Mai bir gecenin ışığında başlayan hayaller, siyah bir gecenin karanlığına nasıl dönüşür?
Halit Ziya Uşaklıgil, 1866 yılında İstanbul’un Eyüpsultan semtinde doğmuştur. Babası halı tüccarı Halil Efendi, annesi Behiye Hanım’dır. Eğitimini ilk olarak Fatih Askeri Rüştiyesinde devam eden Halit Ziya Uşaklıgil, daha sonraları arkadaşı Tevfik Nevzat ile birlikte Hizmet gazetesi çıkarmıştır. İlk eserlerinden Nemide (1889), Bir Ölünün Defteri (1889), Ferdi ve Şürekası (1894) Hizmet’te tefrika edilmiş duygusal, kısa romanlardır.
Mai ve Siyah ise hayallerle, gerçeklerin çatıştığı, toplumun sosyokültürel durumunu gözler önüne seren bir romandır. Ayrıca İstanbul’da kaleme aldığı ilk eseridir.
Kitabın konusuna gelecek olursam: Ahmet Cemil, kendi iç dünyasında yaşayan, en yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia’yı seven, hayalperest bir gençtir. Kurduğu hayallerle bir gün mutlaka meşhur bir şair olacağını, Lamia’ya ile evleneceğini ve matbaa sahibi olacağını düşünür. Fakat bu hülyalı başlangıç babasının vefatıyla birlikte değişime uğrar. Ahmet Cemil, ister istemez hakikatlerle yüzleşir. Geçimlerini sağlamak için ilk önce kitap çevirileri yapar daha sonra bir öğrenciye ders vererek, gazetelere yazılar yazar. Hayatı çalışmakla geçen Ahmet Cemil’in bir zaman sonra uğradığı tek yer arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin konağı olur. Konakta geçirdiği her an için mutlu olurken kendisinin de bir gün böyle bir yaşantıya sahip olacağını hep ümit eder. Hüseyin Nazmi ise Ahmet Cemil’den çok farklı bir hayat yaşayan genç bir adamdır. Öyle ki kardeşi ile konakta Batı tarzı bir yaşam sürerken bir gün Lamia’dan piyano çalmasını ister. Lamia, Ahmet Cemil’den bir süre çekinip, utansa da ağabeyinin ısrarıyla bu teklifi kabul eder ve onlara kısa bir resital verir. Ahmet Cemil, bu andan sonra o mai gecede Lamia’ya bir kez daha aşık olurken kapkara geçen günleri tekrar ışık bulur. Gönlü neşe içinde dolup taşar. Fakat bir zaman sonra çalıştığı matbaa müdürünün oğlu için kardeşi İkbal, söylenince duyguları tekrar alt üst olur ve bu durum onu günlerce bocalatır.
Nitekim babası öldükten sonra ailesinin başına geçmesi ve annesiyle, kız kardeşini kimseye muhtaç etmeden yaşamalarını sağlaması ona babalık vasfı verir. Bu sebeple kız kardeşine sadece bir kardeş gözüyle değil aynı zamanda bir babanın kızına baktığı gibi bakmaya ve düşünmeye başlar. Geçen günlerin ardından ise İkbal izdivaç için olumlu cevap verir. Ahmet Cemil’de kardeşinin bu cevabından sonra evliliğe razı olur ve matbaa müdürünün oğlu Vehbi ile İkbal evlenir... Düzen ise hane içinde bir kez daha değişir.
Fakat bu değişiklik ilk başlarda kabul görülse de Vehbi Bey’in içki içmesi, patavatsız konuşması hem Ahmet Cemil’i hem de annesini çok rahatsız eder. Özellikle Ahmet Cemil, kız kardeşinin mutsuzluğunu gözlerinde görünce bu izdivaca vesile olduğu için kahrolur. Kendini hep suçlu hisseder.
Bir zaman sonra eve geç uğramaya başlar ve kardeşiyle yüz yüze gelmeye çekinir. Günlerinin çoğunu ise ağırlıklı olarak matbaada çalışarak geçirmeye devam eder. Fakat bu süreç içinde hiç beklenmedik bir olay meydana gelir ve matbaa müdürü hayatını kaybeder. Vehbi Bey ise matbaanın başına geçer, evde egemenlik kurmak ister.
Bu duruma ne İkbal ne de Ahmet Cemil razı olur. Üstelik hane içinde edilen son kavga bardağı taşıran su misali gibi evin tamamen dağılmasına ve İkbal’in çocuğunu düşürerek ölmesine sebebiyet verir. Ahmet Cemil bu acı ölümün ardından artık yaşamaya güç bulmasa da hazan mevsiminde ağaçlardan dökülen sarı yapraklar gibi kaderinin hüzünlü rüzgarında savrulur... Nereye gideceğini ve ne yapacağını hiç bilmeden hayatın acımasızca yokuşlarını çıkmaya devam eder.
Bir ümitle çok sevdiği Lamia’ya kavuşmanın hayali ile yaşamaya çalışsa da arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin son sözleri kalbindeki tüm kalelerini tekrar yıkmaya sebep olur ve artık kendine hüzünden başka hatıra bırakmayan yurdunu bahtından daha siyah bir gecede terk eder.
Romanın sonunda ise sevgili annesinin müşfik sesiyle kapkara, soğuk sulardan kurtularak gönüllü olarak seçtiği sürgün hayatına yavaş yavaş yol alır.
Okuması çok hüzün veren, son sayfasına kadar mutlulukların belki yaşanacağını düşündüren ama en nihayetinde yaşaran gözlerimle kapattığım ölümsüz bir eserdi. Size de mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:
"İnsanlar ne kadar büyürlerse büyüsünler, ne kadar ihtiyar olurlarsa olsunlar yine bazı dakikalar vardır ki annelerine sokularak çocuk olmak isterler."
"Dünyada hiçbir kimse tasavvur edemezsin ki hayatından hiç olmazsa bir büyük matem geçmiş olmasın."
"Her şeyden evvel okumak, duygularını terbiye etmek lazım olacağını anladılar."
Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_
Mai ve Siyah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mai ve Siyah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2 Ağustos 2021 Pazartesi
7 Ocak 2018 Pazar
Mai ve Siyah ya da hayatın üç rengi
Mai ve siyah; hayaller ve gerçekler. Romanın başkahramanı Ahmet Cemil’in maiden siyaha sürekli bir yürüyüşünden ziyade mainin ve siyahın tonları arasında salınan lakin nihayetinde siyahın en koyusunda karar kılan birkaç yıllık serüveni. Ahmet Cemil’in bir vapur taburesinde karanlıkta kalakalması ile neticelenen bu salınımın öncelikli nedeni kahramanımıza romanın başında biçilen ruh hali. “Onda şiir ile uzun iştigal mariz bir hassasiyet husule getirmişti.” diyerek bir nevi kahramanını nakıs bırakan yazar “…bir gün bahtiyar diğer gün bedbaht; bu dakikada şad, biraz sonra hazin yahut bir anda kalbi hem neşe, hem gam ile doludur…” diye devam eder. İşte bu ruh hali Ahmet Cemil’i babasının ölümünden sonra omuzlarına binen geçim sıkıntısına çareler ararken bazen azimli bazen yılgın; şair hasmı Raci ve eniştesi Vehbi Bey ile ilişkilerinde bazen hoşgörülü bazen kızgın; kendine meşhur olmanın kapılarını açacak şiir kitabıyla alakalı bazen ümitli bazen yılgın; nihayetinde Lamia’ya olan aşkında bazen umutlu bazen çekingen bir arafta bırakır.
Yazar bu gelgitler arasında kıvranan ruhu roman boyunca Raci, Vehbi Bey ve Hüseyin Nazmi ile çatıştırarak hikâyesini örer. Romanın tezi ilk bakışta hayallerle matuf bir hayatın nihayetinde hayatın sadmeleriyle yıkılacağıdır. Yalnız roman bunun yanında mai ve siyaha galebe çalacak bir rengi de okuyucunun zihnine kazır. Bu rengin ne olduğunu anlamak işte bu karakterlerin çatışmalarını merkez alarak okumayla gerçekleşir. Raci ve Ahmet Cemil; eski ve yeni. “…siz şiirimizi bıraktıkları noktada sabit görmek istiyorsunuz…” diyerek önce eski şiirin donukluğundan dem vurur yazar. Sanat ve ziynet gibi iki belanın şiire musallat edildiğinden bahisle bu şiiri söyleyenleri kuyumcuya benzetir ve “…bir ucundan tutulsa da silkilse taş parçalarında başka bir şey dökülmeyecek…” der. Baki ve Nedim bu donuk kütle karşısında şaşıp kalmışlar, Veysi ve Nergisi birer bilmece söyleticisidirler. Zevcesini Frenk karılarıyla aldatan, her şeyi sattıktan sonra oğlunun istikbali kağıtlara göz diken, sonunda kendini hastaneye düşürecek kadar işret meclislerine düşkün Raci’nin oğlunun ismi Nedim’dir. Ahmet Cemil kendi eserini hazirunun önünde okuduktan sonra Süleyman Vahdet Efendi’nin Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ından bahsedeceği cümle tamamlanmaya bile değer görülmez. Tüm bunlara karşın lezzetleri ile mest olunucak şairler ise “Goethe, Schiler, Milton, Yung, Myron, Hugo, Musset ve Lamartine” dir. Halid Ziya Uşaklıgil bu şekilde Ahmet Cemil’i eski edebiyata düşman, yeni haliyle batılı olanın ise yılmaz savunucusu şeklinde okuyucuya sunar. Bundan başka olarak karakter roman boyunca idealize edilme çabası içerisinde bütün iyi hasletlerin membaıdır. Raci ise roman boyunca tam bir sefihlik halinde karşımızdadır. Ve Raci dört beyiti yan yana getirmekten aciz bir mezar taşı sevicisidir. Ahmet Cemil eserde uzun uzadıya anlatılan sanat görüşü doğrultusunda mailiklerin kapısını ardına kadar aralayacak şiir kitabını hitama erdirir. Ve Hüseyin Nazmi’nin düzenlediği bir toplantıda okuyarak takdir toplar. Ama ne tuhaftır ki biz ne bu eser yazılırken nede okunurken tek bir dize dahi duymayız. İşte bu eser okuduğunun ertesi günü Raci’nin ceridede yazdığı bir tenkide kurban gider. Yada bize öyle görünür. Çünkü Ahmet Cemil’in roman boyunca kaybettiği şeylerin hepsi kendi iradesi dışında gelişirken kahramanımızın bile isteye kaybettiği tek şey kendi şiir kitabıdır. Her şeyini kaybeden Ahmet Cemil kitabını kendi ateşe verir. Yazarın gönlü burada yeninin eski tarafından alt edilmesine razı olamamış, belki yeni kaybetmiş lakin eski de kazanamamıştır. Hülasa mai müsaade ettiği için siyah üzerini örtebilmiştir.
Romanda ikinci çatışma Ahmet Cemil ile eniştesi Vehbi Bey arasında süregelir. Hülyaları arasında bir matbaaya malik olma hevesi de yatan Ahmet Cemil sırf bu niyetle olmasa bile kız kardeşi İkbal’i matbaanın sahibinin oğlu ile evlendirir. Evini ipotek ederek matbaaya ortak mesabesine gelir. Vehbi Bey de Raci gibi mülevves bir ruha sahiptir. İşret meclislerine müptela, babasına karşı sorumsuz, evlerindeki hizmetçiye rahatsızlık verecek kadar çapkın, hoşgörüsüz, kaba, üslupsuz… Ahmet cemil kardeşinin mutsuz bir evlilik geçirdiğini tüm safhalarıyla tetkik etmesine karşın hep pasif pozisyondadır. Ta ki bu durum İkbal’in karnına aldığı bir tekmeyle düşük yapması ve ölümü ile neticelenir. Bu olaydan sonra Ahmet Cemil sokakta tesadüf ettiği eniştesine bir tokat atmakla yetinir. Ne var ki kız kardeşi ölmüş evinden, matbaadan, mesleğinden olmuştur.
Raci ve Vehbi Bey’in ne kadar sefih Ahmet cemil’in ne kadar ideal bir tip olarak tebarüz ettirildiğinden yukarıda bahsetmiştik. Hüseyin Nazmi için ise okuyucunun zihninde böyle bir ahlaki perspektif kalmaz. Ama onu Hüseyin Nazmi yapan başka bir özelliği vardır. Ve bu yönüyle Hüseyin Nazmi Ahmet Cemil’in öykündüğü kişidir. Bu öykünmenin ne Nazmi’nin karakteri nede sanat görüşüyle ilgisi vardır. “…Hüseyin Nazmi maliye işleri müdürüdür…”. İste dostluklarının bidayetinde Halid Ziya karakteri bu şekilde sahneye koyar. Ahmet Cemil babasını kaybedip hayatın zorlukları ile karşılaşınca yazar “...Ah! O da zengin olsaydı. Hüseyin Nazmi ne kadar mesuttu…” dedirterek bize mutluluğun anahtarını gösterir. Ahmet Cemil hikâye boyunca Hüseyin Nazmi’nin mai köşküne, bahçesine, kütüphanesine, hatta dışarı baktığı penceresine bile hayrandır. Kardeşine düğün yapamadığından muzdariptir. Eniştesinin parayla ilgili münasebetsizlikleri karşısında sürekli ezilir. Nihayete bakacak olursak romanın kaybedenleri Ahmet Cemil ve Raci iken kazananları Vehbi Bey ve Hüseyin Nazmi’dir. Yani maviye galebe çalan renk yeşildir.
Hayatın üç rengi: mai, siyah ve yeşil.
Taha Selçuk
taha_selcuk@hotmail.com
Yazar bu gelgitler arasında kıvranan ruhu roman boyunca Raci, Vehbi Bey ve Hüseyin Nazmi ile çatıştırarak hikâyesini örer. Romanın tezi ilk bakışta hayallerle matuf bir hayatın nihayetinde hayatın sadmeleriyle yıkılacağıdır. Yalnız roman bunun yanında mai ve siyaha galebe çalacak bir rengi de okuyucunun zihnine kazır. Bu rengin ne olduğunu anlamak işte bu karakterlerin çatışmalarını merkez alarak okumayla gerçekleşir. Raci ve Ahmet Cemil; eski ve yeni. “…siz şiirimizi bıraktıkları noktada sabit görmek istiyorsunuz…” diyerek önce eski şiirin donukluğundan dem vurur yazar. Sanat ve ziynet gibi iki belanın şiire musallat edildiğinden bahisle bu şiiri söyleyenleri kuyumcuya benzetir ve “…bir ucundan tutulsa da silkilse taş parçalarında başka bir şey dökülmeyecek…” der. Baki ve Nedim bu donuk kütle karşısında şaşıp kalmışlar, Veysi ve Nergisi birer bilmece söyleticisidirler. Zevcesini Frenk karılarıyla aldatan, her şeyi sattıktan sonra oğlunun istikbali kağıtlara göz diken, sonunda kendini hastaneye düşürecek kadar işret meclislerine düşkün Raci’nin oğlunun ismi Nedim’dir. Ahmet Cemil kendi eserini hazirunun önünde okuduktan sonra Süleyman Vahdet Efendi’nin Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ından bahsedeceği cümle tamamlanmaya bile değer görülmez. Tüm bunlara karşın lezzetleri ile mest olunucak şairler ise “Goethe, Schiler, Milton, Yung, Myron, Hugo, Musset ve Lamartine” dir. Halid Ziya Uşaklıgil bu şekilde Ahmet Cemil’i eski edebiyata düşman, yeni haliyle batılı olanın ise yılmaz savunucusu şeklinde okuyucuya sunar. Bundan başka olarak karakter roman boyunca idealize edilme çabası içerisinde bütün iyi hasletlerin membaıdır. Raci ise roman boyunca tam bir sefihlik halinde karşımızdadır. Ve Raci dört beyiti yan yana getirmekten aciz bir mezar taşı sevicisidir. Ahmet Cemil eserde uzun uzadıya anlatılan sanat görüşü doğrultusunda mailiklerin kapısını ardına kadar aralayacak şiir kitabını hitama erdirir. Ve Hüseyin Nazmi’nin düzenlediği bir toplantıda okuyarak takdir toplar. Ama ne tuhaftır ki biz ne bu eser yazılırken nede okunurken tek bir dize dahi duymayız. İşte bu eser okuduğunun ertesi günü Raci’nin ceridede yazdığı bir tenkide kurban gider. Yada bize öyle görünür. Çünkü Ahmet Cemil’in roman boyunca kaybettiği şeylerin hepsi kendi iradesi dışında gelişirken kahramanımızın bile isteye kaybettiği tek şey kendi şiir kitabıdır. Her şeyini kaybeden Ahmet Cemil kitabını kendi ateşe verir. Yazarın gönlü burada yeninin eski tarafından alt edilmesine razı olamamış, belki yeni kaybetmiş lakin eski de kazanamamıştır. Hülasa mai müsaade ettiği için siyah üzerini örtebilmiştir.
Romanda ikinci çatışma Ahmet Cemil ile eniştesi Vehbi Bey arasında süregelir. Hülyaları arasında bir matbaaya malik olma hevesi de yatan Ahmet Cemil sırf bu niyetle olmasa bile kız kardeşi İkbal’i matbaanın sahibinin oğlu ile evlendirir. Evini ipotek ederek matbaaya ortak mesabesine gelir. Vehbi Bey de Raci gibi mülevves bir ruha sahiptir. İşret meclislerine müptela, babasına karşı sorumsuz, evlerindeki hizmetçiye rahatsızlık verecek kadar çapkın, hoşgörüsüz, kaba, üslupsuz… Ahmet cemil kardeşinin mutsuz bir evlilik geçirdiğini tüm safhalarıyla tetkik etmesine karşın hep pasif pozisyondadır. Ta ki bu durum İkbal’in karnına aldığı bir tekmeyle düşük yapması ve ölümü ile neticelenir. Bu olaydan sonra Ahmet Cemil sokakta tesadüf ettiği eniştesine bir tokat atmakla yetinir. Ne var ki kız kardeşi ölmüş evinden, matbaadan, mesleğinden olmuştur.
Raci ve Vehbi Bey’in ne kadar sefih Ahmet cemil’in ne kadar ideal bir tip olarak tebarüz ettirildiğinden yukarıda bahsetmiştik. Hüseyin Nazmi için ise okuyucunun zihninde böyle bir ahlaki perspektif kalmaz. Ama onu Hüseyin Nazmi yapan başka bir özelliği vardır. Ve bu yönüyle Hüseyin Nazmi Ahmet Cemil’in öykündüğü kişidir. Bu öykünmenin ne Nazmi’nin karakteri nede sanat görüşüyle ilgisi vardır. “…Hüseyin Nazmi maliye işleri müdürüdür…”. İste dostluklarının bidayetinde Halid Ziya karakteri bu şekilde sahneye koyar. Ahmet Cemil babasını kaybedip hayatın zorlukları ile karşılaşınca yazar “...Ah! O da zengin olsaydı. Hüseyin Nazmi ne kadar mesuttu…” dedirterek bize mutluluğun anahtarını gösterir. Ahmet Cemil hikâye boyunca Hüseyin Nazmi’nin mai köşküne, bahçesine, kütüphanesine, hatta dışarı baktığı penceresine bile hayrandır. Kardeşine düğün yapamadığından muzdariptir. Eniştesinin parayla ilgili münasebetsizlikleri karşısında sürekli ezilir. Nihayete bakacak olursak romanın kaybedenleri Ahmet Cemil ve Raci iken kazananları Vehbi Bey ve Hüseyin Nazmi’dir. Yani maviye galebe çalan renk yeşildir.
Hayatın üç rengi: mai, siyah ve yeşil.
Taha Selçuk
taha_selcuk@hotmail.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)