"İnsana gene insan lazım."
- Vur Ulan Vur: Linç Öyküleri (İletişim Yayınları, Nisan 2016)
Linç, TDK'ya göre: Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi. İngilizceden dilimize, linç hukuku kavramıyla birlikte geçmiş. Peki hikâyesi nedir bu kelimenin? Dört kişiye dayandığı söyleniyor, bu dört kişinin üçü yargıç. Şöyle: "1493'te İrlanda'nın Galway kasabasında cinayet zanlısı oğlunun mahkûm ettikten sonra evinin penceresinden sarkıtarak bizzat asan, gaddarlığıyla ünlü yargıç James Lynch... Amerikan bağımsızlık savaşında gerek İngiltere'ye sadık kalan "düşmanları" gerekse her adi suç zanlısını mahkemeye çıkarmadan, çoğunlukla kırbaçlatarak, cezalandırtan yargıç Charles Lynch... 16. yüzyıl sonlarında Kuzey Carolina'da olağanüstü sertliğiyle nam salmış bir yargıç, John Lynch... Lincin isim babası adaylarından yargıç olmayan, yalnızca William Lynch: 18. yüzyıl sonu/19.yüzyıl başlarında Pittysylvania kentinde bir haydut çetesini bizzat cezalandırmak üzere milis örgütleyen bir adam..."
Gün geçtikçe ülkemizde lincin farklı mecralarda yoğun biçimde kullanıldığına tanık olduk. Hem 'eylem' bakımından hem de 'kavram' bakımından. Bir 'ünlü' kilo aldığı için takipçilerinin lincine maruz kalabiliyor, bir kız 'çocuğu' evlenmek istemediği için ailesi ve akrabaları tarafından gerek sözlü gerek fizikî linçle çok zor durumlara düşebiliyor. Bir tweet atarken bile "başıma bir şey gelmeyecekse" demenin aslında mizahi bir tarafı yok, bu en çok hışma uğrama korkusunun dile gelmiş hâli. Çocukluğunda utanç ve yas duygularıyla doğru biçimde bağlantı kuramamış her insan, hele ki korku ve kitle toplumunda yaşıyorsa, elbette 'başına bir şey gelme' psikolojisiyle yaşayacaktır. Keza Tanıl Bora da Türkiye'nin Linç Rejimi adlı bu 'küçük ama etkili' kitabında yas sürecine değinerek çok önemli bir şey yapıyor: "Sağlıklı bir yas tutma deneyimi: insanın sevdiğiyle beraber hayatındaki/hayatıyla bir 'ilişkiyi' kaybettiğini, böylece hayatında esaslı bir değişiklik olduğunu kabul etmesi; bu değişiklikle baş etmeye hazır olması, hazırlanması, yeni bir başlangıç yapmasıdır. Bu acılı deneyim esnasındaki 'kendinden geçiş/kendinden çıkış', kendiyle ve hayatla/dünyayla, başkalarıyla yüzleşmek için ve başkalarının varlığına bağımlılığı fark etmek için bir mesafedir. Dolayısıyla, dünyadaki başka acıları, başkalarının acılarını fark edebilmek, başkalarının kayıplarının, başka acıların da 'değerini bilebilmek' için bir mesafe..."
Edebiyatımızın iki usta kalemi de romanlarında linci bir 'final' kurgusu olarak işlediler kitaplarında. Biri Ayfer Tunç, Dünya Ağrısı. Diğeri Hasan Ali Toptaş, Heba. İlkinde bir 'linç tecrübesi'nin insanın yakasını hiç bırakmayışı var. İkincisinde lincin insanlık dışı tabiatının insanda oluşturduğu 'yok yahu, birileri muhakkak durdurur bu sürüyü' umudu. "İki edebiyatçının gözlerini lince çevirmesi de bize bir şey anlatıyor olmalıdır" diyor Tanıl Bora. Çünkü bu vahşi ve vicdansız, çünkü bu en doğal ifadeyle şerefsizce eylem, konu edilmeli, yani konuşulmalı. Romanla, filmle ve hatta müzikle.
İlk baskısını Aralık 2008'de yapan bu 112 sayfalık kitap, Mart 2018'e dek 6. baskıya ulaştı. Son baskıda Tanıl Bora'nın bazı eklemeleri ve çıkarmaları var. Kapağı oldukça ağır: 2013 Haziranı’nda Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın uğradığı lincin video kaydından bir görüntü. Elindeki-belindeki coplara ve sopalara 'inanmış' bir güruhun, tek başına 'yakalayıp' köşeye sıkıştırması ve 'hayatî' bölgelere o copları, sopaları indirmesi. İnsan, tek başına yeterince hayatîyken bile. Ancak insandan bahsediyoruz, lincin sınırları içindeki tek insandan. Linç; güruhun, sürünün, hayatını işaretlere, söylevlere, emirlere bahşetmiş ve dolayısıyla putunu inşa etmiş kimselerin eylemi özellikle.
Bir millî refleks oluşturma gayretiyle millî öfke seferber ediliyor Tanıl Bora'ya göre. Bu da bir "gayrınizamî asayiş tedbiri" olarak özellikle seçim öncesi ve 'olağanüstü gelişmeler' dönemlerinde epey iş görüyor. Tedbirle tehditin, tahrikle tacizin iç içe geçtiği bu 'iş görme' durumunda halkın sorunu kendi yöntemleriyle(?) çözebileceği gibi nostaljik bir algı da oluşturuluyor elbette. "Sözün bittiği yerdeyiz", "evlerinde zor tuttuğumuz bir yüzde elli var", "olacaklardan sorumlu değiliz" gibi cümlelerin her biri sözün bittiği yeri işaret ediyor aslında: "Yönetenler, sosyal devletin son kalıntılarının da eridiği, milyonlarca insanın perişanlık içinde yaşadığı, bir "güç" sahibi olmayan kimsenin kendisini reşit insan yerine konuyor hissedemediği bir toplumun kendisini "bir ve beraber" hissetmesini sağlamanın başka bir aracına sahip değildir. Çok övünülen "bayrak selleri", toplumsal ilişkilerdeki çözülmenin ve bundan doğan umutsuzluğun, kaygıların üstünü örtüyor. Tabii, soruların da üstünü örtüyor. "Söz bitti" emri, daha başlamamış konuşmayı boğuyor."
Türkiye'nin Linç Rejimi; Razgrad, Vagonli, Hatay, Tan Matbaası ve 6/7 Eylül olayları üzerinden erken cumhuriyet dönemindeki linç disiplinini incelerken linç ortamının nasıl kurulduğunu ve lincin nasıl bir 'faşizm sarkacı' olduğunu anlatıyor kısaca. Mukayeseli linç etüdü için Nazil Almanyası ile bugünün Türkiyesini karşılaştırıyor. Linç açılımını ve linç kültürünü sorguluyor. "Gezi" linçlerini aktardıktan sonra Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi'nin sunduğu verilerle 2002-2013 yılları arasında gerçekleşen linç girişimlerini döküyor masaya.
Tüm bu döküş birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Kavgayı ve inşaatı izlemekten büyük keyif alan halkımız, herhangi bir kavganın yanına bile konamayacak linç denen insanlıktan uzak eylemi izlemekten de keyif alıyor artık. Seyir zevki yüksek, tıklanma oranı yüksek, okunma oranı yüksek. Şöyle diyor Bora: "Lincin skandal olarak karşılanmadığı, linç vakasının insanlık adına bir utanç duygusuyla değil de 'acaba niye yapmışlar?' (zımnen: kim kaşınmış) merakıyla karşılandığı bir toplumsal vasatta, lincin seyirlik olması şaşırtıcı değildir."
Kin, intikam, öfke, nefret ve şiddet duygularının 'hep birlikte' eyleme dönüşmüş hâlidir linç. İnsanlığın bittiği yerdir. Belki de bu yüzden "büyükler" her linç vakasından önce "sözün bittiği yerdeyiz" der. Oysa insanlar konuşa konuşa...
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf