Tosun Bekir Bayraktaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tosun Bekir Bayraktaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2018 Çarşamba

En ciddi mesele: gönül aynasını parlatmak

"Muzaffer Efendi bir sohbetinde 'Biz kırk haramiler gibiyiz. Kalp çalarız' diyor. Tosun Baba da bizim kalbimizi çaldı."
- Yurdaer Doğanata (AKWA)

15 Şubat 2018 tarihinde, Amerika'daki Cerrahî Dergâhı'nın postnişini Tosun Bekir Bayraktaroğlu, nam-ı diğer Tosun Baba vefat etti. Allah sırrını takdis etsin. Onun hayat hikâyesinin okunabileceği "Amerika'da Bir Türk" kitabı, hem bir insanın manevî arayışına hem de bu arayış farkındalığına erişmesinden evvelki sınavlarına dair çok kıymetli bir kitap. Bu kitapta Tosun Baba'nın özellikle Muzaffer Efendi'den hilafet alana kadarki yaşamı çok dikkatimi çekmiş, kendisini kilometrelerce uzaktan da olsa takip etmeye çalışmıştım. O esnada Sufi Kitap önce "Bil! Bul! Ol!" (Şubat 2016) sonra da "Gönül Çerağını Uyandırmak" (Eylül 2017) kitabını neşretti. İlkini çıktığında, ikincisini Tosun Baba'nın vefat ettiği gün almıştım. Bir vefat haberi, ne zamandır okumak istediğim kitaplardan birini seçmemi işaret etti. Tosun Baba'nın yirmi yıldır dervişlerine ettiği nasihatlerinden birkaç tanesini içeren Gönül Çerağını Uyandırmak'ı seçtim ve bir gecede bitirdim.

Kitap sanki bir vasiyet gibi. İki bölüme ayrılmış. "İnci Yetiştirmek: Güzel Ahlak İçin Bir Rehber" ve "Aynayı Parlatmak: Dervişlerin İç Dünyalarına Dair". Hemen anlaşılıyor ki Tosun Baba sohbetlerinde her zaman güzel ahlakı ve iyi insan olmayı üzerine basarak irdelemiş. Modern zamanlarda insanın iç dünyasını kazımasının zorluklarını bilmiş bir şeyh olarak da sık sık Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri'nin nasihatlerine başvurmuş. Burada, efendisinin öğüdünü dinlediği apaçık. Zira Muzaffer Efendi ona hilafet ve irşat görevi verirken şaşırıp "bizim ne haddimize" diye telaşa kapılan Tosun Baba'ya "Bizim dediklerimizi heybeye at, zamanı gelince ve lazım olunca oradan alıp kullanırsın." demiş. Tosun Baba da birçok sohbetinde hem 'büyükler'in yazdıklarından ve konuştuklarından istifade etmiş, aktarmış. Temiz, saf ve yalın bir yol bu. Hakiki bir yol. Bilhassa geçmişiyle hâlâ tanışamayanlar için pratik, heyecan verici bir yol.

İlk bölüm adı gibi, küçük bir rehber. Küçük burada mütevazı bir sıfat çünkü içindeki bilgilere erişmek, onları anlayıp özümsemek ve hayata geçirmek büyük bir emeği gerektiriyor. "İşin zor kısmı, zayıflığımızı, batıl istikamette olduğumuzu kabul etmek ve hastalığın sebeplerini araştırmak" diyor Tosun Baba ve şu kritik önerilerde buluyor: "Sebepler; toplum, arkadaşlar, hatta aile, dış etkiler veya kişinin kendi hataları, cehalet, kibir ve hırs olabilir. O zaman bu sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmalıyız; mekânımızı, hayat tarzımızı ve kendimizi değiştirmeliyiz. En zoru ise kendimizi değiştirmektir. Hiçbir bahane bulmadan ve kendimize acımadan halimizden utanmalıyız. Kendimizi yalnızken ve halk içinde suçlamalı ve nefsin hoşuna gitmeyecek rahatsız edici işler yapmalıyız. Cimriyseniz, dışarı çıkın ve tüm paranızı harcayın, güvenlik duygunuzu dehşete düşürün. Korkaksanız, korku hissinizi tetikleyecek tehlikelere atılın, ancak tedbiri ihmal etmeyin. Genellikle hastalığın zıddıyla tedavi edildiğini unutmayın."

Arkadaş, yoldaş, sırdaş. Bunların hayatta ne kadar önemli bir yerde olduğunu anlatıyor Tosun Baba. Çünkü kendi hayatında, bilhassa sanatla olan ilişkisinde, çevresindeki insanların derbederliği ve hovarda yaşamı onda öylesine izler bırakmış ki arkadaş seçimini çok önemsiyor. Buna iş ve evlilik hayatı da eşlik ediyor elbette: "Allah için arkadaş edinin. Bu dünya O'ndan O'na bir yolculuktur ve bu yolculuk zor ve tehlikelerle doludur. Tek başına yol alınamaz; ama tek amacı eğlence, servet, gençlik ve güç kullanarak keyif çatmak olan kişiyle de yola çıkılmaz. Böyle bir yolda kısa zamanda keskin görüşünü kaybedersin, şakalar tat vermez ve gücün tükenir. Bu bulanık hususiyetlere dayanan dostluk nefrete dönüşebilir. İhtiyacınız olan kişi, bu yola Allah rızası için çıkmış ve sizi de aynı amaçla yol arkadaşı olarak seçmiş kişidir."

Nefsin altmış sekiz kusuru, evin bir duvarına asılıp sık sık okunması gereken bir metin. İlk madde ucun: manevi makamdan gurur duyma. Sonrasında riya, kibir, haset, cimrilik, kin, küfür geliyor. Özünde iyi insan olabilmeyi ve davranışları güzel biçimlendirmeyi öğütleyen çok güzel bir kılavuz bu metin. Özellikle son altı kusur; işte, evde, sokakta bizim için savunma stratejisi olabilecek güzellikte: Düşmanınızla arkadaşmış gibi davranmak, işinde dürüst olmamak, başkalarına tuzak kurmak, Allah'ı unutma derecesinde dünyayla özdeşleşmek, insanların acısından zevk almak, hatalarından ötürü esef etmemek.

Sünnet vurgusunu sohbetlerinde Resul-i Ekrem'in dualarıyla pekiştiren Tosun Baba, bazı kritik dualarla nefes aldırıyor ve bu dualara sık sık başvurmamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu dualardan birinin altını kuvvetlice çizmişim, sanırım çevremde en çok rastladığım ve fazla etkilenip öfkeye, kine dönüştürdüğüm için: "Allahümme inni eûzü bike min eş-şikâki ve'n-nifâki ve sûil-ahlâki. Allah'ım! Düşmanlıktan, iki yüzlülükten ve kötü ahlaktan sana sığınırım."

Kitabın ikinci bölümü tasavvufi okumalar yapmış herkesin aşina olduğu metinleri içeriyor. Özellikle varlığın yedi mertebesi ve nefsin şehirleri. Hakikate ulaşmak için iki adım başlığında 'yola girmek' için iki soruyu kendimize sormamız gerektiğini ifade ediyor Tosun Baba. Sorulardan ilki şöyle: Kalbinizle ve ruhunuzla bu dünyaya bağlılıktan ve ahirette cennete girme arzusundan feragat edebilir misiniz? İkinci soru dervişliğin kolay lokma olmadığına verilecek yüzlerce misalden biri aslında: Nefsiniz, egonuz, diğer insanların sizin hakkınızda düşündüğü şeylerle ilgili endişlerinizden bir adım uzaklaşabilir mi? Bugün bir sohbet esnasında namaz kıldığını söylerken eğilip bükülen, bir parça sakal bıraktığı için acaba hakkımda ne düşünülür diye endişlere düşen, kazancını temin ederken ilk meselenin helal olmasına özen göstermeyen biz modern zaman insanları için ne hakikatli sorular öyle değil mi? Bu soruları aşan, aşabilen muhakkak yola çıkar. Elbette bir 'rehber'in yoldaşlığıyla.

Kitabın son metinlerinden yedi vadi, Feridüddin Attar'ın Mantıku't Tayr isimli eserlerinden uyarlanmış. Çaba ve gönülden istemek üzerine kurulu. Çerağı uyandırmak başlıklı yazı ise Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin bir mektubundan adapte edilmiş. Tosun Baba, mürşidi -Allah ondan razı olsun- Muzaffer Ozak'ın öğüdünü o kadar özümsemiş ki birçok kaynaktan yararlanmış, o kaynakları kullanarak yazmış, yorumlamış ve sohbetlerinde anlatmış.

Gönül aynasını parlatmak mesele. Asıl hikâye ondan sonra başlıyor. Parlatmayı düşleyen aslında yola çıkmış oluyor. Parlatmak için bir şeyler yapan aslında yola girmiş oluyor. Gönül aynası parlamaya başladığında perdeler de kalkmaya başlıyor, benlik kabuğu çatlıyor, nefsin zehirleri akıyor, hakikat ışıldıyor. Tosun Baba kitabını şöyle bitiriyor: "Eğer O'ndan, O'nunla O'nu dilersen, ilahî sırların nuru gönül aynana düşecektir."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

23 Temmuz 2015 Perşembe

Manevî bir arayışın hatıraları

"Bil, bul, ol! Bilmeden bulamazsın, bulmadan olamazsın!"
- Hazret-i Aşkî Muzaffer Ozak [k.s]

"Türk’ün dostu yok, Allah dost olsun."
- Hazret-i Muhibbî Safer Dal [k.s]

İnsanın geçmişiyle yüzleşmesi çok zordur. Bugün ülkemizde en çok satılan "aşk" kitaplarının hiçbirinde böylesine sahici bir yüzleşme bulunamaz. Kırık bir kalpten ve abartılı yaralardan çok daha ötesidir geçmişten ders çıkarmak ve en mühimi de artık ders verebilir hâle gelmek. Robert Koleji'ndeki gençlik yıllarında sosyalist; Avrupa'nın büyük ve büyülü kentleriyle Amerika'da sadece sanatla yaşayan bohem tutkunu anarşist; Fas'ta ise artık ticaret dahisi hâline gelmiş zengin ve aristokrat bir hayat düşünülünce bu hayatın nereye varacağı da az çok belli oluyor: Bir ömürde yaşanabilecek tüm acı ve tatlı anıların saklandığı bir kalp. Bu kalp nihayet "bil"mekten ve "bul"maktan nasibini alıyor ve evvela İstanbul’daki Cerrahî tekkesinde derviş, daha sonra da bu "yol"un New York'taki şeyhi "ol"uveriyor.

Mithat Cemal Kuntay'ın "Kolunu Harp Meydanında Bırakmış Bir Askere" diyerek Çanakkale Gazisi Yüzbaşı Tursun Bey'e ithaf ettiği bir şiiri vardır. Tursun Bey, Şeyh Tosun Bayraktaroğlu'nun "İslamiyet'i değilse de insaniyeti ondan öğrendik" dediği babasıdır. Hayatında daha çok onun etkisi söz konusudur. Robert Koleji, Amerika'da güzel sanatlar ve Londra'da sanat tarihi eğitimleri babasının cesur yönlendirmeleriyle olmuştur. Can Yücel, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bülent ve Rahşan Ecevit çifti gibi birçok "ünlü" arkadaşıyla aynı sıraları ve hayatı paylaşır. Şiirler yazar fakat asıl derdi resimdir.  "Shock art" denen sanat akımının öncüsü olarak Amerika'da büyük bir rüzgâr estirse de sanat çalışmalarına "nefsinin fazla övgüye mağlup olması" sebebiyle veda eder ve ilk hanımının babası vesilesiyle Fas'ta ticarete atılır. Burada işleri o kadar iyi gider ki Fas aristokrasisinin içine girer ve hatta İstiklal Partisi saflarında ihtilal hazırlıklarına bile dahil olur. Daha sonra Adnan Menderes tarafından kendisine Türkiye'nin Fahri Konsolosluğu da verilir. Yani anlayacağınız okuyucu bu hayatı okurken soluk soluğa bir filmin içinde gibidir. Tadını kaçırmamak için derhâl 1969 yılına geçiyorum.

Şeyh Tosun Bayraktaroğlu 1969 yılında Konya treninde rahmetli Münevver Ayaşlı Hanım ile tanışır. Ondan kendisine yola getirecek bir "şeyh bulma" sözü bile alır. Lakin hareketli hayatı bu vaatle birlikte kendi tabiriyle "dini, imanı, tasavvufu ve hatta Münevver Hanım'ın adını bile" unutturur. 1974'te senesinde Münevver Hanım'ın Beylerbeyi'nde yaşadığını hatırlar ve bir eczaneye kendisi tarif edilir edilmez bulunur. Münevver Hanım, Şeyh Tosun'u ve hanımını memnuniyetle karşılar, evlatlığı Hasan Bey'le beraber onları Karagümrük'teki Cerrahî Tekkesi'nin kapısına bırakır. Sonrasını kitaptan okuyalım:

"...Tosun sanki kalbinden bıçaklanır, neredeyse yüzüstü düşecek, gözlerinden yaşlar boşanır. Şeyh Efendi'ye, bu adamlara âşık olur ve öyle bir haset eder ki şimdiye kadar kimseye böyle haset etmemiştir. İbadet bitmiştir, Herkes nedense evvelce olduklarından daha neşeli, kahveler, simitler, çaylar... Şeyh Efendi konuşuyor. Bu sefer Tosun daha dikkatli dinliyor. Hiç bilmediği neler neler söylüyor, ne güzel hikâyeler anlatıyor, bazen ağlatıyor, bazen güldürüyor... Sonunda "Haydi artık kalkın gidin" der. Tosun saate bakar, sabahın 3'ü. Nasıl oldu?.. Bütün hafta Tosun Perşembe'yi bekler."

Bir akşam Şeyh Tosun'un, hani Şükrü Tunar'ın hüseynî makamında bestelediği ve Hüseyin Siret Efendi'nin ilahi aşka yönelmesi vesilesiyle yazdığı o şarkı var ya; "Bir muhabbet neş'esiyle ilkbahâr oldum bugün / ben huzurunda yer öptüm, tacidâr oldum bugün" diye biten, işte o şarkıyı yaşar. Artık o da "Geçti sevdalarla ömrüm" diyecektir:

"O akşam Şeyh Efendi, diz dize oturduğu bir adamın başına beyaz takkelerden birini koyar, dua eder, kucaklar, öper. Tosun gene hasetten ölür. Bu iş bitince, Şeyh Efendi ilk defa gözlerini Tosun'a dikerek herkese şu suali sorar: "Hazret-i Yunus Emre bir şiirinde, "Çıktım erik dalına anda yedim üzümü" diyor. Ne demek istiyor? Söyleyin bana." Tıs yok. İki defa daha sorar. Gene tıs yok. Sonra Tosun'un suratına bakarak, "Ben bir profesör tanıyorum, bu sualin cevabını hemen bildi. Bana "Bunu bilmeyecek ne var?" dedi. "Adam gitmiş manavdan üzüm almış, çıkmış erik ağacına, orada yemiş!". Ve tebessüm eder. O an Tosun'un ne meşhur ressamlığı ne profesörlüğü, ne anası ne babası, neyi var zannediyorsa hepsi yıkılır gider. Gözlerini hayâ ile önüne indirir. Şimdi Efendi, ismiyle hitap edip, "Tosun Bey, demin bir derviş biat ederken ona giydirdiğim takkeye imrendin galiba! Gel bakayım" der. Tosun uslu akıllı Şeyh Efendi'nin önüne ağrıya sızlaya diz üstü oturur. Efendi alelacele başına bir takke koyar. Takke ufak gelir. "İyidir" der, "Ya kafan küçülür ya takke büyür!" Tosun böyle derviş olur."

İşte "asıl hikâye" bundan sonra başlar. Tosun Bayraktaroğlu artık şeyhi Muzaffer Ozak'ın [k.s] yanı başındadır. Onlarca tasavvufî ve İslamî eseri Türkçeye kazandırır, Amerika'daki Cerrahî tekkesini faaliyete geçirir ve şeyhinden bunun için görev alır. Beşir Ayvazoğlu'nun deyimiyle "O artık Shaykh Tosun Bayrak al-]errahi al-Halveti. Bir eli Şili ve Arjantin'de, bir eli Bosna'da"dır. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki Müslümanlara en acılı günlerinde el uzatır, kimisini okutur, kimisini besler büyütür. Tüm bunları "Amerika'da Bir Türk" kitabında o kadar samimi anlatır ki, bir insanın geçmişiyle nasıl da bu kadar samimi olabildiğine ve sonrasına ne kadar âşık olduğuna hayret edilir. Keza kendisi de "Allah ömür ihsan etti, "Bu kitabı yaz" dediler, yazıyoruz ve ilk defa cesaret ederek kendimizden laf ediyoruz... Bu kitapta da en çok endişe ettiğimiz, kendimizi methetmek, yanlış işlerimizi doğru gibi göstermek; Allah saklasın!.. Maksadımız, bizim gibi şu kısa hayatı saçma sapan işlerle geçiren bir kimsenin işin sonunda ümitsiz olmaması." der.

Kitabı, Talât Halman elinden çıkmış takdimle birlikte Kaygusuz Abdal Menkıbesi ve Şeyh Sadık Efendi Risalesi de oldukça kıymetlendirmiş. Kapak fotoğrafını ise 1980 yılında Hac'da olan Şeyh Tosun Bayraktaroğlu'nun kızı Defne 11 yaşındayken çekmiş. 2012 TYB Hatırat Ödülü kazanan bu kitap "Ben neyim, ne yapıyorum, ne yapacağım?" diye merak eden herkese bir iç ses olabilecek kuvvette.

Onlar ermiş muradına, okuyucu da çıksın kerevetine.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf