Unutma Dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Unutma Dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2021 Cuma

Hatırlamak için unutma dersleri

"Dünün ağır tortusu temizlenmedikçe, ferah bir bugün ihtimali de yok çünkü."
- Nermin Yıldırım (Gazete Duvar, 23.04.2017)

"Hiç kimse alamaz bizden artık bizde olmayanı; ancak bellek derinliklerinde saklar onu eksiksiz bir biçimde ve zaman zaman onu başkalarına uygular."
- Şükrü Erbaş, Kuş Uçar Kanat Ağlar

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” diye bir söz vardır. İnsan hafızası unutmak ile kusurludur. Unutmak bir kusur mudur gerçekten yoksa yaratıcının bize sağladığı bir lütuf mu? Yaşanan her şey gerçekten bembeyaz bir sayfaya evrilebilir mi yoksa izler kalıcı mıdır? Toplumsal hafıza, genetik hafıza, beden hafızası ve bilinç dışı nedir, hayatımızda ne gibi anlamları, etkileri vardır? Tüm bu sorular bir yana unutmak gerçekten yola devam edebilmek için gerekli midir yoksa insan unutmak yerine alışarak, unutmak istediğiyle barışarak ve hatta daha da ötesinde unutmak istediği vasıtasıyla bir şeylere şükrederek yaşamaya devam edebilir mi?

Türkçe’ye “Sil Baştan” olarak çevrilen 2004 yapımı Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmini duymuşsunuzdur diye tahmin ediyorum. Vizyona girdiği dönemde çok izlenenler arasında yer almış, adından sıkça söz ettirmiş, üzerinden yıllar geçmiş olsa da hala iyi filmler arasında gösterilen başarılı bir yapımdı. Bu kadar sevilen, en azından merak edilen bir film olmasının oyunculuklar, oyuncular, yönetmen gibi etkenleri bir yana koyarsak, en büyük sebebini konusu olarak gösterebiliriz. Son derece basit ancak büyük bir ihtiyaçtan söz ediyordu film: unutmak. Daha doğrusu unutabilmek.

Nermin Yıldırım’ın dördüncü kitabı olan Unutma Dersleri için yazar, çıkış noktasının film olmadığını ama yazın sürecinin bir yerinde elbette filmi anımsadığını belirtiyor. Konusunu kısaca özetlersek, anlatıcı kahramanımız Feribe, yasak aşk yaşadığı sevgilisi tarafından terk ediliyor ve ağır bir aşk acısı ile pençeleşiyor. Sabık sevgilisiyle yaşadığı tatlı anılardan kalan acı duygusundan bir an önce kurtulabilmek adına soluğu çok istemeyerek hatta saçma bularak da olsa Mazi İmha Merkezi’nde alıyor. Mazi İmha Merkezi’nin “Sil Baştan” filminden ayrıldığı kısım burada ortaya çıkıyor. Bu kurum Feribe’nin de film nedeniyle arzu ettiği üzere anıları silmek yerine, onlarla beraber yaşamaları adına müşterilerine dersler veriyor. Tabi ki her dersin sonunda olduğu gibi buradaki derslerde de danışanları birtakım ödevler bekliyor. Her ne kadar yaptığı şeyi anlamsız bulduğunu her an ifade etse de ödevleri canla başla tamamlayan Feribe’nin hayatı, tam da bu ödevler nedeniyle iyice arapsaçına dönüyor. Kahramanımız, nihayetinde paramparça olmuş hayatından anlamlı ve hayallerine uygun bir bütün meydana getirmeyi başarabilecek mi? Başarılı olacaksa bunu hangi yollardan geçerek yapacak? İşte bu soruların cevabını takip ettiriyor Unutma Dersleri.

Öncelikle kitapta adı geçen ve olayların birçoğunun vuku bulduğu Mazi İmha Merkezi’ndeki dersleri de düşünerek belirtmek isterim ki, metnin bir kişisel gelişim kitabı olmakla uzaktan yakından bir ilgisi yok. “Bildiğimiz unutma halinin bellek izinde bir tahribata işaret ettiğini sanma yanılgısını aştığımızdan beri tam tersi bir görüşe, yani ruhsal yaşamda oluşan bir şeyin kaybolmayacağına, bir şekilde muhafaza edileceğine ve uygun koşullar altında (örneğin yeterince geriye gidildiğinde) tekrar gün yüzüne çıkabileceğine inanıyoruz.” diyor Sigmund Freud, Mutluluk Dediğimiz Şey kitabında. Unutma Dersleri de bir bakıma anlatıcı kahramanın unuttuğunu sandıklarının, peşinden gitmeye korktuklarının acı bir tecrübeyle, hatta hayatta en nefret ettiği kişinin davranışlarını kendi tercihlerinde yineleyerek ve önce nefret ettiğini, sonra da kendini nihayetinde affederek gün yüzüne çıkarmasının serüveni.

Nermin Yıldırım, tüm kitaplarında bellek konusunun üzerine çokça eğilen, kurgusunu ağırlıklı olarak bu tema üzerine kurmayı tercih eden bir yazar. Zaten insan psikolojisi üzerine yazarken, psikologlardan danışmanlık aldığını, bu konu üzerine ciddi araştırmalar yaptığını kendisi de ifade ediyor. Mazi İmha Merkezi’nde gerçekleşen dört ders için de yine psikolog Tolga Erdoğan’dan destek aldığını belirtiyor. Dersler burada dört başlık, hatta buçuk olan dersi de sayarsak beş başlık halinde anlatılsa da anlatının tamamında travmanın aşamaları olan inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme adımlarına da farklı başlıklar altında yer veriliyor. Mazi İmha Merkezi’nde alınan tüm bu dersler ilk olarak kaçak sevgili Nedim nedeniyle başlamış görünse de Feribe aslında acısının çok daha eskiden kalma, çok daha derinde bir yerde ince ince kanayan bir yaradan vücut bulduğunun farkına varıyor. Bu kaynak neden, bu “ilk yara” Nermin Yıldırım’ın tüm kitaplarında merkezde olan bir konu; aile, bilhassa anne ekseninde şekilleniyor. İlk ders olan, “Unutulacak Olanı Hatırla” isimli bölümün devamında anlatıcı kahraman “Bilmezden gelmenin kadim bir ayakta kalma yöntemi olduğunu söylemiştim, değil mi?” diye bir soru yöneltiyor muhataba. Burada, diğer kitaplarında da olduğu gibi toplumsal hafızaya da üstü kapalı bir gönderme yapan anlatıcının inkâr aşamasında neler yaşadığına tanıklık ediyoruz. Feribe de bu bölümde asıl yarasını inkâr edebilmek adına, görünen bir derde dört elle sarılmış bir kaçak aslında. Oysa içinde bir yerde kırılmış çocukluğu kendini durmadan hatırlatıyor “İnsan nasıl ellerinde büyüdüğü kişiye benzerse, ruhumu aniden yaşlandıran o yaraya benzemiştim galiba ben de.” diyerek.

İkinci ders olan, “Yasını Tutacaksın” bölümünde, Mazi İmha Merkezi’nde geçen derslerin neden zifiri karanlık bir odada geçtiğini anlamlandırmaya çalışan, zira karanlıktan son derece rahatsızlık duyan bir Feribe görüyoruz. Anlatıcı burada, danışmanın ağzından karanlığın ilkel belleğimizle nasıl konuştuğunu, en iyi bildiğimiz şeyin karanlık olduğunu hatırlatıyor. Burada da özellikle son zamanlarda sıkça konuşulduğuna şahit olduğumuz psikolojik bir bakış açısını tekrar ediyor. Anne karnından itibaren, hafızamız kayda başlıyor, biz hatırlamasak da bedenimiz bir şekilde hatırlıyor. Haliyle çocuğun daha fetus halindeyken bile annesi ile ilişkisinin ne denli kıymetli olduğuna gönderme yapılıyor. Çocukluğuna dair mutlu anıları olsa dahi, bunların da bir yalan üzerine inşa edildiğini geç de olsa fark eden kahramanımızın bu bölümde kurduğu iki cümle, bir anne arayışının bariz göstergeleri diye düşünüyorum.

“… anlaşılan o ki anası olmayanların yarası tarafından büyütüldüğünü bilmiyordu.”

“Keşke sevdiklerimiz bizi bütün hatalarımıza, her şeye rağmen, daima sevebilseydi…”

Psikoloji biliminin insanlardaki karşılığı bir dönem “çocukluğunuza inelim” esprisi olmuştu. Halbuki bu kavramın ne kadar önemli olduğu su götürmez bir gerçek. Çocukluğumuzda nasıl deneyimlere sahip olduğumuz, bakım verenlerimizle nasıl bir ilişki içinde bulunduğumuz, yaşamdaki ilk tecrübelerimizin neler olduğu yetişkin hayatımızdaki anlarımız üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip. Şair ne güzel dile getiriyor bu durumu: Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor. Haliyle kitapta da kahramanın hayatına kaldığı yerden -Feribe özelinde yeni baştan- devam edebilmesi adına önce o ilk tecrübelerin kapısını aralamak gerekiyor. Ardından “Gel Barışalım Artık” ve “Kolaysa Affet” isimli bölümler yer alıyor. Son ders ise “Geleceğe Bak”.

İlk iki aşama, yani hatırlamak ve yas tutmak belki de işin en kolay kısımları, çünkü kişinin kendisiyle ilgili süreçler bunlar. Oysa devam eden aşamalarda bir muhatap gerek. İkili bir ilişki gerek. Yüzleşebileceğiniz kişi hayatta ise yine de şanslısınız. Peki ya ulaşabileceğiniz bir yerde değilse, yaşadığınız kötü anılar sayfasını nasıl kapatabilirsiniz? Metinde bu konuda da Feribe’nin deneyimlerini aktaran anlatıcı kahraman bu bölümlerden de önce, her şeyin en başında sabık sevgili Nedim ve Feribe’nin hikayesinin Rembrandt’ın son otoportresinin önünde kıvılcımlandığını anlatıyor. Rembrandt, kendi portresini defalarca kere yeniden kurgulayan bir ressam. Tıpkı Feribe gibi. O da otoportresini kelimeler aracılığı ile muhatabı paylaşıyor. Hayatının özetini, yaşadığı farkındalığı ve kitabın tüm akışını da şu cümlelerle ifade ediyor.

İnsan bir ömür içinde öyle çok defa başka birine dönüşüyor ki, dönüp geriye baktığında hangisinin kendisi olduğunu bulup çıkarmakta zorlanıyor. Kimdim ben? Şenlikli alkışlar eşliğinde doğum günü pastasını kesen gamsız çocuk mu? Büyüyünce yazar olmak isteyen hayalperest ergen mi? Çok mutlu sandığı annesini salonun tavanında sallanırken gördükten sonra, artık hiçbir şey istemediğini fark eden bahtsız liseli mi? Her sabah kalkıp neden gittiğini bile bilmediği fakültenin yolunu adımlayan üniversiteli mi? Sefl bir bankonun ardında oturup bütün gün banknotları ve saniyeleri sayan bezgin bankacı mı? Aile kurmakla yarım kalmış bir şeyleri tamamlayabileceğini umarak, apar topar evlenen eksik kadın mı? Önce çocuk istediğine karar verip hamile kalan, sonra içinden bir anne çıkaramayacağını anlayıp kürtaj olan yarım kalmış anne mi? Beklenmedik bir aşkın kollarında, uzun zaman evvel emekliye ayrıldığı yaşama sevincini arayan aptal aşık mı? Neşesini ararken kendini kaybeden aşk kurbanı mı? Hangisi bendim? Aşk acımı unutmak için hangisini affetmeliydim?

Bu soruların cevabı ve Feribe’nin nihayetinde nasıl bir sona kavuştuğunun cevabı kitapta paylaşılıyor tabi ki ancak daha fazla ipucu verip kitabın tadını kaçırmamak adına kurguya dair yazacaklarımı burada sonlandırıyorum. Nermin Yıldırım, diğer kitaplarında olduğu gibi bireysel bellek, kişisel tarih, ebeveyn ilişkileri ve etkileri konularının üzerine eğilirken, diğer kitaplarından farklı olarak inanılmaz muzip bir dil kullanıyor Unutma Dersleri’nde. Her kitabında mizahi bir üslupla anlatısını çeşnilendiren Yıldırım, bu sefer karşımıza acılarını yaşarken, onlarla, kendisiyle ve aynı bağlam içinde yer aldığı dünya ile neredeyse tamamen alay eden, belki de bu durumu bir savunma mekanizması olarak benimseyen, acılara gülerek direnen bir kahraman çıkarıyor karşımıza. Olayların nefes nefese birbirini takip ettiği, birinci tekil anlatıcının konuşması nedeniyle son derece akıcı ve muhatabı içine çeken sürükleyici bir roman Unutma Dersleri.

Feyza Gönüler
twitter.com/FeyzaGonuler

2 Aralık 2020 Çarşamba

Unutmak istiyorsan, önce hatırlayacaksın

"Heyhat, hepimiz unutmayı becerecek kadar şanslı değiliz."
- Nermin Yıldırım, Unutma Dersleri

Bak Feribe,

Er ya da geç hepimizin bir şekilde unutmak için başvuracağı yöntemleri, başaramazsak, hatırlamamaya gayret edeceği dertleri olacak. Dertleri, anıları, aklın ve aşkın işveleri, cilveleri, bereket ki arkasından gelecek hüsranları olacak. Unutmaya çabalayacağız, biliyorsun. Akıl-kalp-vicdan koalisyonuyla girişeceğimiz bu çabanın neticesinde yaşamımız türbülansa girecek, şöyle bir sarsılacağız. Yetmezse, olur da içimizin kuyruğu dik ordusu seferden mağlup dönerse -ki bu hep böyledir, yeni bir yol bizi bekliyor olacak: unutmak için hatırlamak!

Bundan dört asır önce, insanlığın onuru ve haysiyetine uygun olarak kımıldayan Shakespeare’i hatırla, Feribe. Atinalı Timon’da, ufak bir güç karşısında eğilip bükülenler adına “onurdur benim için,” demişti, “dövüşmek kötü devletlerle.” Hatırlıyorsun, değil mi? İçimizde koca bir kenti öldürecek kuraklık taşıyoruz, Feribe. Ama olsun, herkes ölür, iyiler bile. İçimiz kuraksa, farklı coğrafyalarda benzer şekilde kırılıyorsak eğer kötülerle dövüşmek onurdur bizim için de. Bu yüzden Feribe, bu yüzden, unutacağız. Herkes gibi, bütün mağluplar gibi eve döneceğiz. Aklı incitmeden, yıkım ve felaketimizi de alarak döneceğiz. Unutacağız, Feribe, önce hatırlayacak, sonra bir güzel unutacağız. Neleri unutmuyor ki insan.

İlk kez unuttuğumda on sekiz yaşımdaydım, Feribe.

Sen bu hallere düşecek adam mıydın, dediğimde tam da o hallerdeydim. Bahtıma her şeyin kırılganı düşmüştü diyordun, haklısın, kuşku çağımda ben de öyleydim. Gökten yere yağmur olarak insem havada kururdum. Güneş olsam üşür, şahken şahbaz olurdum. Diyebilirim ki Feribe, duygular benden değil, ben duygularımdan oluşuyordum. Ama ne oldu, her şey geçip gittiğinde yanımda yine kendim kaldı, Feribe. Üzerime oturan bir kıyafet gibi sarmamıştı beni hayatımdan çıkardıklarım. Unutmak zorundaydım ve unutmak ortada bir hezimeti ikiye üleşmek gerektiğinde tek başına onu üstlenmek gibiydi. On sekizimde, yirmi ikimde, yirmi beş ve yirmi sekizimde Feribe, beni de arkamdan vurdular, ama edebimle öldüm. Sen de öleceksin. Ölmeden önce bir güzel öleceksin. Kaybolan yıllarımızın hesabını yan masadan ödemiyorlar, Feribe!

Kendinden öte kaçacak bir yerin yok, Feribe.

Bir kitap okumuştum. Babaya Mektup'ta, Kafka’nın kitabı, dünya haritasının üzerine boylu boyunca uzanan bir baba vardı. Yüzleşmekten ziyade, yüzleşmek zorunda olduğunu bilmeyen bir babaydı. Mümkündür, belki de bize Oedipus kompleksini hatırlatıyordu, yine de hatırlattığı ilk şey kaçacak bir yerin olmadığıydı. Çünkü oğlu kaçmak, bir mümkünü bir başka imkânsızlıkla doldurmaya çalışmak istiyordu. Ama nereye kaçacaktı, Feribe? Haritada yer mi kalmıştı. Dahası, tut ki kendinden kaçtın, içindeki harita kadar değil misin? Belki de uzandığı hudutlar kadardır babanın da kaçışı. Ne baba kendinden ne de oğul babadan kaçabilir, Feribe. “Etkin bir unutma,” der Deleuze, “belleğin kuvvetinden daha yeğdir.” Öyledir, Feribe.

Tahammül, o intihar ve neredeyse ölecek olan duygu. Ölmesin isteriz ama, bazen de ölsün isteriz. Durmak, dayanmak, kabullenişin adı ya tahammül, bu değil söylediğim, Feribe, bu hiç değil. İnsanı alıp yalnızca dünyanın üzücü tarafına oturtan Nietzsche’yi belki de yalnızca burada tasvip etmiyorum. Kendisine yuva yapan ve oradan ayrılmayan herkesten, her şeyden uzaklaştım, Feribe. Uzak durdum. Yüklerinden kurtulamadığından, artık kendisi de koca bir yükten farksızdır oradakiler. Oysa toprağı darbeleyen, yeni yollar arayan, kazan, ilerleyen, kaçış formülasyonunu yeni başlangıçlar üzerine kuran köstebeği ben de onurlu bulurum. Ölümden kaçış yok, değil mi Feribe? Bilirim, yok, fakat ölümün hızına müdahale edebiliriz. Şekliyle oynamalar, arsızlıklar veya onurlu dokunuşlar yapabiliriz. Bu yüzden Feribe, her şey durulduğunda acısı dinmeyen o yumruk büyüklüğündekini kurtarmak, şakaklarının arasına yerleşen kıvrımlı saksıyı çalıştırmak, içine çiçekler ekmek zorundasın. Bağlanmak, toplumsal bir sıkıntıdır, Feribe!

Dinle Feribe,

Ayağa kalkacaksın. İçinden yükselen bir sesle, hem de kendinden başkasına benzemeyen bir sesle, olanı biteni itiraf edeceksin. Hatırlayacaksın, Feribe! Unutmak istiyorsan, önce hatırlayacaksın. Denedin, biliyorum fakat derslerine, unutma derslerine daha sıkı sarılacaksın. 21 Aralık yetişkinlik hayatının hissedilen en uzun gecesi diyenler halt etmiş, evet, çünkü doğru bir unutma, doğru bir hatırlamanın evladıdır Feribe. 21 Aralık değil, ayağa kalkınca, 21 Haziranı kutlayacağız, Feribe!

Hüseyin Hakan
twitter.com/huseyinhakann