledeki konumlularına göre değişikliğe uğraması veya tersten ifade edersek bu değişiklerden ötürü farklı anlamlar kazanmasıdır.”
Bu farklılıklardan bir diğeri ayetlerin muhkem-müteşabih şeklinde sınıflandırılmasıdır. Kur’an, kendinde muhkem ve müteşabih olmak üzere iki anlam dünyasının bulunduğunu belirtir. Muhkem olan inanç ve tevhide ilişkin yani kesin, sabit olan anlam dünyasına işaret eder. Sâ’î, Tevhid’in özünü anlatan muhkem ayetlerin zaman ve mekân fark etmeksizin yoruma kapalı olduğunu, müteşabih ayetlerin ise derin ve çok katmanlı anlamları içerdiği ve potansiyel anlamları Tevhid’den uzaklaşmamasına rağmen gerekli yeterliliğe sahip olanlar tarafından yorumlanmasının uygun görüleceğini ifade ediyor. Bu açıdan tartışmaya ve yoruma kapalı olarak Tevhid’in özünü içeren muhkem ayetlerin anlaşılması konusu Müslümanlar arasında genel anlamda uzlaşılmış gözükmektedir. Sorunun çıktığı yer müteşabih ayetlerdir ki, Sa’î’ye göre indirgemeci anlayış Arapçanın en önemli özelliklerinden olan çoklu ve katmanlı anlatım ve anlam yapısını ortadan kaldırarak anlatımı ve anlamı teke indirmektedir. Yazar, Kur’anî anlamın oluşturulabilmesi için müteşabih olgusunun yeniden ele alınmasının gerekliliğini vurguluyor.
Sâ’î, Kur’an’daki Arapçanın kendine özgürlüğünü üç lügat dağarcığıyla açıklamayı deniyor. Bunları cahiliye şiiri,
Hz. Muhammed’in (
sav) hayatı ve Kur’an dili olarak sınıflandırıyor. Kur’an dili cahiliye şiiriyle tamamen farklı bir yapı oluştururken, onu tebliğ eden Hz. Muhammed’in (sav) gündelik hayatında kullandığı dil ile de benzeşmemektedir. Ona göre bu durumu Kur’an ve Hadis metinleri üzerinden yapılacak değerlendirmeler açıkça gösterir. Nebevî söylemin dil yapısı tüm ayrıcalıklarına rağmen Kur’anî dilden farklıdır. Bir başka deyişle Hadis külliyatının Kur’anî dilden etkilenme oranı çok düşüktür. Nebevi söz kalıplarına (
Hadislere) dışarıdan sokuşturulan cümleler kolaylıkla anlaşılmazken, Kur’an metni bağlamında benzer bir girişim söz konusu olduğunda açıkça belli olmaktadır.
Kur’an’da birçok yerde tekrarlar olduğu görülür diyen Sâ’î, bu tekrarların hiçbirinin anlam derinliği açısından aynı olmadığını belirtiyor. Ona göre “
Kur’an dilini üstün kılan özelliği özgün kelimeler, bu kelimelerden oluşturulan tamlamalar, üstün belagat ve tasvir biçimleri, beşeri anlayışın çok üzerindeki hikmet, vakur ve ezeli olması, ilahi hitap olmasının ötesinde, bütün bu özellikleri içinde barındıran ve kendi dilbilimsel yapısını oluşturan kalıplardır.” Kur’anî dil kalıpları her yerde kendini belli eden, beşeri dil kalıplarının mantığıyla kurulmamıştır. Ritmi ve ahengi kendine özgüdür. Beşeri kalıpların sınırlı olduğu vurgulayan yazar insan ürününün bir yerden sonra özgünlüğünü kaybettiğini belirtiyor. Bu açıdan beşeri kalıplarla söylenen her söz bir süre sonra eskimeye mahkûmdur. Oysa Kur’an’ın kendine özgür yapısı ve üslubu onu eskimez kılar; onun anlatımı zaman ve mekân üstüdür. Kur’an dili ve kurduğu kalıplar öylesine özgündür ki, Kur’an’dan olduğu belirtilmese bile muhatap onun Kur’an’dan olduğunu anlayacaktır.
Yazar nasih-mensuh meselesinde ilgili ayette geçen “
ayet” tabirinin Kur’an ayeti olmadığı görüşünü öne sürüyor ve Allah’ın yaratma kudretine işaret ettiği yönündeki düşüncesini belirtiyor. Nasih-mensuh bağlamında değerlendirilen konuları ise, gelecekte aynı süreçlerin/şartların tekrar yaşanmayacağının garantisi verilemeyeceğinden ortadan kaldırılmasının mantıksız olduğunu, ancak askıya alınabileceğini ve benzer şartlar/durumlar söz konusu olduğunda ayetlere göre hareket edilebileceğini söylüyor.
Yazara göre Kur’an’daki her bir sure dilbilimsel açıdan kendine özgü, eşsiz bir yapısı vardır. Bununla birlikte Kur’an dili dilbilimsel açıklamalardan daha üst düzeydedir. Kur’an’da, başta kendi ismi (
Kur’an) olmak üzere sure, ayet, Fatiha gibi sembolleşmiş bazı kelimelerin anlamsal uzamına dair değerlendirmeler yapan yazar bu dilin üstünlüğüne dikkat çekiyor. Bu bağlamda Kur’an’ın anlatımında modern dönemde ortaya çıkan sembolizm ve sürrealizm benzeri yapılar yer alır. Bu özelliğin kelimeler arasında ortaya çıkardığı ilişki ve serbest çağrışımlı yapı sayesinde Kur’an soyut bir anlam dünyasına sahip olmaktadır. Diğer yandan kıraat farklılıklarının neden olduğu anlam çeşitliliği Kur’an’ın anlam evreni içinde değerlendirildiğinde, oryantalist bakış açısının iddia ettiği gibi yanlışlara değil, kuşatan bir zenginliğe dönüşür.
Çalışmasında İslam dininin ayrıcalığı olarak, ruhban sınıfına özgülenen kutsal kitap anlayışını yok ettiğini belirten Sâ’î’ye göre Kur’an dili mucizevî şekilde Arapçanın kendine ait özelliklerini ortadan kaldırmadan geliştirir ve eski dili temele alıp yeni bir üslup inşa eder. Yazar, daha önce hiç görülmemiş olmasının yanında kendi ilahî yapısına özgü bir kurulumu olduğundan Kur’an’ı dilbilimsel açıdan çözümlemek zordur diyor. Bununla birlikte Kur’an’ın dilbilimsel yapısı sadece Arapçayı değil, diğer dilleri de etkilemiştir. Kur’an mevcutta var olan geleneksel şiir ve gündelik hayatın lügatini kullanmayıp kendine özgü bir lügat oluşturmuştur. Kendi dilbilimsel yapısını oluşturan Kur’an’daki kelime ve terkiplerin daha önce Arapça’da bulunmaması Batı dünyasının Kur’an’ın Arapça olmadığı veya başka dillerden kopya olduğu iddialarına neden olmuştur. Sâ’î, kelime uydurmanın ve anlam dünyasını topluma kabul ettirmenin zorluğuna dikkat çekerek Kur’an söz konusu olduğunda bu zorluğun neden yok sayıldığını soruyor.
Kur’an, sınırlı olan insan idrakinin alamayacağı durumlarda anlamayı kolaylaştırmak için benzetme yoluna başvurduğunu söyleyen Sâ’î, Kur’anî anlatımda yer alan tasvir çok katmanlı, çok boyutlu olduğunu belirtiyor. Diğer yandan Arapçanın çoklu anlam özelliği Kur’an’daki söylemin tek bir anlama indirgenmesine izin vermemektedir. Yazara göre Kur’an çok anlamlı kelimelerin neden olduğu çok boyutlu ve katmanlı yapısı nedeniyle orijinal dilinin dışına çıkarıldığında, yani türcüme edildiğinde daha bir dikkatli ve özenli olmak gerekir. Çünkü tercüme aşamasında mütercimin seçtiği kelimeler nedeniyle çoklu, katmanlı ve boyutlu anlam evreni indirgemeye uğrayabilir. Bunda tercüme edilen dilin teknik yapısı da etkindir.
Ahmed Bessâm Sâ'î Kur’an dili ve Arapça ayrımı yaptıktan sonra cahiliye dönemindeki dil ve toplum üzerinden karşılaştırma yapıyor. Ona göre cahiliye şiiri ve özellikleri Arapçayı ve Arap kültürünü oldukça etkilemiştir. Bu etkiler bugün de uluslaşma başlığı altında görülebilmektedir. Bunların arasında hem günlük dilde hem de edebiyatta kullanılan dil kalıpları bulunmaktadır. Bütün bunlara rağmen Kur’an buradaki günlük dilde ve edebiyatta kullanılan dil kalıplarının dışında bir yapıya sahiptir. O eski dil kalıpların alt etmiş, parçalamış ve yeni kalıplar üretmiştir. Bu bakımdan Kur’anî dilde yapılan oynamalar anında kendini beli eder.
Diğer yandan tüm yeniliklerine karşın yedinci asırda üst düzey dilbilimsel bir metnin dilbilgisi açısından eğitimi olmayan Bedevilerin rahatlıkla anlayabilmesi Kur’an’ın üstünlüğünü göstermektedir. Ayrıca edebî açıdan gelişmiş bir anlayışı bulunan yerleşik Arap toplumunun yeni bir dili kabul etmesi elbette kolay olmamıştır. Cahiliye dönemi şiir dili açısından (
edebî olarak) son derece ileri seviyede kabul edilir ve bu dönemde Arapların Kur’an’a karşı çıkma nedenleri dilin alışkın oldukları gramer açısından basitliği ya da anlatım açısından yetersizliği değildir. Kur’an yeni kurduğu kalıpların içerdiği ritim ve ses açısından mucizevi bir yapıya sahiptir ve bu yapı dönemin şairlerini şaşırtacak derecede edebiyat anlayışlarının üzerindedir.
Ahmed Bessâm Sâ'î sonuç kısmında eserinde “
ne kadar akademik, ilmi ya da objektif olmaya çalışsa da tüm beşeri çabalar gibi zayıf ve yetersiz bir keşif macerasından ibaret” olduğunu belirtiyor. Kur’an kendi deyimiyle kendini açıklayan üslubuyla bir çok özelliğini sıralıyor. Onlarca ayette Kur’an’ın özgün niteliğinden bahsediliyor. Buna rağmen her çağda anlam düzeyi genişlediği için ona hazırlıklı olmak gerekiyor. Yazara göre bugünün bilim insanları yapılmış bir çalışmaya adeta iman edip tebliğini yapıyor. Bu bağlamda Kur’an’a dair yeni bir araştırma yapmanın ya da yaklaşımda bulunmanın mümkün gözükmediğini belirtiyor. Ortaya çıkardığı eseri bu gözle değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp