Tam adıyla, Richard Arthur Warren Hughes’un kitabı Jamaika’da Bir Fırtına, Jaguar Kitap tarafından yayımlandığında dikkatimi ilk ismiyle çekmişti. Açıkça söylemek gerekirse isimdeki fırtına kelimesinin mecazî bir anlamda kullanıldığını düşünmüştüm ancak kitabın kırılma noktasını belirleyen şey tam olarak, gerçekten çıkan, ortalığı yıkıp geçen bir fırtınadır.
1800’lerin ortalarında, Bas-Thornton ailesi İngiltere’den Jamaika’ya taşınır. Her ne kadar köleliğin yasaklanmasından kısa bir süre sonrasının romanı olsa da kölelik ya da ırkçılık etkisini hâlâ sürdürür o dönemde (öyle ki Avrupa’dan Jamaika’ya taşınan Avrupalı ailelerle Jamaika’da doğan Avrupalı aileler arasında bile bir fark hissettirilir romanda). Kendi hallerinde yaşamlarını sürdüren Thornton ailesi bulundukları Ferndale bölgesini yıkıp geçen fırtınadan sonra (bir yerin tropikal özellikleri arazinin şeklinden değil de bitki örtüsünden anlaşılır, ama şimdi bütün bitki örtüsü kilometreler boyunca ezilip posa haline gelmişti… Görünürdeki tek canlı bir inekti ve onun da boynuzları kopmuştu) beş çocuğunun Jamaika’da daha fazla bulunmasını, o şartlarda büyümelerini istemezler ve onları İngiltere’ye gönderme kararı alırlar. Bu gönderme kararına Jamaika’da bulunan başka bir Avrupalı aile de iki çocuğunu göndererek katılır. En büyükleri 13-14 en küçükleri ise 4 yaşındaki çocukları bir gemiye bindirip İngiltere’ye yollarlar fakat bir süre gittikten sonra çocukların bulundukları gemi korsanlar tarafından ele geçirilir. Çocukların yaşamı da bu noktadan sonra değişiklik gösterecektir. Öyle ki daha sessiz sakin bir şekilde yol aldıkları gemilerinden korsanların guletine geçtikten sonra bir takım olumsuz olaylarla karşılaşacaklardır. Aslında korsanların gemisinde de çocukların hem kaptan Jonsen’le hem ikinci kaptan Otto’yla araları iyidir. Silahları bulunmayan ve bir korsan gemisinden görece farklılıklar içeren bu geminin mürettebatı da çocuklara karşı genelde olumlu bir tavır içindedirler ancak her çocuğa karşı değildir bu olumlu tavır. Gerek erkek cinsiyeti üzerinden çocuklara (özellikle yaşı büyük olanlara) bakış açısı gerekse de şiddet olaylarının anlatılması, kitabın yayımlandığında tepki çekmesine sebep olan ögelerindendir. Şiddet kavramı üzerinden ahlâk, vicdan gibi sorgulamalara girişen yazar, çocuklar üzerinden masumiyet kavramını kullanarak iyi-kötü kavramlarını çatıştırır. Bunu bazen basit bir şiddet olayıyla bazen de daha komplike bir şekilde gerçekleştirir.
Jamaika’da Bir Fırtına 1929 yılında yayımlandığında ülkede ciddi sayılabilecek bir etki yaptı demiştim. Sineklerin Tanrısı gibi kült bir esere de ilham kaynağı olan kitap tartıştığı fikirlerle dönemine damga vurmuştur. Kitap yer yer psikolojik roman özelliklerini de gösterir ancak bu durum çok belirgin değildir. Olayları genelde görünen yüzüyle gösterip, o görünen kısım üzerinden tezlerini savunan yazar çocukların iç dünyalarına az yer vermiştir. Kitabın ana kahramanlarından 10 yaşındaki Emily’nin bile psikolojisini detaylı irdeleseydi, eser çok daha başarılı olacaktı.
Gemide küçük bir distopya ortamı oluşturan Hughes küçük karakterlerinin çocuklukla ergenlik arasındaki çizgide gidip gelmelerini başarılı bir şekilde işlemiş diyebiliriz. Özellikle daha çok diyaloga yer verdiği kahramanların kişilik gelişimlerini irdelediği yerlerde görürüz bunu. Zaten üzerinde durduğu kavramları (ahlâk, vicdan vb.) çatıştırırken çocukların bu büyüme hâlinden iyi yararlanmış. Fakat Sineklerin Tanrısı’ndaki gibi salt iyi veya salt kötü olma durumu burada çok belirgin değil. Kült yapıt Sineklerin Tanrısı’ndan daha mı aşağı bir eser diye soracak olursak, buna evet diyemem. Sadece daha az detaylı ve biraz daha durgun bir eser diyebilirim (Sineklerin Tanrısı çok bilinen bir eser olduğu için bu kitapla kıyaslıyorum).
Birkaç olumsuz gördüğüm noktaya değineyim: Olay geçişleri ve vurucu olaylar çok keskin gösterilmiş romanda. Yani gelecek olan olay hissettirilmiyor. Olayın alt yapısını hazırlama konusunda anlatım başarılı değil. Aynı şekilde daha önce değindiğim gibi sadece çocukların değil, baş kahramanlardan kaptan Jonsen’in de psikolojik durumu pek irdelenmemiş. Bunlar da olsaydı kitap zaten bir üst seviyeye çıkardı. Bir de çocuklardan biri, baş kahraman Emily’nin ağabeyi John’un başına gelenler ve sonrasında o olay hiç olmamış gibi davranılması, kekremsi bir tat bırakıyor okurda. Bunların dışında ele aldığı konuyla beraber, bir macera romanı olarak değil daha ciddi sorunları irdeleyen bir roman olarak görülmesini tercih ederim Jamaika’da Bir Fırtına’nın.
Aslında başlangıç olarak, özellikle kırklı sayfalara kadar çok bir şey vaat etmeyen romanın, 20.yy İngiliz Edebiyatı’nın önemli eserlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Emin Yaşar Sınır’ın çevirisinde de bir problem yok. Kendini okutan ve edebiyatın hemen her alanında eser vermiş yazarın diğer eserlerini de merak ettiren bir kitap olarak görüyorum Jamaika’da Bir Fırtına’yı. 1965’te sinemaya da uyarlanan eser, çocuk kahraman(lar) kullanılarak oluşturulan yapıtların en iyilerinden belki de.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10