Malik Bedri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Malik Bedri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2021 Cuma

Prestijli bilim şemsiyesi ve Müslüman psikologlar

1970'ler, Müslüman coğrafyasında doktorlardan öğrencilere kadar hem tıpta hem de eğitimde önemli gelişmelere sahne olduğu bir dönem. Amerika Birleşik Devletleri ve Kana Müslüman Sosyal Bilimciler Derneği (AMSS) içinde İslami Psikoloji dalının oluşturulması, ABD'de İslam ve Psikoloji üzerine ilk sempozyumun düzenlenmesi, er-Reşat Enstitüsü'nün kurulması, Riyad Üniversitesi'nde Psikoloji ve İslam üzerine ilk kez uluslararası bir sempozyum düzenlenmesi bu döneme rastlar. İşte Malik Bedri de bahse konu edeceğimiz ve sonradan kitaba dönüşen tebliğini 1975 yılındaki AMSS kongresinde sunar. Başlığı da şöyledir: Kertenkele Deliğindeki Müslüman Psikologlar.

Bedri, bu başlıktaki 'kertenkele deliği'ni, Peygamberimizin (sav) bir hadisinden alır. Resûl-i Ekrem, bazı Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların özelliklerini taklit etmeyi âdet hâline getirmesi konusunda şu uyarıyı yapar: "Onlar bir kertenkele deliğine girseler, sizler de onları takip edeceksiniz." [Sahihi Müslim, Kitabu'l-İlm, Bâb Etbau's-Sünen, Hadis no: 2669]

Müslüman psikologların özellikle dünyanın farklı coğrafyalarında psikoloji eğitimi gördükten sonra dinlerini arka plana atıp prestijli bir yaşam uğruna batı kavramlarına körü körüne bağlanması karşısında Bedri bu tebliği hazırlar. 'Prestijli bilim şemsiyesi' özellikle kendi ülkelerine döndüklerinde Müslüman psikologların afallamasına sebep olur çünkü gerçek, batının dikte ettiği ve mutlak gerçek olarak sunduğu bilgilerden, pratiklerden çok daha ötede bir yerdedir. Söz konusu tıp olduğunda doktorların alanları, aldıkları eğitimin kendi coğrafyalarında uygulanması konusunda zıtlık teşkil edebilmektedir. Örneğin İngiltere'de cerrahi eğitimi gören bir Pakistanlı ülkesine döndüğünde hiç adaptasyon sorunu yaşamaz. Ancak Almanya'da psikoloji eğitimi gören bir İranlı ülkesinde kollarını sıvadığında büyük bir çukurun içine düştüğünü hissedecektir. Bedri bu noktada tıpkı Freud'un öğrencisi olmasına rağmen farklı bir ekol inşa eden Jung ya da Karen Horney ve Erich Fromm gibi düşünür: Kültürel değişiklikler kitlelerin psikolojisini ciddi biçimde etkilemektedir.

Batı, ruhu devre dışı bıraktığından beri onun psikolojisi de ruhsuz bir ruhbilim hâline dönüşmüştür Malik Bedri'ye göre. Dolayısıyla pekiştirme, edimsel koşullanma, yansıtma, nefret ettirme, duyarsızlaştırma gibi pratiklerle başta Oedipus kompleksi olmak üzere Freudyen kuramlar üzerine çalışırken Müslüman psikologlara çok önemli bir hatırlatma yapar: "Müslüman davranış bilimcileri kendi ideoloji ve inançları hususunda mahcubiyet duymamalıdırlar."

Mahya Yayıncılık tarafından Nisan 2018'de neşredilen Müslüman Psikologların Çıkmazı (1. Baskı, İstanbul 1984, İnsan Yayınları) Müslüman hassasiyetlerini ve dini emirleri hatırlatarak nasıl psikologluk yapılabileceğini bazen yumuşak bazen de çok sert tonlarla anlatıyor. Prof. Malik Bedri, sosyal bilimlerin İslamlaştırılması hareketinin öncülerine ithaf ediyor kitabını: Mevdudi, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Meryem Cemile... İrem Nur Kaya'nın dilimize kazandırdığı eser 112 sayfa. Sunuş yazısını Selçuk Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hazırlamış. Şahin bu kitabı okuduktan sonra cerrahi uzmanı olmaktan vazgeçip psikiyatrist olmak üzere Ayhan Songar hocanın yanında eğitim almayı düşündüğünü belirtiyor. Sonunda yine cerrah olsa da kitabın şu uyarısını öğrenciler(in)e sık sık iletiyor: "Batılı değerlere göre yetişmiş sosyal bilimcilere toplumu teslim ettiğimiz zaman sorunlar yaşamaktayız. Çünkü inanç ve değer yargılarımızla örtüşmeyen uygulamalar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle sizler, bu toplumun değerlerine sahip çıkacak sosyal bilimciler olmalısınız ve geçmişimize uygun bir geleceği sizler kurmalısınız."

Günümüzde Freudyen yaklaşımları tek gerçek olarak kabul eden psikologların birçok çocuğun geleneklerinden uzak ve dolayısıyla çatışmacı büyümesine, ailelerin birkaç sorunun akabinde hemen boşanmaya karar vermesine sebep olduğundan yakınıyor Bedri. Ona göre insanın manevi yönünü dışlayan kriterler, özellikle maddecilikle körleştirilmiş ya da körleştirilen toplumlarda çok çabuk etki edebiliyor. Orta doğu toplumlarında bu anlamda büyük problemler ortaya çıkabiliyor. Bedri burada Kur'an ayetleriyle hadisleri önemsemeyen bir Müslüman psikologlar zümresinden bahsediyor ve bu zümrenin gittikçe genişlemesini oldukça tehlikeli buluyor. "Çocuk her zaman haklıdır", "çocuk olağandışı bir hareket yaparsa görme, bir şey söyleme", "çocuk hiçbir konuda sıkılmamalı" gibi Freudyen telkinlerin özellikle Müslüman ailelerde büyük arızalara yol açtığını çeşitli örneklerle aktaran Bedri karma eğitimin batıda bile sorgulandığını çünkü bu eğitimin geleneksel metodun aksine faydadan çok zarar verdiğini söylüyor. Bu anlamda sadece batıda yayınlanan kitaplarla yol alan psikologların gerçekten kertenkele deliğine girdiğini ve bu deliği gittikçe derinleştirdiklerini ifade ediyor.

Zannedilmesin ki Malik Bedri tüm kitabında ve fikirlerinde Freud ile temsilcilerini eleştiriyor. Aksine bu çığır açan isimlerden elbette yararlanılması gerektiğini fakat önce gelenek ve inanç filtresinin kullanılmasının şart olduğunu belirtiyor. "Freudyen Kuyunun Zifiri Karanlığı" başlıklı bölüm dikkatle ve tekrar tekrar okunması gerekiyor. Freud'un dini gelişimle ilgili ateist teorisinin karşısına bir Müslüman psikoloğun mutlaka İslami bir perspektif geliştirmesi gerektiğini izah ediyor: "Freud, çocuğun babasına karşı olan duygularını Oedipus kompleksini geliştirmek için kullanıyor. Bir Müslüman ise aynı bilgiyi (çocuğun babasına karşı olan duygularını) kullanarak, fıtrat üzerine bir teori geliştirmek için kullanabilir. Kısacası, aynı veriyi gözlemleyip kayıt altına alarak, hem İslami hem de gayri İslami bir teori geliştirilebilir. İslam'ın tasvir ettiği şekliyle fıtratı, Allah'ın bizi dünyaya göndermeden evvel ruhlarımızla yaptığı anlaşma [Araf, 7/12] olarak özetleyebiliriz. Dolayısıyla, Allah'a 'kulluk' bizim psişemize ve ruhumuza işlenmiş, sistemimize kodlanmıştır. Eğer bu dünyada Allah'a kul olunmazsa, doğuşumuzla beraber getirdiğimiz bu kulluk fıtratı bizi başka şeylere kul olmaya sevk eder. Çocuğun anne babasını ve esrarengiz güçleri yüceltmesi, onları bir tanrı gibi görmesi, bu doğal duygunun yani kulluk duygusunun sistemimizde köklü olarak yerleşik olduğunun kanıtıdır."

Batı'da Freud'un tahtından indirilmesi konusunda önemli bilgileren aktaran Bedri'ye göre onun nevrozu anlama ve tedavi etme teorisinin başarılı olduğuna dair kendi iddialarından başka bir dayanağı yoktur. Kimi psikologlara göreyse Freud teorilerini öyle bir şekilde hazırlıyor ki bunların reddedilmesi mümkün olmuyor. Bedri şu örneği veriyor: Terapist size bir duyguya sahip olduğunuzu söylediğinde kabul ederseniz bu durumda o zaten haklıdır. Kabul etmezseniz "bu duygular sizin bilinçaltınızdadır ve siz bir ego savunması mekanizması olan karşıt tepkiyle bilinçaltındaki bu duygularınızı bilinçli bir şekilde inkâr etmektesiniz" der ve yine haklı olur. Hans Jurgen Eysenck'e psikanaliz hakkında "Bu teorilerde doğru olanların hiçbiri yeni değil, yeni olan her ne varsa, onlar da doğru değildir" dedirten durum tamamen budur.

Müslüman toplumlarda "kâfir Batı psikolojisine ihtiyacımız yoktur" bahanesiyle Batı yöntemlerini tamamen reddetmenin tehlikelerine de işaret eden Malik Bedri, İslam'ın hizmetinde psikoterapi yapmanın nasıl mümkün olabileceğine dair çözümlemeler de sunuyor kitabında. Hatta bu anlamda bazı psikologları ve psikoterapistleri de hususiyetle işaret ediyor. Özellikle hümanist ve varoluşçu modeli benimsemiş isimlerin çalışmalarının çok değerli olduğunu söylüyor: Carl Gustav Jung, Gordon Allport, Abraham Maslow, Carl Rogers, Viktor Frankl...

Kitabın son bölümü "Delikten çıkmalarına nasıl yardım edebiliriz?" başlığını taşıyor. Burada üç evre var. İlki heyecanlık evresi: Öğrenci büyük isimlerin pratiklerini öğrenip çevresinde küçük çapta da olsa uygulamaya başlar. Sonuç aldıkça büyülenir ve bu isimleri hayatında başrole koyarken dini yaşamını arka plana atar. Özellikle çevresindeki insanlardan takdir gördükçe heyecanı daha da artar ve hem Freudyen hem de Müslüman kişilikten oluşan bir çift kişilikle kertenkele deliğine girer. Burada kurtarıcı olan ikinci evredir, uzlaşma evresi: "İslam'la Jung'un teorileri arasında ciddi hiçbir çatışmanın olmadığını memnuniyetle ifade edebilirler veya kişilik yapısının 'id-ego-süper ego' bileşenlerinden meydana geldiği şeklindeki Freudyen teoriyi Kur'an'ın desteklediğini bile ileri sürebilirler. Görüşlerini kanıtlamak için 'nefs' (benlik veya ruh) 'nefs-i emmare' (kötü şeyler yapmayı emreden nefs) ve 'nefs-i levvame' (pişmanlık içinde kendini suçlayan nefs) gibi kavramlardan bahseden Kur'an ayetlerini örnek olarak gösterebilirler."

Üçüncü evre kertenkele deliğinden çıkmayı sağlar, özgürleşme evresi: Modern psikoloji ile İslam'ın yüzeysel benzerlikler gösterse de temelinde tamamen farklı kavramlara ve yapıya sahip olduğunun farkına varmakla başlar. İnanç yeniden psikolojinin üstüne çıkar. "Bu evrede, öncelikle Müslüman, sonra psikolog olduklarının farkına varmalıdırlar" diyor Bedri ve şöyle devam ediyor: "Her şeyi bildikleri, insan zihninin 'uzmanı' oldukları iddiasını bırakıp, alçak gönüllülükle Müslümanlara yardım etmelidirler. İslam hakkındaki yanlış görüşlerini düzeltmek için daha pek çok şey yapmaları ve bu konuda yüceler yücesi Allah'a güvenmeleri gerekir."

Her şeye rağmen, özellikle yaşlı Müslüman psikologların kertenkele deliğinden çıkmak için hiçbir şey yapmayacaklarını, çünkü dini kimliklerini yüksek statü kazanmaları karşısında bir engel olarak gördüklerini söylüyor Bedri. Kendilerini, Freudyen kuramları ve unvanlarını İslam'dan daha fazla seven bu kitle için "onları kendilerine layık gördükleri rahmetsiz mezar çukurlarında bırakmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yoktur" diyor ve şu ayet-i kerimeyi hatırlatıyor: "Ölülerle diriler de eşit olmaz. Gerçi Allah, her dilediğine işittirirse de sen, kabirlerdekine işittirecek değilsin." [Fatır, 35/22]

Müslüman Psikologların Çıkmazı, bu toprakların psikologlarına da gayet makul ve haklı bir tonla "dininizi ve dindar danışanlarınızı gözetiniz" uyarısı yapıyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

7 Kasım 2020 Cumartesi

Feraset sahibi bir Kâdirî psikologtan irfanî çözümler

"Darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren..."
- Neml, 27/62

Zaman zaman ülkemize gelseler de bizden çok uzakta yaşayıp bizimle aynı hassasiyetlere sahip insanlar biliriz. Onları tanımak için ya bir kitaplarının dilimize çevrilmesini bekleriz ya da en az bizim kadar okumaya meraklı kimselerin onlara dair paylaşımlarını. Muhyiddin Şekur ve William Chittick böyledir benim için. İlk kitabıyla karşılaşana kadar Malik Bedri ismini de bilmiyordum. 2012'de Düşünme: Gözlemden Tanıklığa, 2018'de Müslüman Psikologların Çıkmazı ve 2020'de Müslüman Bir Psikolog'tan Psikososyal Çözümeler adlı kitapları Mahya Yayıncılık etiketiyle meraklılara sunuldu. Özellikle Müslüman Psikologların Çıkmazı kitabıyla birlikte "nihayet" Müslüman hassasiyetlerini dünyanın neresinde görev alırsa orada korumuş, danışanlarına bu hassasiyetler eşliğinde yardımcı olmaya çalışmış biriyle tanışmış oldum. "Batılı değerlere göre eğitim alan Müslüman psikologlar öğrendikleri bilgileri kendi toplumlarına uyguladıkları zaman, ortaya ciddi sorunlar çıkmaktaydı; ya öğrendikleri yanlıştı ya da Müslümanların büyük çoğunluğu." diyordu.

Çocuk psikolojisinden Amerikan kültürün yeryüzünü hegemonya altına almasına kadar çok kritik konularda önemli bakış açıları kazandıran, entelektüel bir zihin Malik Bedri. 1932'de Sudan'da doğmuş. Doktorasını İngiltere'de yapmış. Arap Ülkeleri ve Sudan'da çalışmış, Hartum ve Cuba gibi çeşitli üniversitelerde dersler vermiş. Uluslararası Malezya İslam Üniversitesi'nde İslam Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü'nün dekanlığını yapmış. Bir süredir İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'de ders vermeyi sürdürüyor. Hem öğrenciler hem de okurlar onu tanıdıkça seviyor, düşünceleri karşısında etkileniyor ve bir Müslüman olarak koruduğu tavrı ve bunu mesleğine yansıtma biçimini takdirle karşılıyor. Şuraya Müslüman Psikologların Çıkmazı kitabının hikayesini almazsam olmaz: "1976 yılında Amerika’ya davet edildiğimde (İİİT’nin Müslüman Sosyal Bilimciler Cemiyeti beni çağırmıştı)  Müslüman Psikologlar Kertenkele Deliğinde başlıklı bir sunum yaptım. Bunu Peygamberimizin "Sizden öncekilerin yolunu takip edeceksiniz" hadisinden aldım. Peygamberimize "Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?" diye sorulunca "Onlardan başka kim?" cevabını verdi. Bu sunum Amerikalı Müslüman psikologlar ve diğerleri üzerinde büyük bir etki yaptı. Hatta onlardan birisiyle aramızda yarım asırdan bu yana dostluk vardır. Bana "Senin araştırmanı okuyunca kertenkele deliğinde olduğumu anladım" demişti. Sonra görevinden istifa etti ve İslamî psikolojik danışmanlık alanında uzmanlaştı. O şu anda hayattadır ve İslamî psikolojik danışmanlık alanında önemli bir kitap da yazdı. Bu sunumdan sonra bazıları bu yönde düşünmeye başladı. Daha sonra bu konferans Müslüman Psikologların çıkmazı isimli kitabımızın esası oldu ve 1978 yılında Londra'da basıldı."

Malik Bedri ile 1995'te tanışan ve eski bir öğrencisi olan Ömer Awass, 2002 yılında hocasına ulaşıyor ve internet üzerinden özellikle Müslümanların ruh sağlığına dair sorularını cevaplandırması konusunda ondan yardım istiyor. Çünkü en doğru ismin hocası olduğuna inanıyor. Dolayısıyla Psikososyal Çözümlemeler'de 'çağın hastalığı' denen ne varsa hepsine dair sorular ve cevaplar bulunuyor. Bazı konu başlıkları: Özgüvensizlik, zihin-beden ilişkisi, İslam ve psikoloji, anksiyete, batılı çocuk psikolojisi, ibadet konusunda isteksizlik, inancın insan hayatındaki etkisi, dini konularda obsesyon, mizaç, bağımlılık, parapsikolojik olaylar, cinler ve musallat, farklı kültürlerden gelen insanların evlilikleri, gelin-kayınvalide anlaşmazlıkları, eşcinsel eğilimler, suçluluk duyguları, rehber eksikliği...

Malik Bedri; hadislerin, tasavvufun ve zamanımızdan çok daha önce ilimleriyle bazı ilkleri insanlığa sunmuş kimselerin önemini vurguluyor daima. Ebû Zeyd el-Belhî'nin (ö. 322/934) beden ve ruh sağlığının korunması içeren yazılarından oluşan Mesalihu’l-Ebdan ve’l-Enfüs adlı kitabı, Gazzâlî'nin (ö. 505/1111İḥyâ'sına sık sık dikkatleri çekiyor. Zekeriyyâ er-Râzî (ö. 313/925), İbn Sînâ (ö. 428/1037) ve İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350) gibi âlimlerin, bilginlerin, sufilerin şimdi yeni keşfedilmiş gibi sunulan çözümleri asırlar önce bulduklarını hatırlatıyor: "İbn Kayyim el-Cevziyye ve Belhî gibi erken dönem Müslüman âlim ve hekimler, insanın ruhuyla girdiği bu içsel diyalogların şahsiyeti şekillendiren asli unsur olduğunu burgularlar. Üstelik bu olumsuz düşüncelerin bazılarının, fark edilemeyecek şekilde hızlı ve sinsi bir şekilde bilince nüfuz eden vesveseler tarafından tetiklendiğini keşfetmişlerdir. Ancak kişi bunların ürettiği olumsuz hissiyatı tecrübe eder. Bu duyguların sürekli tekrar etmesi sebebiyle, en sonunda bunları kendi kişiliği hakkında bir kanaate dönüştürür. Erken dönem Müslüman âlimlerimiz, bu şekilde modern literatürde 'otomatik düşünceler' diye adlandıran bilişsel kavramı ortaya çıkarmışlardı. Daha sonra bu bulgu yanlış bir şekilde Aaron Beck'e atfedildi."

İnsan, işin içinden çıkamadığı zamanlarda kendini sarsan sıradan bir fikre bile teslim olabilir. Bir Müslümanın bu tip durumlarda önce Allah'la olan ilişkisinin ne durumda olduğuna bakması gerektiğini, karşısındakini hiç de yargılamadan, sadece bir tavsiye olarak sunuyor Bedri. Birkaç yıldır Allah, peygamber ve İslâm hakkında şüpheli düşüncelere (vesveselere) kapıldığını düşünen Azhar, çok sayıda psikiyatriste danışmasına ve ilaç kullanmasına rağmen bu sıkıntısını çözememiş. Birkaç âlimin, kendisine şeytanın musallat olduğunu söylemesiyle dinden çıktığını bile hissetmiş. "Bana çare olabilecek bir tavsiyeniz var mı?" diye soruyor Malik Bedri'ye. Cevabın çok küçük bir kısmı şöyle: "Senden bu obsesif bozukluğu Allah'ın verdiği bir imtihan olarak görmeni istiyorum. Bazı insanlar fiziksel hastalıklarla, bazıları fakirlikle, bazıları yakınlarının ölümüyle, senin gibi bazılarıysa psikolojik rahatsızlıklarla imtihan olur. Bilmeni istediğim en önemli şey, hissettiğin bu endişe ve suçluluk duyguları senin kuvvetli bir imanının olduğuna dair açık bir göstergedir. Allah ile olan ilişkine değer vermemiş olsaydın, bu düşünceler sebebiyle psikolojik sancılar çekmeyecektin. Hâlbuki Allah'a imanını kaybeden bir insan günahlarla dolu bir yaşamı suçluluk ve utanç hissetmeden sürdürmekten keyif duyacaktır."

Başka bir danışan, bunalımda olduğuyla başlıyor sorusuna. Günahkar bir kul olduğunu, kendisini kötü şeylerin beklediğini hissediyor. Allah'ın kendisini ve ailesini terk ettiğini düşünüyor. Bazen intihar düşüncesine kapılıyor. "Bana umut verecek cümleler paylaşın" diyerek bitiriyor sorusunu. Malik Bedri, önce ondan, alçakgönüllü bir biçimde Allah'tan af dilemesini, samimi ve tövbekâr olmasını istiyor. Ne olursa olsun, iradî olarak zayıflı gösterip de aynı hataları işlediğinde bile Allah'ın rahmet ve merhametinin sonsuz olduğunu düşünmesi gerektiğini söylüyor ve hemen bir hadisi hatırlatıyor: "Rivayetlere göre Hz. Peygamber bir defasında ashabıyla sohbet ederken, telaş içinde kaybolmuş bebeğini arayan bir kadın gördü. Sonunda bebeğini bulan anne onu şefkatle bağrına bastı ve sevinç içinde ağlamaya başladı. Bu görüntü karşısında ashap da çok duygulandı. Yüzlerindeki ifadeyi gören Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bu annenin çocuğuna olan sevgisinden etkilendiniz mi? Size yemin olsun ki Allah, kullarına karşı bu annenin bebeğine beslediğinden daha fazla sevgi ve merhamet besler."

Müslümanların, dünyanın farklı yerlerinden yardım talep ettiği sorulara ilminin ve inancının kuvvetiyle yaklaşan bir psikolog Malik Bedri. O aynı zamanda feraset sahibi bir Kâdirî dervişi. Verdiği her cevapta "zorluktaki kolaylığı" hatırlatması bundan.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

24 Ekim 2018 Çarşamba

Müslümanca "düşünme" girişimi

Batı felsefesi üzerine şekillenen psikoloji bilimine İslami perspektiften bakmayı kendine görev addeden Sudanlı psikolog Malik Bedri’nin ‘tefekkür’ kavramını ele aldığı Düşünme adlı çalışması psikoloji biliminin ötesinde ‘Müslümanca düşünme’nin yollarını arıyor. “Gözlemden Tanıklığa” alt başlığıyla Mahya Yayınları tarafından neşredilen yüz yetmiş beş sayfalık kitabı Türkçeye Murat Çiftkaya çevirmiş. Oldukça kapsamlı bir konuyu genel çerçevesiyle değerlendiren Malik Bedri özelikle Müslüman bilim insanlarının çalışmalarında kullanmaları gereken yöntemler üzerinde duruyor. İkinci olarak bu yöntem ve bakış açısının Müslüman toplumlar içinde yaygınlaştırılması gerektiğini belirtiyor. Eser ebat olarak küçük olsa da verdiği mesajın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Malik Bedri’nin Müslümanca düşünme ve üretmenin zihinsel kodlarını oluşturmaya çalıştığı görülüyor. Kitapta Batı taklitçiliğini alışkanlık, bağımlılık ve yaşam biçimi hâline getiren Müslümanların özgün bir bakış açısına ihtiyaç duyduğununun altı çiziliyor. Yazarın en başta terminolojik olarak İslami bir kavram olan tefekkürü seçmesi hem bakış açısını hem de amacını ortaya koyuyor diyebiliriz. Malik Bedri tefekkürü salt düşünme kavramının ötesinde “sınırlanamayan bir ibadet biçimi” olarak tanımlıyor.

Düşünce ile beden faaliyetleri arasında doğrudan bir ilişki olduğunu belirtiyor Malik Bedri. Bu bağlamda psikoloji buradaki etkileşimi inceleyen bilimsel disiplindir. Batı’nın ürettiği psikolojik çalışmaların faydaları muhakkak vardır fakat yetersiz olmalarının yanında İslami perspektiften yoksundur. Ayrıca insana fayda verdiği kadar zarar da vermektedir. Bu şartlar altında Müslümanlar psikoloji biliminden faydalanmak istiyorsa eğer mevcut psikoloji kuram ya da ekollerini İslamileştirmelidirler. Öncelikle sosyal bilimlere yaklaşımın değişmesi gerekmektedir. Değişim eğitim alanında başlatılmalıdır. Psikoloji pozitif bilimlerin kesinliğine indirgendiği sürece insanı anlamada yetersiz kalmaya mahkumdur. Zira indirgemeci yaklaşımlar insanı makineleştirmektedir. Örneğin psikolojinin en etkin kuramları olan psikanalitik yöntem, davranışçılık ve nöropsikanalizm biyolojik belirlenimciliğe yol açarak insanı kimyasal ve biyolojik bir makine olmaya mahkum etmektedir. Bu yaklaşımlarca sunulan çözüm önerileri de aynı oranda insana yabancıdır. Psikanalitik yöntem ve davranışçılık insanı dış uyaranların veya biyolojik ve biyokimyasal faktörlerin hükmettiği bir makineye, nöropsikanalitik yöntem ise insanın duygu ve düşüncelerini bilinçdışı bir aldanmaya indirgemektedir. Bu bakış açısına göre insan manevi değişkenleri olmayan, rahatlıkla laboratuvar ortamına sokulabilen biyo-mekanik bir varlık olarak kabul edilmektedir.

Malik Bedri mevcut psikolojik yaklaşımların kimyasal ve biyolojik deneyciliğin kesinliğiyle hareket etmesinin insanı anlamada sorunlara yol açtığını belirtiyor. Son yıllarda ‘bilgi işlemci insan modeli’ daha dengeli sonuçlar sunmaktadır. Zira yaşam boyunca beyin bilgi işlemeye devam etmektedir. Zihin-beyin ayrımı yapan Malik Bedri zihni “beynin kendisinin farkında olması” olarak tanımlıyor. Bu bağlamda zihin ile ne olduğu hiç bir zaman net olarak bilinemeyecek olan ruh ilişkilendirilebilir. Düşüncenin eylemlerle ilişkisi üzerinde duran yazar kalp-beyin-zihin etkileşiminin bilimsel verilerle desteklendiğini belirtiyor. Bilimsel çalışmalara göre modern bilimin iddia ettiği gibi “hormonlar asıl değildir, işlevsel araçlardır”.

Düşünmenin ana vasıtası dildir ve düşünme bilişsel süreçler yoluyla sembollerin kullanılmasıyla gerçekleşir. Aralarında kesin bir ilişki bulunan düşünce-eylem söz konusu olduğunda duygu ve duygusal tepkiler düşünsel faaliyetlerden sonra gelir. Tüm bu değerlendirmeleri İslami bakış etrafında yapan Malik Bedri’ye göre paradigmanın dönüştürülmesi gerekmektedir. Burada amaç yeni bir ruh modellemesinin sunulmasıdır. Ruhun yeniden modellenmesi için tefekkür kavramının etkisi önemlidir. Tefekkür, bilişsel süreçler sonucunda insanın söylem ve eylemlerini etkileyen bir faaliyettir. Bu açıdan tefekkür sayesinde istenmeyen davranışlar düzenlenerek istenilen sonuçlar elde edilebilir.

Malik Bedri bir çok yerde İslam alimlerinin tefekkürü ele alış biçimlerini değerlendiriyor. Klasik dönem Müslüman bilim insanlarının güzel amel için tefekkürün önemi üzerinde durduğu görülüyor. Alimlerin görüşlerini çağdaş psikoloji bilimiyle karşılaştıran yazar bugünün şartlarının Müslümanları getirdiği yer ve tefekkürün İslam’ın tasavvufi yorumundaki etkilerine değiniyor. Malik Bedri’nin “İslami tefekkür aşamaları” dediği süreç dört merhaleden oluşmaktadır. Birbirinin devamı ve tamamlayıcısı olan sürecin ilk aşaması bilgi, ikincisi inceleme ve hayret, üçüncüsü yaratıcı ile yaratılanın farkındalığı ve dördüncüsü “manevi idrak”tir. Tefekkür ilk başta düşünsel bir arınma süreci olan meditasyonla özdeşleştirilebilir fakat bunlar çok farklı iki yöntemdir. Hristiyanlık ve Yahudilik’te de rastlanan ama genellikle Doğu dinlerinde görülen meditasyonda akıl devre dışı bırakılırken İslam’ın önerdiği düşünme (tefekkür) biçimi için akıl vazgeçilmezdir. Dolayısıyla İslam’ın hedefi olan ideal insanın tekamülü için tefekkür şarttır.

Malik Bedri tefekkür konusundaki sorunlu algıya da dikkat çekiyor. Ona göre bazı Müslümanlar çağdaş bilimin insanın faydası için ürettiklerini reddetmektedir. Dolayısıyla bu insanlar tefekkürden uzak durmaktadır. Oysa “Müslüman ya da gayrimüslim her insanın ürettiğini yaratan Allah’tır. Her şeyin sahibi olan Allah düşünenin ve faaliyette bulunanın gayretince yaratır.”. Her şeyden önce Vahiy tefekkür etmeye yöneltir. Vahiy’in yönlendirdiği şekilde hareket etmemek tefekkürü askıya almanın ötesinde hayatın akışında etkisiz olmaya sebep olmaktadır. Müslümanların yaptığı ise tam olarak budur. Tefekkür konusunda “sınırlandırılmamış ibadet” tarifini kullanan Malik Bedri tek sınırlandırmanın “Allah’ın zatı” olduğunu belirtiyor. Fıtratı itibariyle kısıtlı olan insanın potansiyelini aşan konular dışında sınırsız tefekkür etmesi beklenmektedir. Burada önemli olan nokta tefekkürün niteliğidir. Tefekkürün niteliği ise kişisel, çevresel, kültürel faktörler tarafından belirlenmektedir. Bu aşamada tefekkür-takva ilişkisi ortaya çıkar. Tefekkür-takva ilişkisi doğru orantılıdır.

Malik Bedri’nin Düşünme adlı çalışması psikoloji disiplini özelinde Batı’nın bilimsel ve toplumsal anlayışının yanı sıra Müslümanların düşünce (tefekkür) algılamasının eleştirisini sunuyor. Modernizm paradigmasının bilim ve dini ayrıştırarak dayattığı seküler mantığın sonucu ortaya çıkan bilimsel faaliyetlerin insanı anlama, anlamlandırma ve sorunlarını çözmede yetersiz kaldığını gösteriyor. Ona göre İslam mevcut bilimsel verilerden yararlanarak özgün bir paradigma üretebilecek potansiyele sahiptir. Yalnız bunun için evvela Müslüman bilim insanların ve halklarının Batı taklitçiliğini terk ederek Vahiy’in yönlendirmesiyle hareket etmesi gerekmektedir. Bu aşamada “tefekkür” denilen sürecin anlaşılması ve uygulanması çok önemlidir. Malik Bedri tespit ve çözüm önerisinden öte bir yol haritası çıkarıyor. Elbette eksikleri vardır fakat İslam coğrafyasının hâline baktığımızda bu çabanın çok daha önem kazandığını söylemek gerekiyor.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp