Bir arayış içinde olmak bazen dinî bazen farklı sebepler içerebilir. Mesela insan Allah’ı arar, bunun için belki de toplumdan uzaklaşması gerekebilir. Sonunda vardığı yer ise yine Allah ve kendi arasındadır. Bulur veya bulamaz. Aramakla bulunmaz demiştir Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri. Fakat bulanlar ancak arayanlardır.
Dinî veya mistik arayışın dışında bir de modern hayattan başka bir yol/çıkış arayanlar vardır. Bu tür kişiler yaşadığı çağa ayak uyduramamış, içinde hep bir şeyler eksikmiş gibi hisseden kişilerdir. Belki de bu konuda şöyle bir itiraz gelecektir; aslında onlar da içindeki Tanrı eksikliği için bir arayış içindedirler diye. Ancak bu duruma katılmıyorum. İçinde Tanrı aşkı veya sevgisi tam olup da bu çağa, dünyaya, yaşadığı zaman dilimine ayak uyduramamış kişiler mevcuttur. Bu durumu mistik tarafın dışına çıkarıp bir filmden örnek vermek istiyorum: Into the Wild filminden. Ünlü bir filmdir. İzleyenler bilir, üniversiteyi bitiren kahramanımız önündeki bütün imkânları elinin tersiyle iter, kredi kartlarını kesip atar, ailesini de karşısına almak pahasına kendini dağlara, yaban hayatına vurur. Gerçek bir hikâyeden uyarlanmış bir filmdir ve sonu da oldukça etkileyicidir. Film nasıl biterse bitsin, kahramanımız mutlu ve huzurludur. Max Frisch’in Sessizliğin Yanıtı adıyla yayımlanan romanını okuduğumda aklıma direkt bu film geldi. Frisch, romanında Yolcu diye bahsettiği karakter üzerinden bir arayış rotası çiziyor. Bu arayış yer yer dünyevi bir hâl alsa da aslında karakterin, belki de yazarın varoluşunun peşinden gitmesinin baskın olduğu bir durum hâlini alıyor. Çünkü Sessizliğin Yanıtı otobiyografik ögeler de taşıyan bir roman ve ben bu ögelerin tahmin edilenden daha fazla olduğuna inanıyorum.
Dağa giden, dağlarda yaşamayı seçen, arkasında bir nişanlı ve bir meslek bırakan 30 yaşındaki dağcı, hem yürüyüp hem de ağabeyiyle 13 yıl önce aynı rotada yaptığı geziyi düşünür. Kitabın genelinde olduğu gibi, sorgulamalarla devam eden bir yürüyüştür bu. Dağcı, gençliğin verdiği fütursuz bir özgüvenle hem ağabeyini küçümser hem de kendini sorgular. Dağcının sıradan olmama, olumsuz bir şekilde de olsa farklı olma arzusu hep baskındır. Zaten kendini de bu arayışa bir bakıma bu bakış açısı yönlendirmiştir. Umutla umutsuzluk arasında, umuda tutunup dağlara kaçar, kimselere haber vermeden:
“…Gerçek yaşam öyle başka ki, diyor dağcı… En azından kendi hayatının öyle olduğunu düşünüyor: Onun hayatında net bir akış ya da hayatı boyunca ona eşlik eden temel bir düşünce yok; süreçler ya da eylemler olmaksızın eriyip kayboluyor hayatı, tutku solup bir ruh haline dönüyor, kararları da kum misali parmaklarının arasından kayıp gidiyor, her seferinde bir avuç dolusu kum alsa da elini her açtığında bir şey kalmadığını görüyor, ümitsizliğe kapılsa ümitsizlik de yitip gidiyor tıpkı umut gibi, sevinç çığlıkları gibi, acı gibi ve her şey gibi, yaşamın tamamı gibi.”
Bu uğurda bir hedefi vardır dağcının: Hiç çıkılmayan Nordgrat’a çıkmak. Fakat bu hedef bile onu kendine getiremez, sorgulama ve anlamlandırma çabalarından sıyrılamaz: “…Olur da dağa tırmanmayı başarırsa başka biri mi olacak?”
Bu uğurda dağcıya, kaldığı pansiyon tarzı yerdeki bir kadın da eşlik eder. Dağcının tek başına olduğunda ve yanında biri olduğundaki davranışları, umutla umutsuzluğu arasındaki farkı kadar çok bence.
Kitaba bir arayış romanı demiştik. İnsanın kendisiyle çıktığı yolda kendine varma çabası da diyebiliriz. Dağcı adım adım zirveye tırmandığı yolda, kararlar da alır ve attığı her adım ve çıktığı her yükseklikte bu kararlar da zirveye yaklaşır. Tepe ise karar noktasıdır. Her şey en tepededir. Yazar burada eylem-düşünce sürekliliğini ve paralelliğini başarılı bir şekilde sembolize etmiş.
Kolektif Kitap’tan 2019 yılında neşredildi Sessizliğin Yanıtı. Dilimiz için yeni bir kitap sayılabilir. Aynı zamanda bir sonsöz içerir roman. Bir başka yazar Peter von Matt tarafından yazılan 16 sayfalık sonsöz hem kitabı daha iyi anlamlandırmamızı hem de Max Frisch’i daha iyi tanımamızı sağlar. Çünkü Peter von Matt yazarın hem edebî hem de kişisel yönünü başlıklar halinde inceleyerek kitapla bağlar kurmuş, kitaptaki sembolik ögeleri de açıklayıcı bir şekilde bir bağlama oturtmuştur. Aslında kitaplarda sonsöz gibi yazıları çok sevmem ama Sessizliğin Yanıtı için iyi olmuş diyebilirim. Örneğin, Peter von Matt’e göre bu kitap, burjuva dünya görüşünün hayata geçirilmesi fikriyle uzlaşmanın peşi sıra gelecek krizi daha başından ele alır. Evet, bu cümle kitabı tam anlamıyla tanımlayan cümledir aslında. Von Matt bu cümlesini destekleyecek olaylar ve sözler de bulur kitabın içinden ve bu durum okuyucu için bir kolaylık sağlar. Ancak bu sonsöz olmasaydı da, Frisch’in rahatsızlığını ve kaçış duygusunu hemen her okur hissederdi. Nasıl Henry David Thoreau’yla bağ kuruyorsa okur, Frisch’in dağcısıyla da (yoksa kendisi mi?) kuracaktı. Fakat şunu söyleyeyim, yaşadığı modern hayattan gayet memnun olanlar için (her anlamda) bu kitap basit bir macera romanından öteye gitmeyebilir.
Gayet başarılı bir üslûp ve iyi bir çeviriyle (Saliha Yeniyol) yayımlanan Sessizliğin Yanıtı yazarı tanımayanlar için iyi bir başlangıç kitabı olabilir. Frisch hayattayken, bu kitabı yoğun eleştiri almış, alay edilmiştir. O da bu eleştirilerden etkilenip eseriyle arasına mesafe koymuş ve bu kitabı toplu eserleri arasına almamıştır. Ancak iyi bir kitap olduğu su götürmez bir gerçektir. Hele ki bir arayış derdinde olanlar için.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10