Türk öyküsünü mesele edeceksek, günümüz öyküsüne kuram olarak hem de öykünün asgari şartlarını yerine getirmekte başarılı Necip Tosun’u öncelemekten geri durmamalıyız. Tosun’un anlatıcı olarak öyküye giriş tarihi 1983 senesidir. İlk
öyküsü “Yangın” ismini taşımaktadır. Tosun’un öykü ve kuramla olan mesaisini
göz önüne alıp konuşacaksak, Tosun’un karnesi sağlam ve mütevazıdır.
Sağlamlığı tarafımdan/tarafımızdan şu şekilde kabul görmektedir; 1998’de çıkan
Küller ve Uçurumlar (Hece Yayınları), 2005’de çıkan Otuzüçüncü Peron (Hece
Yayınları) öyküye dair örneklemelerimiz olacaktır. Sağlıklı ve sağlam bir şiirin
ana arterlerinden bahsettiğimizde sırtımızı dönemediğimiz eleştiri, öykü konusunda
meydana çıkıp efelenmektedir. Efelenmesi hakkıdır, bu hakkı gören Tosun,
öykünün sağlıklı yollarını ararken eleştiri konusunda da çalışmalar yürütmüştür.
Bu çalışmalar hem dönemini aydınlatmış hem de sonrasındaki kuşağa ve günümüze
sağlam öykünün asgari şartlarını anlatmıştır. Anlatıcının öykü eleştirisi konusundaki
mesaisi 1990 yılında başlamış olup, Modern Öykü Kuramı kitabı 2011
yılında Hece Yayınları'ndan çıkıp, öyküye dair mesaisi olan öykücülerin başucu
kitabı olma görevini görmektedir.
Toplum olarak düzgün ve akışında mani olmayan meseleleri açıklamak için şiir
gibi akıyor veya su gibi berrak ifadelerini kullanırız. Şiir konusunda dil muazzam
önemlidir ancak dilin bir sınırı ve zaman aşımı vardır. Öyküde bu tarife uymak
zorundadır ancak öyküdeki kronolojik oluşum şiire göre farklıdır. Cümleler, ifadeler,
anlam uzundur. Anlatıcı bu kronolojik sistematiği yerine oturturken dile
azami özen göstermelidir. Eğer göstermezse kaybeder. Ya kazanır ya da kaybeder
değil. Kaybeder. Tosun, okuyucuya gelirken kronolojik sırayı öncelemiyor. Kronolojik sıra modern
anlatımın içinde ana unsur olarak değil, tali unsurlar olarak eritiliyor. Bu
konudaki başarı modern öyküden haberdar oluşunu işaret ediyor. Anlatıcı modern
kurama ve kronolojik sıralamaya hâkimse dil konusundaki başarı oranı yüksek
olacaktır. Başarının bir diğer unsuru da öyküde olması gereken ‘anlam’ meselesidir.
İçi boş, öyküdeki kof teklifler öyküsü dil konusunda başarısızlığa iter. Tosun,
modern öyküye yaklaşarak, klasik öyküdeki kronolojik sıraya teslim olmayarak
ve öyküsünde anlamı öncelediği için ana unsur olan dil kuvvetlidir. Başarı yüksektir
ve düşmemektedir.
Kuvvet kazanan dil, anlam ile birleştiğinde anlamda boğulmayan, tökezlemeyen
bir yapı kazanıyor. Okur, öyküyle yüzleştiğinde ayrıntı denizinde boğulmuyor.
Öykü, okuyucuyu sersemletmiyor. Bu anlatıcının öykü konusunda kolaya kaçtığını
göstermez. Aksine, anlatıcı muntazam bir şekilde hüviyet kazanmış olan
öyküyü sağlam bir dil ve açık anlatımla okura sunuyor. Öykü başlıyor, kronoloji
tali unsurlar olarak yerini alıyor, ana unsur olan dil yanına anlam unsurunu alıp,
okuyucu sağ kroşenin ne olduğunu o zaman öğreniyor. Anlatıcı, okuru oyuna getirmiyor
ancak öykü anlatıcının. Hikâyeler, bazen istediğimiz gibi veya düşündüğümüz
gibi sonuçlanmaz. Okuyucu geriye yaslanır, anlatıcının kroşesinin etkisinde,
kendine gelmeye çalışır.
Toplumların istemese de yüzleşmesi gereken gerçekleri vardır. Gerçekler, 7’den
70’e her bireye tesir eder ve izler bırakır. Anlatmak topluma düşer fakat bu ihtiyacın
hepsini karşılayamaz bu anlatılanlar. Farklı bir kanaldan, ağızdan dinlemek
gerekir yoksa ağrısı hafiflemeyecektir.
“İçinde adını koyamadığı bir burukluk vardı. Bir yandan buralara yeniden kavuşmuş
olmanın sevinci, diğer yanda da nereden başlayacağını, nasıl karşılanacağını
bilememenin kaygısı. Ne diyecekti. Her şeyi sizin için yaptık, ama birden ayağımız
kaydı, düştük. Bir bakışa yakalandık. Ama o incitici oyun bitti.” [Otuzüçüncü
Peron-Geçit-S.32]
Anlatıcının öyküye konu ettiği kişi, bu ülkenin hangi tarafına koyarsanız koyun
gerçeğidir. İdeolojisi, inancı, rengi ne olursa olsun. İnandığı, peşinden gittiği ve
sonra düştüğü. Boşluklar, herhangi bir şekilde kani olduğumuz ve bize tanıdık
gelen düşme hali. Yerin üstündeki ağır türbülans.
“Slogan attığı, cenaze törenlerine katıldığı yerlerden geçti.” [Otuzüçüncü Peron-
Geçit-S.32]
Gidilen yerden döndüğünüzde, gidilen yeri ve olanı anlatmak güçtür. Bu güç durumu,
desibeli artmış öfke ve merhamet karışımı bir insana has olan atom bombasıdır.
“Küçücük, tertemiz yürekleriyle her şeyi değiştireceklerini sanmışlar ama arkalarında
titrek gölgeler, cam kırıkları ve büyük düşler bırakıp yitip gitmişlerdi.”
[Otuzüçüncü Peron-Geçit-S.33]
Anlatıcı, büyük düşleri geride bırakıp yitip gidenlerden midir, bu soruyu sorabiliriz
ancak cevap verme lüksümüz yok. Şunu söyleyebiliriz; anlatıcı birçoğumuz
gibi bu sendromu yaşamış adı hangi darbe olursa olsun anlatıcı yaşananlar karşısında
zayiat vermiştir. Bu zayiat durumu, anlatıcıyı yaşanan zamana tanıklık
etmeye çağırmış, anlatıcı ancak bu şekilde omzundaki yükü hafifletebilmiştir. Anlatıcı,
zamanını anlatmak ve okuyucuya aktarmak konusunda güçlüdür. Korkuya
kapılmadan ve sakınmadan bu gerçekleri ifade etmektedir. Okur olarak biz de
yaşamaktayız.
“Biri bulvara, şehrin merkezine, diğeri otogara doğru uzanıyordu. Kaldığı ev ise
tam karşıda, tepedeydi. Dik merdivenle çıkılan mahallesi karanlıklar içindeydi.
Bu saatte ıslak ve kaygan merdivenleri çıkmayı göze alamazdı. Sağa doğru baktı.
İnsanı rüyalara, umutlara, yolculuklara çağıran otogar ışıl ışıldı. Pek çok otobüs
girip çıkıyordu. Hiçbir zaman yolcu olarak girmediği, hep tanıdığı tanımadığı
insanları karşıladığı o mekâna, otogara doğru yöneldi.” [Otuzüçüncü Peron-Ricat-
S.49]
Anlatıcının zihnindeki kendine gelebilme, kendini bulabilme konusuna açıklık
kavuşturmak istiyorsak ‘karanlık içinde olan ev’ ve ‘ışıl ışıl olan otogar’ ifadelerini
seçip almalı ve masaya koymalıyız. Ev, sosyal ve toplumsal hayatımızda
güveni ve emin olmayı ifade eder. Uzağa giden, uzak düşen her zaman evi önceler
ve bu umutla hayata bağlanır. Ev umut demektir. Anlatıcı, evi tam aksi istikamete
koymaktadır. Çünkü ‘eve giden merdivenler ıslak ve kaygandır’ gerçeği vardır.
Anlatıcının ifadelerini masaya koyarken meseleye nesnel olarak bakmayın, cisim
kazandırmayın. İçimizle/içinizle ilgili olsun bu cisim kazandırma. Kaçmak istediğimiz,
yorulduğumuz bir benlik ve kendi oluşumuz var. Islak ve kaygan kendi
oluşumuz. Anlatıcı, günümüzle aidiyet sorunu yaşayan toplumun sorununa işaret
etmekte. Kendi oluşun, hastalıklı yanlarından kurtulabilmenin reçetesini yazıyor
ve ekliyor ‘hep tanıdığı ve tanımadığı insanları karşıladığı o mekâna’ unsurundan
kurtuluşu da tanındığı ve tanınmadığı bir insan olarak gitmekte gösteriyor.
Anlatıcıya göre, toplumsal kendi oluşun hastalıklı bu yönünden kurtulmanın ilk
olmasa da son çaresi nesnel olarak değil kendi içinde ışıl ışıl bir otogar tespit edip
gitmektir. Terki terk ederek terki terk.
Anlatıcının kronolojik öykü sistematiğini tali unsur olarak kullandığı ifade etmiştik.
Modern öykü kuramı ışığında yapılan mesai sonunun nasıl biteceğini tahmin
etme konusunda bizi yanıltıyor. “Otüzüçüncü Peron” isimli öyküde karakter hapisten
çıkmıştır. Ancak karaktere, toplumdaki bireyler farklı biri gibi davranır.
Taksici, manav, hatta anne dediği karakter bile kendisine ‘buyur bey’ diye hitap
eder. Öykü garipleşir, okur olarak ana karakterin rüyada olduğunu düşünürsünüz
ancak karakter uyanıktır. Ayrıntılar üzerinden okuru uyanık tutmaya çalışır.
Karakter tam belgelerle sırrını ifşa edecekken, anlatıcı ortaya çıkar. Okurun ve
karakterin deplasmanda olduğunu hatırlatarak, bir kedi miyavlamasını sebep kılar.
İpuçları elinizden gider, okur tüh be der, karakter yoluna devam eder. Karakter,
korkulu bir rüyaya kendi olarak dalar, kendi olarak uyanır. Bu karakterin
bildiğidir. Yağmur yağmaktadır, gözlerini ovuşturarak uyanır ve elektrik direğine
bakar. Direkteki afişte kendi fotoğrafı bulunmaktadır. Ana karakter, çifttir. Hem
baba-hem oğuldur. Ayrım şuradadır, baba oğlunun geçmişini bilmemektedir, oğul
babanın geçmişini bilmemektedir.
“Karşılaşmalar” öyküsünde anlatıcı ana karakteri, yan karakterin ölümü üzerine
bir buluşmaya yönlendirir. Ana karakter, diğer yan karakterle ölen yan karakter
üzerine buluşmalar sağlar ve ana karakter ölen karakterin ölü bulunduğu eve gider.
Ana karakter ve yan ölü karakter ortak özellikleri kalp hastası olmaları, sürekli
ceplerinde kalp ilacı taşımalarıdır. Yan ölü karakterin evine gittiğinde, ana
karakter yan ölü karakterin nasıl öldüğü sorusuna cevap ararken, anlatıcı öyküdeki
karakterlerin yerini değiştirir. Ölü yan karakter, ana karakter boyutuna geçer
ve aslında yerde yatan ölü yan karakter değil, ana karakterdir. Ölen kendisidir. Zil
çalar, kapıcı gelir. Yan ölü karakter ile ana karakter yer değiştirip, tek karakterde
birleşmiştir. Tek ana karakter, zilin çalmasıyla düştüğü yerden kalkar, etrafa dağılan
hapları toplar ve kapıyı açar. O esnada, ölen yan karakterin dinlemiş olduğu
Bach müziği çalmaktadır. Kapıcı, bu ayki aidatı istemektedir.
Anlatıcının, karakterleri şekillendirmesi ve öyküde konumlandırması kuvvetlidir.
Bu teknik, klasik öykünün bize sunmuş olduğu bir gerçeklik değildir. Modern
öykü ve öykü kuramının öyküye dâhil olmasıyla başarıya kavuşup, kendine alan
açmış bir tekniktir.
Modern şiir, şiir kuramı etkisinde ‘hikâyeleştirme ve romansılaştırma’ teorilerini
kullanıp, şiirlerine yerleştirmektedir. Öyküde de, kuramın etkisi ile şiirin öyküye
dâhil olmasından söz edebiliriz. Bu kaçınılmazdır çünkü kuram ve alanlar arasındaki
etkiden bahsetmemek kuramdan, kavramlardan anlamadığınız anlamına
gelir. Tosun’un öykülerinin dil sağlamlığından bahsetmiştik. Bu dil sağlamlığının
önemli kazanımlarından birisi de öykülerdeki şiirselleştirmelerdir. Bu şiirselleştirmenin
öncelenmesi, öyküyü sağlam kılmakta ve geçerliliğini artırmaktadır.
Şunu diyebiliriz; Tosun, öykü kuramından ve öyküden anlıyor.
“Sararmış yaprakları toz içindeki çınarlara, her tarafı delik deşik olmuş asfalt yola
bakarken, artık burada yaşamıyor olması içini rahatlatmıştı.” [Otuzüçüncü Peron-
Sis Çanları-S.51]
“Rüzgâr, terden ıslanmış gömleğine, alnına, saçlarına çarpınca, kendini biraz daha
rahatlamış hissetti. Tam da mevsimiydi. Hanımeli kokusu iskeleye kadar uzanan
bu daracık sokağı doldurmuştu.” [Otuzüçüncü Peron-Aynalar ve Sırlar-S.7]
Anlatıcı, öykü girişlerinde şiirselleştirilmiş ifadeler kullanarak giriş yapıyor. Öykülerin
ilerleyişinde bu şiirselleştirilme durumu devam ediyor.
“Üzerinde günler söndürülmüş birbir. Kimi yarım bırakılmış, kimi sonuna kadar
içilmiş. Filtrelerinde ruj izleri, dudak kanamaları. Küllere boğulmuş izmaritler.
İşte ömür bu; boşaltılmayı bekleyen bir kül tablası.” [Otuzüçüncü Peron-Yağmur-
S.73]
“Bu yağmurlar hiç dinmeyeceğe benziyor.” [Otuzüçüncü Peron-Yağmur-S.73]
“Her şey çürüyecek.” [Otuzüçüncü Peron-Yağmur-S.73]
Örneklemlerimizle, savımızın doğrulunu kanıtlamaya çalıştık. Savlamamızı şöyle
devam ettirebiliriz; Tosun şiirden anlıyor ve şiire öykü güzergâhında ikamet
açarken bunu başarıyla yapıyor. Şiirselleştirmenin öyküye olan etkisi dozundadır,
doz aşımı olmamaktadır. Öykü zayiat görmediği gibi, Tosun’un öyküsü güç kazanmakta
ve ana unsur olan dil daha da güçlenip gideceği adrese doğru teyitli bir
şekilde yola çıkmaktadır.
Yalnızlık, somurtan bir çocuk gibi karakterlerin yakasından çoğu zaman düşmez.
Karakterlere atfedilen yalnızlık, kısmen günümüzle olan hesaplaşmaya karşılık
gelmektedir. Karakterlerin geçmişleri, hatırları, sevinçlerinin bugüne dair sağlaması
yapıldığında adres teyidi yapılamamaktadır. 180 Km hızla akan bir zaman
vardır, karakterler kendi olarak kalmak isterler ancak mekânlar, insanlar, ifadeler,
cümleler değişmektedir. Karakter, bu hızla değişime ayak uyduramamakta,
şaşkınlık içerisinde olana bitene öfkelenmektedir. Öfkelenme ve şaşkınlık sonrasında
sert bir yalnızlık olarak sonuca varmaktadır. Yalnızlık kavramı, anlatıcının
öykülerinde bir anafor olmuştur. Karakterler ve anlatıcı yalnızlık ana imge olarak
kabul etmekte ve vazgeçilmezler arasına koymaktadır.
“ ‘Yalnızım’ dedi, ‘sessiz bir oda olsun lütfen.’ ” [Otuzüçüncü Peron-Park
Otel-S.75]
“Görevli bu sesi işitti ama duymamış gibi yaparak ‘Kimliğinizi almak zorundayım’
dedi, ‘Kayıt için gerekli’. ‘Yok’ diye cevapladı adam, ‘Kimliksizim.’ ” [Otuzüçüncü
Peron-Park Otel-S.76]
Tosun’un öykülerinde sürekli yalnızlık, gitmek, geçmişe duyulan bir özlem vardır.
Karakterler geçmiş olanın güzel hatırları ile birlikte yaşar bu yüzden uyum
sorunu yaşarlar. Genel olarak hava kasvetli ve ‘sis’lidir ancak bu okuru boğmaz.
Anlatıcı ile birlikte karakterin derdine çare arar. İlaç olmaya çalışır. Anlatıcının da
teyit ettiği adres şudur; karakter üzerinden okurun toplumdaki çıkmazdan doğru
istikameti bulabilmesidir. Bu yüzden otogarların ışıklarını örnekler. Örneklemeyi
yaparken okurun zihnini bulandırmadan yapar. Çünkü kuram dil ve anlam unsurları
üzerinden şekillenip, gitmek, yalnızlık, intihar, toplumsal sorumluluk meselelerini
ön plana çıkarmaktadır. Karakter üzerinden, anlatıcı kaçmamaktadır. Sosyal
toplumun, zaman karşısındaki tepe taklak oluşunu tespit etmekte, önermelerde
bulunmaktadır. Necip Tosun bunları yaparken başarılı mıdır? Ziyadesiyle. Ne kadar
anlatıcıdan kroşeler yesek de.
İrfan Dağ
twitter.com/irfandag6