Günümüzde faal olan yayınevlerinin birçoğu tasavvufla alakalı bir eser mutlaka neşretmiştir. Bir konuşma esnasında tasavvufî metinlerin bu kadar dolaşımda olmasının modern zamanla ilintili olduğunu ifade etmiştim. Türkiye’de kitap basan yayıncıların en tasavvufa mesafelisinin bile, İslam’ın manevi boyutu olan bu öğretinin dayandığı en önemli isimlerden biri olan Hasan-ı Basri’nin konuşmalarının derlendiği bir kitap neşretmesi, yayıncılar için tasavvufun bir vazgeçilmez olduğunu ortaya koyuyor.
Seviyesiz romanlar bir kenara, birçok yayınevi Hazreti İbn Arabî’nin Füsusu’l Hikem’ini, Hazreti Mevlânâ’nın Mesnevi’sini neşretti. Tasavvuf klasiklerinin yayınının bir modern zaman olgusu olduğunu kastetmiştim ben. Zira kitaplar matbaada basılmazdan evvel, bir okur kitaba anca kütüphanelerden ulaşabiliyor yahut istinsah ettiriyordu.
Kütüphaneye gitmek veya bir kitabı istinsah etmek isteği, o kitap hakkında meraktan ziyade hislere sahip insanların yapabileceği bir eylem. Günümüzde zor ulaşılan o eserlere kolay ulaşım, birazcık merak edenlerin dahi eseri edinmelerine imkân sağlıyor. Tasavvufî konuda bilgisi, görgüsü olan ya da olmayan herkesin edinebildiği kitaplarda, yalnızca ehlinin anlayabileceği bazı ifadeler, o konuda yeterli tahsili bulunmayan insanlar tarafından, en ucuzu fasıklık olarak nitelendirilebiliyor.
Bendenizin yukarıda temas etmeye çalıştığı hususu, yıllar önce, 2006 senesinde Dücane Cündioğlu’nun Yeni Şafak’ta kaleme aldığını, bugün Mahmud Erol Kılıç’ın Tasavvuf Düşüncesi isimli kitabını elime aldığımda gördüm. Dücane Cündioğlu, yazısında “tasavvufî eserler neşredilmemeli” diye bir teklif getiriyor. Mahmud Erol Kılıç da Kitap Postası dergisinin yaptığı soruşturmada bu konuya eğiliyor. O soruşturmaya verilen cevap, kasımda Sufi Kitap'tan çıkan bu kitaba da alınmış.
“Tasavvufî metinler neşredilmemeli” hükmünün rahatsız edici olduğunu söyleyen Kılıç, buna rağmen bu hükmün hakikat payları da içerdiğini ifade ediyor. Mahmud Erol Kılıç meseleye tasavvufî bir yorum getiriyor ve yazılı metinlerin, içlerinde ruhu taşıyan bedenler gibi olduklarını, tasavvufî eserleri kaleme alan ariflerin de kendilerine ihsan edilen manaların buralarda ifadesini bulduğunu vurguluyor.
Tasavvuf geleneği içerisinde yetişmiş ariflerin, kitap yazma hevesi ve modasıyla kaleme sarılmadıklarını, aksine kendilerine ‘yaz’ diye ilham yoluyla emrolunduğu için yazdıklarını vurgulayan Mahmud Erol Kılıç, hatta bazı ariflerin hiç yazma niyeti taşımadıkları halde, aldıkları emir gereği mecburen yazdıklarını ifade ediyor.
Mevzubahis eserlerin o yüksek tasavvufî manalara ilgi ve alaka uyandırmak adına bir takım araçlar olduğunu belirten Kılıç, İbn Arabî Hazretleri'nin şu sözüne dikkat çekiyor: “Bizim eserlerimizden her gün birkaç sayfa tetebbu edenlere biz seyr ü sülûk yaptırırız.”
Mahmud Erol Kılıç, sufi müelliflerin manalara işaret ettiklerini, dolaylı anlatım tekniği kullandıklarını ve bendenizin sandığı gibi bazı gizli kalması gereken hususları sayıp dökmediklerini, bütün söylenecek şeyleri söylemediklerini, zira hallerin kâle (söze) sığmayacağını ifade ediyor.
Kılıç, bu izahlardan sonra, Dücane Cündioğlu’nun hükmünde haklı bulduğu yönü de ele alıyor. Bu eserlerin, gerekli tahsili yapmayanlar tarafından anlaşılamama gibi problemlerle karşılaşabileceğini ifade eden Mahmud Erol Kılıç, bazı manaları anlamanın zihin faaliyetinden daha fazlasını gerektirdiğini vurguluyor.
Kimi sufilerin, “Bizim eserlerimize namahrem bakmasın” dediğini, tıpkı Kur’an-ı Kerim'in temizlenmeyen ve arınmayanlara mana kapılarını açmadığı gibi bu eserlerin de, aynı hususiyete sahip olduğunu bildiriyor.
Kutsal kitapların ve tasavvufî eserlerin ‘bir bilen’le okunması gereken eserler olduğunu, Peygamber olmadan kutsal kitaplar talim edilemediği gibi, bir veli olmadan da tasavvufî kitaplardan nasip almanın mümkün olmadığını belirten Kılıç, aynı şekilde bütün ders kitaplarının da bir hoca ile okunduğunu vurguluyor.
Tasavvufî eserlerin bir bilen nezaretinde okunması gerektiğini, aksi halde içlerinde barındırdıkları sembolizmin anahtarlarının kişiye verilmemesi durumunda yanlış yerlere kaymanın muhtemel olduğunu söyleyen Mahmud Erol Kılıç, tasavvufî metinlerin bazı kimselerin elinde farklı maksatlara malzeme olarak kullanılabileceğini ifade ediyor.
Kendisinin 4 yıl boyunca bir ariften Füsusu’l Hikem okuduğunu, bu 4 yılın sonunda kitabın kendisine açıldığını vurgulayan Kılıç, arif meclislerinin ve kâmil sohbetlerinin açılamamasının dengeyi kitapların neşri yönüne kaydırdığını ifade ediyor.
Sufi Kitap'ın, Mahmud Erol Kılıç’ın çeşitli ortamlardaki sohbet, televizyon konuşması, makale, sempozyum bildirisi ve takriz metinlerini bir araya getirerek hazırladığı Tasavvuf Düşüncesi isimli eser, Kılıç’ın muhtelif mecralarda dağınık halde bulunan fikir mahsullerini bir arada sunması açısından çok önemli bir çalışma. Muhabbetle tavsiye olunur.
Ahmed Sadreddin
twitter.com/ahmedsadreddin
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.