İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin kesiştiği bir alan olarak İsa Peygamber meselesi dinler tarihinin en ilginç konularındandır. İsa karakterinin üç din tarafından varlığı kabul edilir lakin aynı şekilde değil farklı misyon ve özellikleriyle onaylanır. O, İslam’da Allah’ın peygamberi, Hristiyanlıkta Oğul Tanrı, Yahudilikte beklenen Mesih’tir. Her bir dinin kabul ve onayı diğer(ler)iyle uyuşmaz, benzeşmez hatta çelişir. Oldukça kapsamlı ve karmaşık olan konu karşılaştırmalı okuma yapıldığında daha da netleşir.
Hz. İsa hakkında arka arkaya okuduğum iki kitap bu minvaldeydi. İlki, bu yazının da konusu olan Mustafa Akyol’un 2018 Ocak ayı itibariyle Düşün Yayıncılık’tan çıkan Yahudilerin Mesihi, İslam'ın Peygamberi Meryemoğlu İsa adlı eseri. 2017 yılında “The İslamic Jesus” ismiyle İngilizce olarak ABD’de yayınlanan kitabın çevirisi Onur Atalay’a ait. Diğer kitap ise bir sonraki yazıda değerlendirmeyi düşündüğüm Kemal Süleyman Salibi’nin (1929-2011) kaleme aldığı "İsa Kimdi?" adlı çalışma. Kitaplardan ilkinin yazarının Müslüman ikincisinin ise Hıristiyan olmasının yanında Akyol’un araştırmacı yazar, Salibi’nin tarih ve arkeoloji profesörü olması konuya dinsel ve yöntemsel olarak iki farklı pencereden bakmayı sağlıyor.
Akyol eserinin önsöz bölümünde "İsa Peygamber hakkında yazılan eserlerin çoğunluğu Hıristiyan müelliflere ait. Hıristiyan yazarların kaynaklar arasına Kur’an’ı koymamasının bir eksikliğe neden olduğunu düşündüğümden böyle bir girişimde bulundum." diyerek kitabın ortaya çıkmasındaki nedenlerden birisini belirtiyor. Yalnız burada belirtmek gerekir ki, Salibi eserin bazı bölümlerinde çalışmasının kaynakları arasında Kur’an’ı da gösteriyor. Dolayısıyla Salibi’nin, Akyol’un belirttiği genel yaklaşımdan farklı bir yöntem benimsediğini söylemek gerekir. Salibi’nin Batılı Hıristiyan yazarlardan farklı tutum sergilemesinde muhtemelen Ortadoğulu bir Hıristiyan olmasının etkisi olabilir diye düşünüyorum.
Diğer taraftan genel anlamda Hıristiyanların sergilediği tek taraflı tutumun Müslümanlar için de geçerli olduğunu söyleyen Akyol, “tek paradigmalı bir okumaya” sahip olduğumuzu, örneğin “Müslümanlar arasında Hıristiyanlıkla ilgili bir konuda dahi İslami kaynaklar dışındaki kaynaklara itibar edilmediğini” belirtiyor. Akyol’un kitabı yazmaktaki asıl gerekçesi ise ‘üç farklı dinin ortak paydası olan bir figürün birleştirici olmasa bile en azından yakınlaştırıcı olabileceğine inanması’ şeklinde özetlenebilir. Kitabı okurken alt metinde bu düşünceyi çok fazla görebiliyorsunuz. Yazar kendini epeyce zorlayarak birbirine uzak üç noktayı yakınlaştırmaya çalışıyor. Bunu yaparken birilerini kırmamak ve dokunduğu yerleri dökmemek için elinden gelen bütün çabayı gösteren Akyol’un bu ‘safiyane’ fikre kendini fazla kaptırdığını düşünmeden edemediğimi belirtmek isterim. Akyol’un üslubunda onun düşünce yapısındaki esneklik kadar kitabın ABD’de yayınlanışının da etkisi vardır mutlaka. Zira yazar, İslam’a ve Müslümanlara zaten baştan belli bir kurulmuşlukla bakan, ön kabulle yaklaşan hedef kitlenin laftan nem kapmaması için epey çaba sarf etmişe benziyor.
Mustafa Akyol’u gerek kitapları gerekse yazılarından takip edenler üslubunu ve bakış açısını bilir. Kendisi din ile sorunu olmayan rasyonel ve liberal düşüncelerini olabildiğinde esneterek aktarır. Hatta düşüncelerinde dinin yeri oldukça fazladır ve özgürlük eksenli düşüncelerini aktarırken Müslüman kimliğini çekinmeden ortaya koyar. Fakat bu çerçevede yazarken İslam’ın kırmızıçizgilerini de epeyce zorlar. Bir başka deyişle İslam’ın ruhsat verdiği uçlarda dolaşırken hümanizme ve liberalizme çok fazla göz kırpar. Açıkça söylemek gerekirse Meryemoğlu İsa adlı kitabı okuduğumda Mustafa Akyol hakkında edindiğim intibaın boşa olmadığını tekrar gördüm. Elbette bu yazdıklarım kendisi hakkında salt negatif bir düşünceye sahip olduğum ya da öyle aktarmaya çalıştığım anlamına gelmiyor. Yaşadığımız toplumda Akyol’dan çok daha etkin olabilen ‘dini titr’ sahiplerinin ne aklı ikna ne de kalbi tatmin etmeyen hatta vicdanı yaralayan sözlerine muhatap oluyoruz. Durumun vahametini görmek adına, ilgili kişilerin söylemlerinden öte eylemlerine maruz kalışımızın yanında Akyol’un çizdiği çerçeveye haksızlık etmemek gerekir diye düşünüyorum. Üstelik Mustafa Akyol’un “ihtisas alanı değil ilgi alanı ilahiyat” iken.
Mustafa Akyol’un eserinin isminde Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığa atıf yapılmış. Esasında bu bile kitabın ana fikri ya da konusunun çerçevesi hakkında yeterli bilgiyi veriyor. Üç yüz otuz sayfalık kitap giriş ile birlikte on bölümden oluşuyor. Giriş bölümünde İstiklal Caddesi’nde yürürken uzatılan bir İncil’i okumasıyla başlayan (-ki kitabın hikâyesinin başlangıcı olan) bir süreci ele alan yazar İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik arasında “yakın” ilişkiler bulunduğunu düşünüyor. Bu düşüncesini Kur’an, İncil ve Tevrat (Eski ve Yeni Ahit) okumalarıyla derinleştirmeye çalışıyor. Günümüz Hıristiyanlık anlayışında Pavlus’un etkin oluşunun yanında önemli bir figür olan Yakup’un göz ardı edildiğini belirtiyor. Bunun yanında Hıristiyanların İslam’ı ve Müslümanları yanlış yorumladıklarını, özellikle Müslümanların derin hürmet gösterdiği İsa Peygamber konusunun bu yanlış yorumlamanın en açık göstergesi olduğunu belirtiyor. Akyol, teslis inancıyla Hıristiyanlar ile ayrışan Müslümanların tek tanrılı din bağlamında İsa anlayışında Yahudiler ile uyuştuğunu iddia ediyor.
Yahudilerin Kralı başlıklı birinci bölümde İncillerde yer alan İsa’nın yakalanışı, yargılanışı ve çarmıha gerilmesi, Kudüs’ün Romalılarca işgali ve Yahudilerin sürgün ediliş süreci Romalılar ve Yahudiler arasındaki siyasi çekişmeler üzerinden anlatılıyor. Anlatılanlara göre Kudüs’te bulunan Yahudiler birkaç parçaya ayrılıyor ve bir kısmı Romalılara karşı savaşmayı seçerken bir kısma Romalılarla işbirliği yapıyor. Buradaki ayrışmalar inanç bağlamında da farklılıklara yol açıyor. Sunulan detaylar kitabın sonuç kısmındaki çözüm önerisiyle bağlantılı olduğundan dikkatli okumanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Tevrat ve İncillerde yer alan İsa teolojisine değinilerek her iki kaynakta Mesih anlayışı irdeleniyor. Bu bağlamda İsa ve Davut arasında kurulmaya çalışılan ‘nesebi’ ilişkinin yanı sıra İsa’nın öğretisinin (Pavlus marifetiyle) başkalaşmasından bahsediliyor.
İkinci bölüm Yahudi-Hıristiyan “Sapkınlığı” adını taşıyor. Bu bölümde İsa’nın ölümü, Pavlus’un kimliği, ortaya çıkışı, icraatları, Yakup ile çekişmesi ele alınıyor. Ayrıca Yahudiliğin marjinalleşmesine karşın Hıristiyanlığın yayılması ve paganizm-Hıristiyanlık ilişkisi irdelenerek kanonik İnciller karşılaştırılıyor. Değinilen önemli detaylardan birkaçını İnsan İsa’nın Tanrı İsa’ya dönüşmesi, Pavlus Hıristiyanlığı, yayılışı ve Batı için önemi, Nasranî ve Yahudi Hıristiyanlığı şeklinde belirtebiliriz. Buradaki en önemli detay artık takipçisi kalmayan Yahudi Hıristiyanlığı oluşumu olduğunu belirtmekte fayda var. Zira yazar sonraki bölümlerde İslam ile Yahudi Hıristiyanlığı dediği oluşum arasında çok fazla benzerlik olduğunu iddia ederek çözüm önerisini destekleyen argüman hâline getiriyor.
Hz. Muhammed’in peygamberlik süreci ve İslam’ın İsa Peygamber anlayışının anlatıldığı üçüncü bölüm Arabistan’da Yeni Bir Doğuş ismini taşıyor. Oryantalistlerin İslam algısının kökenlerine inmeye çalışan yazar Yahudilerin Arabistan’a göçü, Kur’an ile Tevrat’ta anlatılanların uyuşan yönleri, İslam ve Yahudiliğin benzerliği, Müslüman ve Ehl-i Kitap ilişkisi, Bizans-Sasani ve Müslümanlar arasındaki ilişki ile Kur’an’da İsa Peygamber’in anlatılışına değiniyor.
Kayıp Halka başlıklı dördüncü bölümde tarihsel veriler, buluntular ve kaynaklar eşliğinde Yahudi Hıristiyanlığı ve İslam arasında var olduğu iddia edilen benzerliklere dikkat çekiliyor. Kanonik İncillerin yanı sıra apokrif İncillere de değinilerek Pavlus Hıristiyanlığının Greko-Romen kültüründen etkilenişi ortaya konulmaya çalışılıyor. Yazar sık sık İslam ile Yahudi Hıristiyanlığı dediği oluşum arasında paralellik kurmaya çalışıyor.
Meryem ve Bebeği isimli beşinci bölümde Kur’an’da Hz. Meryem’in anlatılışı ve Müslümanların ona olan hürmeti aktarılıyor. Kanonik ve apokrif İncillerde anlatılan Meryem ve İsa tasvirlerinin Kur’an’da anlatılanlar ile benzeşen ve farklılaşan yönleri ele alınıyor. Bu bölümde ayrıca İslam’ın Tevhit ve Hıristiyanlığın teslis anlayışı karşılaştırılıyor.
İsa Aleyhisselam da dâhil İslam’ın tüm peygamberlere bakış açısının ele alındığı altıncı bölüm Kur’an’daki İsa ismini taşıyor. Hz. İsa’nın doğumu, mucizeleri, hayatı ve ölümü hakkında bilgilerin yer aldığı bu bölümde Kur’an ve (Çocukluk İncilleri de dâhil) İncillerdeki (kanonik/apokrif) İsa tasvirleri karşılaştırılıyor.
Yedinci bölüm İslami Kristoloji ismini taşıyor. Bu bölümde Müslümanların Hıristiyanlara ve teslise dair düşünceleri ile Hıristiyanlarla ilişkileri ele alınıyor. Ayrıca Hıristiyanlık içindeki ‘restorasyon’ çalışmalarından ve İsa’yı ilah olarak görmeyen grupların varlığından bahsediliyor. (Kristoloji: Mesih Bilimi, Hıristiyan teolojisinin İsa hakkında araştırmalar yapan alt dalı.)
İsa’nın İkinci Gelişi başlıklı sekizinci bölümde dinlerdeki eskatolojik yaklaşımlar ekseninde Mesih/Mehdi anlayışı değerlendiriliyor. Müslümanların sahip olduğu kıyametin yaklaşması, ‘Nüzül-i İsa’/Mehdi anlayışının Hıristiyanlık mitindeki benzer anlayışla karşılaştırılması yapılıyor.
Dokuzuncu bölümün başlığı Bugün İsa Müslümanlara Ne Öğretebilir? Romalıların Kudüs’ü işgali ve Yahudilerle olan mücadelesi ile ABD öncülüğündeki Batı’nın Müslümanların yaşadığı toprakları işgali arasında benzerlik kuran Mustafa Akyol “Hz. İsa örnekliği ve mesajı”nı çözüm önerisi olarak sunuyor. Önerisini kısaca “bir İslam peygamberinin örnekliği ve Vahiy önderliği” olarak tanımlıyor diyebiliriz. Bunun “aykırı bir görüş olmadığını belirten yazar, gerek geleneksel gerekse modern anlayışta buna yönelik açıklamalar olduğunu” belirtiyor. Yazara göre “Hz. Musa başta olmak üzere birçok peygambere nispetle Kur’an’da zaten bu önerisinin geçerliliğine yönelik atıflar bulunmaktadır”.
Kitap her ne kadar dikkate değer bir çalışma olsa da bir o kadarda itiraz edilecek nokta içeriyor. Müslümanların geleneğinde bulunan fakat İslami dayanağı olmayan bazı konulara gelmeden önce itiraz edilebilecek en önemli mesele, rasyonel düşünebilen birisi diyebileceğimiz Akyol’un sunduğu çözüm önerisinin hiçbir akılcı ve mantıklı yanının bulunmayışıdır. Bu yaklaşımla Tevrat ve İncil için ortaya attığı “tahrif edilenler metin değil tefsir bağlamında anlamları” olduğu düşüncesi gerçekçi gözükmüyor. Ortada Kur’an’ın tasdik ettiği İncil ve/veya Tevrat (ile Zebur’un) ‘asılları’ bulunmamaktayken sunulan çözüm önerisi yazarın önceki yazdıklarının tümünü etkisiz kılıyor diyebiliriz. Bu bağlamda mevcut Eski ve Yeni Ahit üzerinden uzlaşma ya da yakınlaşmayı düşünmek saflığın ötesinde bir şey. Yazarın özgürlükçü (liberal) bakış açısı başta belirttiğim gibi gereğinden fazla esnek davranmasına neden olduğundan İslam’ın sınırlarını zorlayabiliyor hatta dışına çıkabiliyor. Diğer taraftan kullandığı dil Hıristiyan ve Yahudilerin düşünce ve eylemlerini fazlasıyla meşrulaştırıcı ve masumlaştırıcı hâle sokuyor. Kitabı okurken gözünüzün önünde birbiriyle çok da fazla örtüşmeyen hatta çelişen birden fazla İsa tasviri oluşuyor. Yazarın birleştirici dediği figür aslında tam da nirengi noktası. Zira üç din için de akide meselesi hâline gelen İsa tasvirlerinin birinin üzerinde uzlaşılması demek diğer iki dinin/düşüncenin reddi/iptali anlamına gelecektir. Bu da üç din açısından da mümkün olabilecek bir şey değil. Eserin bu haliyle, yazarın yazma amacının dışında İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin konuya genel bakışını görmek açısından bir başlangıç kitabı olduğu söylenebilir.
Kitabın baskısına dair iki teknik eleştiriyi yapmadan geçemeyeceğim. Birincisi, dipnotların ilgili sayfanın alt kısmı yerine bölüm sonlarında olması okumayı ve konuyu anlamayı zorlaştırıyor. Metin aralarında dipnotlara gidip gelmek okuma insicamını bozuyor. İkincisi ise özellikle ilk bölümlerde daha fazla olmak üzere kitapta ciddi anlamda editöryel hata bulunuyor. Pişmeden servis edilmiş yemek imajı veren bu durum kitabın aceleye getirildiğini düşündürüyor. Hem yazarın hem de yayınevinin konumu dikkate alındığında ortada gayriciddi bir görüntü var.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp