"Hastayım, yalnızım, seni yanımda
Sanıp da bahtiyar ölmek isterim
Mahmûr-ı hülyâyım, câm-ı lebinden
Kanıp da bahtiyar ölmek isterim."
- Rızâ Tevfik Bölükbaşı (Lemî Atlı, Hicaz)
Maggiore Hastanesi'nde Psikiyatri Başhekimi, Milano Üniversitesi'nde ise Sinir Hastalıkları ve Zihinsel Hastalıklar Kliniği Öğretim Üyesi olan Eugenio Borgna, "Ruhun Yalnızlığı" üzerine bir kitap yazdı. Yapı Kredi Yayınları da Meryem Mine Çilingiroğlu'nun çevirisiyle şubat 2013'te raflara sundu. Okudunuz mu? Hayır. Ne gerek var. Bir ergen duvar yazısı ismine sahip olsa da yalnızlığın çeşitlerini, çözümlemelerini ve hatta tedavi yöntemlerini, yalnızlığın içinde olup biten her şeyi okuyabilmek bu kitapla mümkün. "Bunalım, batılınındır" sözünü unutmadan okumalı. Zira bu "moderen ve lüküs" arkadaşlar her fırsatta bunalıma girmeye hazırlar. Werther'in acılarını okuduktan sonra yüzlercesi intihar etti, unutmamak lâzım. Kolay değil. Henüz Murat Kekilli dinlemedi hiçbiri ya da Ferdi Tayfur. Ah ne güzeldir: "Huzurum kalmadı fani dünyada / yapıştı canıma bir kara sevda..."
İki türlü yalnızlık ortaya koymuş Borgna. Biri içsel yalnızlık, diğer adıyla yaratıcı yalnızlık. Kişinin biraz da kendi tercihi. Diğeri ise acılı yalnızlık, yani tecrit yalnızlığı. İşte bu ikincisi, kişinin akıl ve ruh sağlığını tehlikeye düşüren yalnızlık çeşidi. Elbette Borgna'ya göre. Hayatımızın hangi yaşında, yerinde ve mekânında olursak olalım yalnız olacağız. Yalnızlık, kaçılması mümkün olmayan bir şey. Ama her yalnızlıkta umut da var. Bunun ispatını yapabiliyor Borgna. En çaresiz bir hastada bile umut var. Dilinde yoksa gözlerinde var. Yüzünde yoksa ellerinde var. Ama var.
Kısaca Borgna'dan bahsetmek gerek. Kendisi melankoli, delilik, bilmek ve delilik üzerine önemli çalışmalar yapmış, 1930 doğumlu bir İtalyan. Halen yaşamakta ve dolayısıyla çoktan delirmiş olmalı. Şu çağda akıllı kalmayı başarabilen biri varsa ona da delirmeyi öneriyoruz. En azından arada bir kendiyle dalga geçmeli. İyi geliyor. İtalyan amcanın yaralı duygular, bekleyiş-umut ve yüreğin duraklamaları gibi korkunç isimlere sahip kitapları henüz Türkçeye çevrilmedi. Muhtemelen ilk okuyucusu ben olurum. Güzel konular. Bu tip kitapları bir kuşun ötüşündeki "hayret"i ve bir çiçeğin açışındaki "hasret"i yakalayabilenler okumalı. Telefonunun şarjını bitirmeden uyuyamayanlar ve "param seni nere verem?" diye mağaza gezmekten düz tabanlaşanlar değil.
"Hayatımız kendi içselliğimizin sessizliğinde ve gizinde ilerlediğinde, yalnızlıkla damgalandığında bile, alacakaranlığı ve gün ışığını yakalamayı bilen kişide tekrar tekrar parlayıveren, varoluşumuzun eşlikçisi bu sabahyıldızına, umuda ihtiyacımız vardır."
Eugenio Borgna'nın kitabı hakkında daha teferruatlı bilgi vermekten imtina ediyorum. Zira yukarıda da dediğim gibi bu kitabı merak edenlerden çok, hak edenler okumalı. Ancak kitapta şiirle alakalı bölümü de anmak adına birkaç bilgi daha vermek isterim. Kitabın "İçinden Geçmiş Olduğumuz Karaltılar" adlı üçüncü bölümü, kendi içinde 4 alt başlığa ayrılıyor. Elbette bu alt başlıkların da altında konular mevcut. İlk alt başlık "Şiirsel İmgelemin Yalnızlığı" adına sahip. Şiire sevdalı bir ruh yoğun ilgiyle okuyacaktır hiç şüphesiz. "Büyük İçsel Yalnızlık", "Yalnız ve Düşünceli", "Kadim Kulenin Tepesinden", "İnmeye Cüret Edilemeyen Yalnızlık", "Biz Yalnızız, Korku Yalnızıyız", "Akşam Olunca", "Şiir ve Psikiyatri", "Şiir ve Felsefe" ve "Yalnız Yaşandığında" bu alt başlığın konuları. Müthiş ilgi çekici öyle değil mi? Burada Borgna özellikle 5 şair üzerinde duruyor. Hem yalnızlığın hem de umudun şairleri: Francesco Petrarca, Giacomo Leopardi, Emily Dickinson, Rainer Maria Rilke ve Antonia Pozzi. Madem yalnızlık ve umuttan söz ettik, Paul Celan'ın şu sözünü de hatırlatmak lâzım: "Şairler: Yalnızlığın son koruyucuları."
Rilke'nin -kim sevmez onu!- "Genç Bir Şaire Mektuplar" adlı eseri muazzam bir yalnızlık ve şiirsellik sandığıdır. Açmaya cesaretiniz varsa onda çok şey bulmanız mümkündür: "Herkesin yaşamında öyle saatler vardır ki, insan yalnızlığını verip ne denli yavan ve ucuz olursa olsun bir beraberliği almak ister karşılığında; iyi kötü ilk rastlayacağı kişiyle, en sıradan bir kişiyle sözde birazcık bir anlaşma uğruna yalnızlığı elden çıkarmak ister… Ama belki de yalnızlığın büyüdüğü saatlerdir bunlar, çünkü onun büyüyüşü de tıpkı oğlanların büyümesi gibi birtakım acı ve sancılarla gerçekleşir ve baharın ilk günü gibi hüzünle dolup taşar. Ancak, şaşırtmasın bu sizi. Bizlere gereken yalnızlıktır, büyük, içsel bir yalnızlık. Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak…"
Sona gelirken, bahsettiğim bölümün içindeki "Yalnız Yaşandığında" konusunda değinilen bir Nietzsche alıntısını buraya da almak ve öyle gitmek isterim huzurlarınızdan. Zira bu sözler, "Niçe"nin "Hiçe" söylediği ve yalnızlığın "gerçekten" ne olduğunu aktaran yegane sözlerdir benim için:
"Yalnızlığın bittiği yerde başlar pazaryeri; ve pazaryerinin başladığı yerde başlar büyük oyuncuların gürültüsü ve zehirli sineklerin vızıltısı."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf