Edebiyat dünyasında önemli yeri olan bir yazarın biyografisinden, portre yazısından veya hakkında yazılmış bir inceleme yazısından ne beklenir? Bu herkesin kendine göre cevap verebileceği bir sorudur ancak genelde ortak beklentiler vardır. Bunlardan biri ve bence en önemlisi, dönemini ve kendinden sonraki edebiyatı nasıl etkilediğidir. Bunun yanında aile hayatı, zamanının toplumsal olaylarına nasıl tavır aldığı, kimlerden etkilendiği gibi konular da gelebilir. Eh biraz da magazinsel bilgiler, dedikodular olmadan olmaz. Kimlerle ne konuda kavga etti? Nasıl kişilik gedikleri var? Karşı cinsle ilişkileri nasıldı? Bu tür anekdotlar bize ‘asıl’ olanı vermese de, bu tür yazar kitaplarına bir ivme kazandırır. Romain Rolland’ın Tolstoy’un Yaşamı kitabını okurken bu tür sorulara cevap bulduğum da oldu, cevapsız kalan yerler de oldu.
Tolstoy bir dev. Bunu roman okuyan herkes kabul eder sanırım. Ve yine kabul edilir ki Dostoyevski’yle zirveyi paylaşırlar. Elbette fikirler farklı farklı olsa da benim için bu böyledir. Ve her şeyde ikiye bölünebilen halkımızın birbirlerine küfür etmeye varacak oranda ayrıldığı Tolstoy-Dostoyevski kıyaslamasında benim tarafım, -ikisini de dev olarak görsem de- Tolstoy’dur. Neden bilmem, buna mantıklı bir açıklama da getiremem kolay kolay ama eserlerini kendime daha yakın hissettiğim için sanırım. Bu gibi sebeplerden Rolland gibi büyük bir yazarın Tolstoy hakkında yazdığı inceleme kitabı benim için okunacaklar listesinde üst sıralara geldi ve okundu. Yukarıda benim için bir biyografinin önemli noktalarının neler olduğuna değinmiştim. Bu kitapta da sorularıma bazen cevap aldığımı bazen alamadığımı belirtmiştim. Cevap aldığım ilk konu ve kitapta en çok işlenen konu, Tolstoy’un geçirdiği ruhsal evreler, dini düşünceleri ve onun halka bakış açısıdır. Bir biyografiye göre daha az kişisel hayat daha çok içsel ve düşünsel bölüm içerir Tolstoy’un Yaşamı. Aslında bu durum bu büyük yazarın hayatını ne üzerine kurduğunu da gösterir. İki yaşında annesini ve yine erken bir dönemde babasını kaybeder ve kendini neredeyse insan sevgisine adar. Aslında bu durum bu büyük yazarın hayatını ne üzerine kurduğunu da gösterir. Söylediğine göre, daha beş yaşında, “yaşamın bir eğlence değil, çok ağır bir iş” olduğunu sezmiştir. Ve on altı yaşında kiliseye gitmeyi ve dua etmeyi bırakır Tolstoy fakat inancı hiç ölmemiştir ve için için işler. Burada, yeri gelmişken sonlarda değinmeyi düşündüğüm bir polemiği dile getirmek istiyorum: Müslümanlar arasında Tolstoy’un İslam’a geçip o şekilde son nefesini verdiği söylenir. Ya da buna inanılmak istenir. Bu doğru değildir. Evet, teslis inancını reddettiği ve kiliseden aforoz edildiği doğrudur. Zaten bu durum onu Müslümanlar arasında kıymetli bir yere getirir. Hatta dünyanın çeşitli Müslüman yerlerinden Tolstoy’a tebrik mektupları ve İslam’a davet mektupları gelir (Muhammed Abduh da onunla konuşanlardandır). Fakat Tolstoy’un dine ve Tanrı’ya bakışı çok başkadır. O her dinden veya her öğretiden ortak noktaları alıp yoluna insan sevgisiyle devam etmeyi yeğleyen biridir. Yani Tevrat’ın da İncil’in de Kur’an’ı Kerim’in de, peygamberlerin de ve bunlardan başka Buda öğretilerinin de insanlık için yaptığı öğütleri alır ve kendi yolunu çizer. Yani ona şimdiki gözle bir Hıristiyan diyemeyeceğimiz gibi bir Müslüman da diyemeyiz: “Muhammed’e hayranlık duyar, bazı sözleri de büyüler onu. Ama Muhammed de İsa gibi bir insandır. Hıristiyanlığın da, İslamlığın da doğru birer din olabilmesi için, bir kitaba ve bir insana körü körüne inançtan vazgeçmeleri, yalnızca bütün insanların bilinci ve aklıyla bağdaşan şeyleri kabul etmeleri gerekir. –Düşüncesinin büründüğü ölçülü biçim altında bile Tolstoy kendisine seslenen kişinin inancını incitmemeye çalışır hep.” Bu şekildedir onun düşünceleri ve İslam’a ters düştüğü de apaçık ortadadır. Fakat ‘insan’a inanılmaz büyük bir sevgi ve saygıyla ölmüştür. Zaten bu insan ve halk sevgisi onun toprak, mülk, kapitalizm, sahip olma gibi konulardaki fikirlerini çeşitlendirmiştir.
Romain Rolland, Kont Tolstoy’un halka ve insana bakışını, kendi psikolojisini onun eserlerinden örnek vererek ve eserlerde hangi karakteri kendi ağzından konuşturduğunu açıklayarak gösterir. Ona göre Tolstoy her eserinde bir veya birden fazla karakter olarak yer almıştır (Örneğin, Anna Karenina’daki Levin: Levin’in bu bunalımlarını, Kitti’den gizlediği bu gelip geçici intihar isteklerini, Tolstoy da o sıralarda kendi karısından gizliyordu. Ama kahramanına verdiği dinginliğe erişememişti daha). Bu eserlerde de düşüncelerini yer yer aşırıya kaçacak şekilde işlemiştir. İlkesi özgürlüktür. Seçkin bir çevrenin “ayrıcalıklı, liberal toplumun” kendi bilimini, kendi yanlışlarını kendisine yabancı olan halka zorla benimsetmesini yadsır.”
Tolstoy daima ruhsal ve düşünsel acılar çekmiştir hayatında. Bu durum da onun romanlarının salt estetik yönlü değil düşünsel yönü ağır basacak şekilde yazılmasını sağlamıştır. Rolland bu durumu hemen her eserini inceleyerek vermiştir kitapta. En çok da Tolstoy’un sanat ve sanatın işlevi konusundaki düşüncelerini topladığı "Ne Yapmalıyız?" adlı esere referans vererek oluşturmuştur metnini. Bunun dışında tabii ki en çok yararlandığı kaynak Tolstoy’un günlükleri ve itiraflarıdır. Orada her şey mevcuttur çünkü.
Kısaca toparlayacaksak: Tolstoy’un ruhsal ve düşünsel olarak nereden nereye geldiği, hangi kırılmaları yaşadığı ve bunları nasıl aştığı, onun bin kere yanlışını görse de sırtını dönemediği halka bakış açısını, dine, öğretilere ve insanlığa, güzele bakışını Rolland çok başarılı işlemiştir. Elbette bu metinde Tolstoy’un itirafları ve günlükleri çok önemli olmuştur. Ama eserde eksikler de vardır. Bunlardan biri aile hayatıdır. Karısıyla ilişkisini, ona olan sevgisini, onunla yaşadığı açmazları Roland bize gösterse de bu durum yetersiz kalmıştır. Burada da araya girmek istiyorum: Bazen sosyal medyada her şeyle olduğu gibi Tolstoy’la da ilgili saçma cümleler çıkıyor. Tolstoy, evet karısından ve ailesinden ayrılıp bir tren istasyonunda ölmüştür ancak bu bir kaçış değil bir ayrılıştır. Çünkü o, dünyalık hemen her şeyden vazgeçmiştir fakat karısı ve çocukları ona ayak uyduramamıştır. Bu yüzden en çok eleştirildiği noktayı da yıkarak (yaşayışı ve düşünceleri farklı eleştirisi) kendi yolunu çizmek için ayrılmıştır ancak kısa süre sonra son nefesini vermiştir.
Bir diğer eksik, dönemindeki yazarlarla ilişkilerine neredeyse hiç değinilmemiştir. Hâlbuki Çehov ve Gorki’yle hatırı sayılır derecede görüştüğü ve onları önemli ölçüde etkilediği bilinen bir şeydir. Turgenyev’e hayranlığı ve onunla ilişkisine kısaca değinilmiştir. Dostoyevski’yle aynı dönemde yaşamalarına rağmen hiç görüşmemişlerdir fakat bu Tolstoy’un onun hakkında bir kanaati olmadığını göstermez. Bu da yoktur kitapta.
Rolland bu kitabı 1911 yılında kaleme alsa da 1913 ve 1927 yıllarında yaptığı ekler de kitabın sonuna eklenmiştir. Ayrıca en sonda ölümünden iki ay evvel Tolstoy’un Gandhi’ye yazdığı mektup yer alır ki kitabın Tolstoy’un düşünceleri ve öğretisi yönünden kısa bir özetidir.
Tolstoy’u merak etmeyen yoktur sanırım. Hayatı boyunca bir arayış içindedir ve kanaatime göre buldum dediği anda da vefat etmiştir. Tolstoy’u tanıdığımı sanıyordum ama bu kadar ruhsal ve düşünsel evrelerden geçtiğini tam bilmiyordum. Eksikleri olsa da iyi bir inceleme yazmış Rolland.
Mehmet Akif Öztürk