Klasik dönem İslam dünyasında bir kitap nasıl telif ediliyordu? Yazmak fiili bugünkü manada ve de fiiliyatta yazarın tek başına üstlendiği bir eylem/vazife miydi? Muhammed Enes Topgül, Âlimler, Meclisler, Râviler adlı eserinde yukarıdaki soruların cevabını İbn Hacer el-Askalâni’nin Lisânü’l-Mîzân eserinin telif süreci üzerinden ayrıntılı ve görsel kaynaklarla destekli bir şekilde veriyor.
Okurluk da yazarlık da bir emekten ziyade tutkudur. Tutkunun süreğenliği elbette ciddi emek gerektirir fakat esasında tutku sonucu olması süreci ve sürecin getirilerini değiştirir. Okurluk da yazarlık da (her ne kadar her okur, aynı zamanda yazar olmasa da) birbirleriyle ayrılamayacak derecede bir bütünlük teşkil etmektedir. İyi bir okur karnı açken ve cebinde son parası kalmışken, lokantaya girmektense rafta gördüğü kitabı almayı tercih eder çünkü o tutkusunun esiridir ve iflah olması mümkün değildir. Bir ömre nefesi kadar kitap sığdırır. Bazılarını okur, bazılarına sadece bakar, bazılarına dokunur, bazılarını hırpalar ve bazılarıyla hırpalanır. O kitaplarla bir serüvene çıkmıştır, onun yaşamı bir serüvenin kendisidir. Ve bu serüvende yaveri de aşması gereken engel de hedefi de düşmanı da kitaptır. Bir mefhum olarak, bir varlık olarak kitap.
Muhammed Enes Topgül’ün çalışması bu yüzden belli bir alana ait gibi görülse de belli bir alana has okurların ilgisine değil, gerçek bir okur olan herkesin ilgisine sunulmuş durumdadır. Topgül’ün yaptığı (alt başlığa zaten eklemiş olsa da) bir kitabın serüvenine, kitaplarla serüvene çıkmış her okuru şahit kılma çabasıdır. Bizler bu kitabı okuyarak, kendi kitap serüvenimizi, bir kitabın serüvenine tanıklık etmemiz yoluyla biraz daha zenginleştirmiş oluyoruz.
İslam eğitim tarihinde bir kitabın ortaya çıkışı/yazılışı sürecini şu şekilde görüyoruz: Önce hoca/alim eserini kaleme alır. Ardından bir talebe bizzat hocanın nüshasını ya da o nüshayla karşılaştırılmış bir nüshayı temin eder, kopyalar veya bir varraka ücreti mukabilinde kopya ettirir, sonra hocasının huzurunda eseri baştan sona okur. Bu okuma esnasında hocanın elinde kendi metni bulunur. Talebenin okuduğu metindeki hataları tespit eder, tashih eder, ihtiyaç duyduğu kısımlarda birtakım ilavelerde bulunur, muhtevayla ilgili düzeltmeler yapar. Oturum bittiğinde, haşiye kısmına veya ayrı bir yere, varılan yer ve okumaya iştirak edenler tarihle birlikte not edilir. Eserin tamamı hocaya okunduğunda ise okumanın bittiği tarih not edilir. Hocanın icazeti de kayıt altına alınır. Talebe ancak bu şekilde okuması yapılmış bir metni, gelecek nesillere aktarabilir. İbn Hacer’in Mizân adlı eseri de işte bu yöntemle farklı talebe grupları tarafından okunmuş, hocanın yönlendirmeleriyle tashih edilip çeşitli ilaveler eklenmiş son hali yine talebeler tarafından gelecek nesillere aktarılmıştır.
Muhammed Enes Topgül çalışmasında İbn Hacer’in eserinin müstensihlerini vefat tarihlerini baz alarak erken dönem ve geç dönem müstensihleri olarak ikiye ayırmış, onların listesini çıkarmış, tek tek hayatlarını anlatmış, eserin okunma süreçlerini kaynaklarıyla açıklamıştır.
Örneğin erken dönem müstensihlerinden İbnü’t-Türkmânî hakkında fakruzaruret içerisinde vebadan vefat ettiğini, hızlı yazması sebebiyle nüshaların nokta ve hareke barındırmadığı yönünde hatalara mündemiç olduğu gibi bilgileri öğreniyoruz. Kendisinin İbn Hacer hakkında “Hafız ez-Zehebî’nin kendisine yolculuk yapıp Mizân’ını onun önünde gözden geçireceği” biri olduğuna ve “Lisânü’l-Mizân’daki emeğin İbn Hacer’in ilmine şahitlik edeceği”ne dair övgülerine rastlıyoruz.
Eserde yer alan görseller, bu kitabın yolculuğunu renklendirmekte, serüveni daha da anlamlı hale getirmektedir. Kitap kavramının üzerinden bahsedilip de geçilecek bir kavram olmadığını anlıyor, alimlerin yazdığı kitapların onlara yüklediği sorumlulukları hatırlayarak derin bir tefekkür süzgecinden geçiyoruz.
Muhammed Enes Topgül’ün eseri, tüm kitap tutkunları için bir başyapıt niteliğinde. Kütüphanelerde bulunması, kütüphanelere özgül ağırlık yükleyecektir.
Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_