Peyami Safa'nın olgunluğa ulaşmış düşünce yapısının ve yazı tarzının ilk romanı sayılabilir Matmazel Noraliya'nın Koltuğu. Doğu- Batı sentezinden vazgeçmese de mistisizme ve spiritizmaya kayan bir değişim yaşamıştır. Bu eserinde değişiminin savunmasını okumuş gibi hissedersiniz.
Türk edebiyatında Peyami Safa tahlil konusunda önemli bir yer tutar. Kişiler üzerine öyle şeyler söyler ki ciğerinizi dağlar. Günümüz insanının bu materyalizm ve maneviyat arasında sıkışıp kalmasını çok iyi anlatır. Bizim iklimimizde kalmayı salık veren, Batıyla Doğu arasında sallanırken nerede kalmamız gerektiğini, onu okuyunca kararlaştırabilirsiniz. Peyami Safa her şeyi, herkesi tanımış, aidiyet işini halletmiş, tertemiz, merhamet abidesi bir yazar.
Matmazel Noraliya'nın Koltuğunda'da Peyami Safa karakter tahlilleri ile meselesi neyse anlatır. Eserde tıp, psikoloji, felsefe, ilm-i sima, -izmler hakkında ayrıntılı malumatlar verir. Eserin ana karakteri Ferit, dört yıl tıp eğitimine devam ettikten sonra felsefeye geçmiş ama orada da tutunamamış, hayata külli bir bilimsel gözle bakıp anlayamamanın verdiği ıztırapla ne yapacağını şaşırmış, en sonunda onu doğru yere ulaştırabilecek bir arkadaş (Yahya Aziz) bulup huzurun Allah'ta olduğuna inanan bir adamdır. Modern insanın güzel bir örneğidir. Kitabın başından itibaren bir çıldırma korkusu var, sonunda ya bir çıldırma hâsıl olacak ya da çılgınca bir durum meydana gelecek diye bekliyorsunuz. Ferit kitabın ilk sayfalarında kararsız ve uyuşukluk abidesi bir adam olmuş. Kendini hiç bir yere ait hissetmiyor ve üstüne bu durumun rezil bir durum olduğunun farkında. Arkadaş ortamı can sıkıcı. Suzy denilen bir kadın, çocuğunu İngilizce ninniyle uyutmaktadır. O evde olanlar, Türkiye'nin yozlaşmasının bir minyatürü gibidir. Ferit'in sevgilisi Selma'ya bedenini ve ruhunu göstermek ile ilgili ettiği sözler daha çarpıcı söylenemezdi. Yazar tek bir pencereden anlatmıyor, karşıt fikirleri öyle veriyor ki o iki karşıt düşünce de ona aitmiş gibi hissediyorsunuz.
Ferit, kitap ilerledikçe tasavvufla ilgilenen bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Önce Selma'nın gönlünü almayı düşünüyor, sakinleşiyor, ruhen başka bir yola giriyor. İçindeki o ince öze ulaşmak için önce taşlaşıp, sınırlarının dışına çıkması mı gerekiyordu? Belki de öyleydi. Ferit'in kardeşi Nilüfer'in hastalık hali öyle bir tasavvur edilmiş ki Peyami Safa'nın hastalıktan kurtulmayan ömrü gözünüzün önüne geliyor, otobiyografik bir hava esiyor. Ferit bir yerde kelimeleri didikliyor. Obsession kelimesi için bela fikir karşılık olabilir mi tartışmasını yapıyor içinde. Bir yazar sancısı olarak bu kelimeye takma halini verdiği yerde de hissediyoruz o havayı. Eda Hanım'ın anlattığı garip hadiseler, yangın meselesi, Tatvanlı Fatma'nın anlattığı gizemli hikâyelerden bütün Anadolu evlerinde anlatılmıştır. Bu anlatılar Ferit'in yaşayacağı mistik olaylara inanmasını, Matmazel Noraliya'nın ruhuna alışmasını sağlıyor sanki. Bir de garip olan bu yaşananlar sanki sadece kadınlara özgü, onların fark ettiği şeylermiş gibi kadınların ağzından anlatılıyor ve onlar tarafından inanılıyor. Ferit kadının yanında duran, ona inanan, güvenen bir erkek karakteri çiziyor. Tahir Bey kızı Eda'nın dediklerine inanmamasını istiyor ama Ferit onu dinlemeye devam ediyor.
Matmazel Noraliya'ya dair birinci bölümde hiç bir şey görmüyoruz. İkinci bölümde ortaya çıkıyor Noraliya. Onun evinde oturan Dimitri ve Fotika karakterleri var. Fotika, Noraliya'nın hikâyesini anlatıyor Ferit'e, günlüklerini okuyorlar. Koltuğun sırını çözmeye çalışıyorlar. Peyami Safa ruhsal yolculuklara inanır, bunu da bir gulyabani öyküsü gibi vermez. Duyularımızla ilgili, ruhsal yolculuklarla ilgili bilimsel veriler sunar okuyucuya. İkna olursun ya da acaba mı dersin. Sana başka bir kapı açar.
Matmazel Noraliya karakterinde kadının yeri ile ilgili mesajlar veriliyor. Noraliya'nın annesinin İtalyan olması, yabancı dil bilmesi, hatta o dilde esaslı kitaplar okuması, günlükler tutması, yaptığı iyilikler, yaşadığı sade hayat kadının baş üstünde tutulacak bir yerinin olduğu mesajını veriyor.
Yorgo'nun Noraliya'ya hayret etmesinde ince göndermeler vardır: "Nasıl oluyor da bir Müslüman kızı hem böyle erkekten kaçıyor hem onunla konuşuyor hem İtalyanca biliyor hem anası ona kah Nurilya kah Noraliya diyor hem adı Nuriye'dir hem kapalı hem de ... Postoleni ... Böyle.. Açık fikirli bir kız..."
Modernlikle Müslümanlığı yan yana telaffuz etmekten korkanların söylemeye cesaret edemedikleri cinsten cümleler. Kitap burada Ferit'in meselesi olmaktan çıkıyor. Kadınıyla erkeğiyle bir aydın kesimin bunalımını okuyoruz. Elindeki zenginlik ve ilimle ne yapacağını şaşırmış bu insanlara dersi Noraliya veriyor. Noraliya'nın sade hayatı bir dervişinkini andırıyor.
"Sade, sade, çok sade. Ne lazımsa o kadar. İki odanın birinde yatar, ötekinde yemek yer, dua eder, okur, yazarmış."
Noraliya'nın günlüklerine baktığımızda modern muhafazakâr kadının sancılarını ortaya döker. Noraliya hâlihazırda sayıları çoğalmış modern Türk Müslüman kadının da simgesi sayılır. Yazma derdinde, dünyayı temaşa edip anlamaya çalışma derdinde, arzusunu öldürme derdinde, Allah'a ulaşma derdinde. Ferit, Noraliya ve Selma'yı hayatları içinde yaşadıkları tezatlıklar sebebiyle birbirine benzetiyor. Noraliya'nın cisminde ferdiyetçilik, cemiyetçilik tartışmasına bile giriyor. Noraliya'nın koltuğu onun yalnız kendi benliğine değil, bütün benlere, mücerret bene isyandır. Onun koltuğu vardır ve bu koltuk bir isyanın ve aydınlığın sembolüdür. O koltukta Ferit kadının kıymetini ve sırrı anlamıştır. Sır ebedilik, Allah, enerji, hayat, ruh, cevherdir. En büyük sır mahfazası mezardır ve ölmek sır saklamaktır. Aziz ile Ferit yeni bir dünya düzeni, sömürünün, liyakatsizliğin olmadığı, âlimin de işçinin de hakkının verildiği bir düzen üzerine bile konuşurlar. İnsan ne zaman hür olur sorusuna cevap bulurlar.
Beni en çok etkileyen yer ise Ferit'in şu söyledikleridir:
"Ben diyordun, arkamdan siyah bir köpek geldiği, için değil, Tahir bey yükte yattığı için aklımı bozabilirim."
Böyle bir vicdana ihtiyacımız yok mu?
Mevhibe Şenel
mevhibe.senel@gmail.com