"Bir insan için en yüksek mertebe acziyettir. İnsan acziyetini idrak edip, bildiklerinin ancak Allah'ın kendine verdiği kadarı olduğunu anladığında Allah'ı bulmuş olur."
- Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu
"Bulduğun ile mutmain isen ne âlâ, değilsen aliyülâlâ."
- Hasan Lûtfi Şuşud, Fakir Sözleri
- Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu
"Bulduğun ile mutmain isen ne âlâ, değilsen aliyülâlâ."
- Hasan Lûtfi Şuşud, Fakir Sözleri
Giderek daha kolay kırılan insanlara mı dönüşüyoruz yoksa daha kolay kıran insanlara mı? Bazen en yakınımız, bazen yakınımız zannettiğimiz, bazen dost bildiğimiz ama en çok da sevdiğimiz. Kıran kırana bir mücadeleye dönüşen hayat her gün daha da kırıcı olurken, bizlerin de galiba teselliye daha fazla ihtiyacı var. Mecit Ömür Öztürk, Dervişin Teselli Koleksiyonu serisiyle başladığı teselli avcılığını sürdürüyor. Mecit Beyin en mühim özelliği, abonesi olduğumuz bakış açısını irfani dönüşüme sokması. Sen Derviş Olamazsın, tam da şu zor zamanların kitabı olmuş. Şimdi biraz kitabın içine süzülelim.
Mecit Ömür Öztürk evvela düşünce sistemimizin dünya yaşantısında ne kadar bozulduğundan bahsediyor. Kirli görüntüler ve kirli sesler giderek kirli zihinlere sebep oluyor. Yalnız kendini düşünen insanlar, kendini asla düşünmeyen insanlar, çevresini ve toplumu hiç düşünmeyenler bir yana; düşünmekten uzak yaşayanların ne kadar fazla olduğu da ayan beyan ortada. Yoksa dünya bu kadar korkunç bir hâle bürünmezdi şüphesiz. Düşünceyle kurduğumuz yanlış ilişki, bütün insanlığa bedel ödetiyor. "Yaratıcıdan bağımsız bir düşünce tanımı, insanı zihnin sınırlarına sıkıştırıp hapsetti" diyor yazar ve şöyle söylüyor: "İnsanın kapalı, mekanik bir evrende, hiç işaret/ayet olmaksızın yaşanabileceğine olan görüş çöktü ve insanlığa sırlara yayılmış bir iç sıkıntısı armağan etti."
Kıymetli bir büyüğüm tasavvufun aşırı duygusal, romantik bir boyuta hapsedilmesinin kişiye zarardan başka bir şey vermeyeceğini dile getirir hep. Ağlamak güzeldir ancak her fırsatta gözyaşlarına sığınmak bir şeylerden kaçmanın belirtisi oluyor sanırım. "Aman ya Fahr-i Âlem" demenin güzelliği fevkaladedir elbette ama günümüz insanı olayları işin içinden çıkılmaz şekilde dramatize ediyor. Bu sıkıntı, olaylara daha geniş bir pencereden bakmamanın, tevhid merkezli yaşamamanın bir belirtisi olsa gerek. Diğer yandan, dünyayı sadece sıkıntılardan ve imtihanlardan oluşan bir yer olarak görmek de başka bir garabet. Mecit Ömür Öztürk tam da burada çok güzel bir bakış açısı sunuyor: "Yaratılıştan maksat yalnızca insanın imtihan edilmesi olsaydı, böyle geniş bir kâinata, nimetlerde bunca renklilik ve çeşitliliğe gerek olmazdı. İnsanın imtihan edilmesi için daha dar bir mekân, daha kısıtlı imkânlar da yeterli olurdu. Yaratılıştan maksat, öncelikle ilahi isimlerin insan tarafından temsil edilmesidir."
Bir şeylere sahip olmakla ömür tüketiyoruz. Okuduğumuz kitaplar bize her ne kadar "mal da yalan mülk de yalan" dese de bu önce hoşumuza gidiyor, sonra da bir alışveriş merkezine gidip hoşumuza giden şeyin tam aksini yapıyoruz. Bu hâl, doktorun "diyet şart" dediği bir hastanın kahvaltıda önce peynir, zeytin yiyip daha sonra da menemene, kaymağa, ekmeğe gömülmesine benziyor. Yaşamın tadının yalnızca elle tutulur, gözle görülür, kulakla duyulur şeylerden ibaret olduğunu zannediyoruz. Halbuki: "İnsanın varlık ve sahiplik iddiasıyla yaşam kararır. Kendisinin var değil, var edilen olduğunu anlamasıyla insan aydınlığa kavuşur. İnsan; enaniyeti bıraktığı, nefsinin kökende bir hiç olduğunu ve ilahi isimlerin tecelli ettiği bir aynadan ibaret bulunduğunu keşfettiği zaman, topyekûn bütün varlığı ve bitimsiz bir var olmayı kazanır."
Kıymetli bir büyüğüm tasavvufun aşırı duygusal, romantik bir boyuta hapsedilmesinin kişiye zarardan başka bir şey vermeyeceğini dile getirir hep. Ağlamak güzeldir ancak her fırsatta gözyaşlarına sığınmak bir şeylerden kaçmanın belirtisi oluyor sanırım. "Aman ya Fahr-i Âlem" demenin güzelliği fevkaladedir elbette ama günümüz insanı olayları işin içinden çıkılmaz şekilde dramatize ediyor. Bu sıkıntı, olaylara daha geniş bir pencereden bakmamanın, tevhid merkezli yaşamamanın bir belirtisi olsa gerek. Diğer yandan, dünyayı sadece sıkıntılardan ve imtihanlardan oluşan bir yer olarak görmek de başka bir garabet. Mecit Ömür Öztürk tam da burada çok güzel bir bakış açısı sunuyor: "Yaratılıştan maksat yalnızca insanın imtihan edilmesi olsaydı, böyle geniş bir kâinata, nimetlerde bunca renklilik ve çeşitliliğe gerek olmazdı. İnsanın imtihan edilmesi için daha dar bir mekân, daha kısıtlı imkânlar da yeterli olurdu. Yaratılıştan maksat, öncelikle ilahi isimlerin insan tarafından temsil edilmesidir."
Evet, ilahi isimler son derece hassas bir konu. İlm-i ledünün, yani tasavvufun en kritik konusu ilahi isimlerdir. Zira bizim Hakk'ı zâtıyla bilmemiz, öğrenmemiz, tanımamız mümkün değildir. Biz Hakk'ı ancak isimleriyle bilebiliriz, öğrenebiliriz, tanıyabiliriz. O isimler bize Hakk'ı daha çok sevdirdiği gibi kendimizi bilmemizi de sağlar. Çünkü Hakk, insandan işler. Hakk'la kurulacak ilişkimizde acziyet çok önemli bir prensiptir ancak çalışarak meleklerden bile üstün olabileceğimiz meselesi de önemlidir. Bu nasıl olur? Kalp aynası temizlenecek, ilahi isimlerin oradan yansıması kuvvetlenecek, böylece kul Hakk'la gören, Hakk'la yürüyen, Hakk'la işiten bir mertebeye kavuşacaktır. Bundan sonrası her şeyin Hakk'tan olduğunu bilen anlayıştır ki vahdet-i vücud'un anlattığı da başka bir şey değildir Mecit Ömür Öztürk şöyle yazıyor: "Bilmemiz gerekir ki hangi eylemde bulunursak bulunalım, o eylem öncelikle Allah'a yönelmiştir. Söylediğimiz bir söz, başkasının kulağına girmeden önce Allah'a varır. Verdiğimiz bir hediye, başkasının eline değmeden önce Allah'ın huzuruna takdim edilir. Bitirdiğimiz bir proje, sunmamız gereken kişiden önce Allah'a arz edilir. İşte bu sebeple insan, eylem ve üretimlerini, ilk muhatabanın Allah Teâlâ olduğunu bilerek yapmalıdır."
Manevi ilerleyiş, kişinin kendisini çalışmasıyla mümkündür. Kendimizi nasıl çalışırız? Bu, başlangıç aşamasından sonra insana büyük lezzet veren ve aynı zamanda büyük ilerlemelere vesile olan bir çalışmadır. Kararlı olmak, çok boyutlu düşünmek, belirli bir disiplin elde etmek; nihayet insanı o aradığı ve özlediği kalp ferahlığına ulaştıracaktır. Her şeyin kalpte ve kalp çevresinde olup bittiği düşünülürse, Hakk'ın verdiği en büyük armağanlardan biri olan akılla kalp arasında kurulacak bir denge, insanı en sağlam ipe tutunduracaktır. Bu ipe tutunmak için gayret nasıl olmazsa olmazsa, varılacak istasyonlarda yaşanacak hayret de o kadar zevk vericidir. Buna da ilahi zevk dense yeridir. Başlangıç aşaması nedir diye sorulacak olursa, aslında bu başlangıcın hiçbir zaman sona ermeyeceği de hatırlatarak şöyle demek gerekir: benliğinden vazgeç, benliğini çıkar aradan, benlik iddia etme. Hiçbir şeyin sahibi değilsin. Bil bunu, gör kendini, bul Rabb'ini. Mecit Ömür Öztürk de bu ilk adıma dair şu değerli bilgiyi fısıldıyor okuyucuya: "Ene, kendisini sahiplenmekten vazgeçip, benim de bir sahibim var, deyince, görünürde benim yaptığım ve ürettiğim şeyleri hakikatte yapan biri var, bana bunları o yaptırıyor, diye düşününce aydınlanma ve nurlanma yolunun ilk adımını atmış demektir."
Sohbet, iyilik, niyet, ilahi lezzetler, teslimiyet, enaniyet, kader, hikmet, beden-ruh ilişkisi, sanatın ilahi kökenleri, fıtrat, hakikat, mutluluk, imtihanlar ve kalbin hâlleri gibi konular/kavramlar üzerine yepyeni bakış açıları kazandıran, insan ruhuna onarıcı tesiri olan bir kitap Sen Derviş Olamazsın.
Yağız Gönüler