Kemal'den Piraye'ye Mektuplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal'den Piraye'ye Mektuplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2023 Cuma

Kemal'den Piraye'ye mektuplar

Kemal Tahir, Nâzım Hikmet’le birlikte yargılandığı Donanma Davası’ndan dolayı çarptırıldığı on beş yıl hapis cezasının ne kadar ağır bir şey olduğunun farkında değildi; çünkü her an hapishaneden çıkabileceği gibi bir ruh halinde olduğunu onun Piraye’ye yazdığı mektuplarda görebiliyoruz. Hâlbuki bu on beş yılın on iki yılını bilfiil yatmış, daha sonra çıkan afla tahliye olmuştur. Ama, hapisliğinin ilk yıllarında dahi mektuplarında “yakında hâlâs olursak sana Çankırı’dan ne getireyim” diye soruyor Piraye’ye. Bunu yazdığı yıl 1940. Tahir, bu cümlenin üzerine Çankırı’dan sonra daha Çorum’u ve Malatya’yı dolaşacak, nice romanı, hikâyeyi kâğıtlarda ve aklında filizlendirecek ve ancak 1950’de tahliye olacaktır. Umut, hiç bitmiyor, Baudelaire’nin bir şiirinde dediği gibi “Ve İnsanoğlu, ki yoktur umut yitirdiği/Deliler gibi koşar, erinç bulmak ister de!

(Edebiyatımızın bir eksiğidir Kemal Tahir’in mektuplarının toplu bir halde bulunmaması. Zamanında Bağlam Yayınları’ndan çıkan bir Notlar/Mektuplar kitabı, ilk eşine yazdığı Fatma İrfan’a Mektuplar kitabı mevcut. Bir de Orhan Kemal’e Mektuplar adlı kitapta Kemal Tahir’in Orhan Kemal’e yazdığı mektupları görebiliyoruz ancak bunları eksiksiz ve toplu bulamıyoruz. Son olarak da İthaki Yayınları’ndan çıkan Şiirler/Ziya İlhan’a Mektuplar kitabı var ama bunlar hem ayrı baskılarda olup hem de bulunması zor olunca okumak ve Tahir’in mektuplarına hâkim olmak zor oluyor. Tabiî ben oldukça eksik olduğunu düşünüyorum bunların. Bir de şimdi bahsedeceğim Kemal’den Piraye’ye Mektuplar kitabı var elimizde ancak Kemal Tahir on iki yıllık hapis hayatında Piraye’ye sadece on beş mektup mu yazdı? Ki Piraye bildiğim kadarıyla kendisine yazılan mektupları saklayan biri. İnşallah Kemal Tahir’in yeni yayıncısı Ketebe Yayınları bu sorunu çözüme kavuşturacaktır.)

Umut hiç bitmiyor ve Kemal Tahir sanki durumun farkında da değil. Sürekli, yakında çıkacağını ve bu işin “şakacıktan” başladığını düşünüyor; belki de bu yüzden hep ümitvar. Şöyle diyor 1940 tarihli bir mektubunda: “… Turşumuzu kurmayı dahi tasmim etmiş olsalar, gene bu kışa bizi çıkarırlar sanıyorum. Şakacıktan başlayan bu iş kâfi derecede uzadı.

Kitap sadece Kemal Tahir’in Piraye’ye yazdığı mektuplardan oluşmuyor. Piraye’ye yazılan on beş mektubun dışında yine Piraye’ye kısa bir not, Nâzım ve Piraye’ye birer kartpostal, Nâzım’a iki tane mektup ve bir tane de Naci Sadullah’a mektubu ihtiva ediyor. (Piraye’ye olan mektuplar 1940-1945 yılları arasını kapsıyor. Nâzım’a 1942 ve 1947’de birer mektup -çünkü Nâzım bir süre sonra Çankırı’dan Bursa Cezaevi’ne nakil oluyor- görüyoruz. Naci Sadullah’a 1941 yılında yazıyor. Kartpostallar 1940 yılına ait) Ayrıca sunuş ve giriş yazılarında da Kemal Tahir’in Nâzım Hikmet üzerinden Piraye’yle olan abla-kardeş ilişkisine değiniliyor. Bol fotoğraflı bir kitap bu. Piraye’yi, Memet Fuat’ın küçüklüğünü, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı ve başka kişileri de Kemal Tahir’le beraber, o yıllardaki halleriyle görebilmemiz açısından değerli ve arşivlik malzemeler sunuyor. (Nâzım’ın Çankırı’da yaptığı yağlı boya tablolar da kitapta yer almış.)

Mektuplarda genel olarak Kemal Tahir günlük yaşantılarından bahsediyor. Ve elbette hiç bitmeyen geçim derdinden. Alamadığı paralarından vs. Ayrıca yazdığı hikâyeleri Piraye’ye de gönderip onun fikrini alıyor ve önemsiyor da. Bu durum bize Piraye’nin entelektüel seviyesini de gösterebilir. Bu kitap yine Nâzım Hikmet’in İthaki Yayınları’ndan çıkan Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar kitabıyla önlü arkalı okunursa dönemin ekonomik ve siyasal ruhu çok daha iyi anlaşılacaktır. Örneğin tek parti devrindeki sansürü şöyle anlatıyor Tahir: “Pek canım sıkılıyor. Tan’daki hikâyeleri insafsız ve cahilane sansür ediyorlar. Mesela (başındaki abani sarıklı fesi vardı) cümlesini çıkarıyorlar. Sipsivri şu cümle kalıyor (Siyah fötr şapkasını nahiyeye, kasabaya giderken bir de hatırlı misafir gelince giyerdi). Sonra birtakım psikolojileri birtakım vakaların karşısında tespit etmişim. O vakaları galiba müstehcen bulup budamışlar. Hikâyenin adamları, ortasından kopmuş filmlere benzedi. Anlaşılıyor, biraz yazıya benzeyen yazı olmamalı.” Ayrıca bu mektuplarda kişilerin özel duygu ve davranışlarına da tanık oluyoruz. Mesela Tahir, Nâzım’ı inanılmaz çok seviyor ve onun şairliğini -yer yer aşırı abartsa da- yere göğe sığdıramıyor. Bir de dikkatimi çeken şu oldu: Kemal Tahir mektuplarında dinî terimleri çok kullanıyor (Elhamdülillah, Allah razı olsun, ruz-ı mahşer vb.) Ve bunları dinle alakası olmayan birinin kültürel ifadeleri gibi değil, bir Müslüman’ın hayatının içinde bu cümleleri/kelimeleri eritmesi gibi kullanıyor. Hayatı boyunca solda olmuş bir yazarın bu terimleri bu şekilde kullanışı ilginç bir görüntü oluşturuyor bence. (Hapishaneye de komünizm davasından girmişti, hatta ilk eşi Fatma İrfan kendisini bu sebepten -vatan millet düşmanı bir ideolojiyi benimsemiş biriyle birlikte olamam diyerek- terk etmişti.) Belki de o yaşlarda -otuzlu yaşlar- dine bakışı daha farklıydı. Yine de şunu demek istiyorum, şimdiki sol görüşlü yazarlar (sol da demesek olur aslında, ne oldukları belli değil) Türk Edebiyatı bile diyemiyor. Tahir’in baştan ayağa namuslu bir Türk aydını ve Türk insanı olduğunun belirtilerinden biri bence bu durum. Tam bu toprakların insanıydı Kemal Tahir.

Yazıyı bağlayalım. Mektup, 1940’ların, 50’lerin, 60’ların en önemli iletişim araçlarından biri ve devrin muhasebesinin döndüğü en önemli yazınsal belgelerden biri. Birçok görüş ve bilgiye hâkim olabiliyor okur dönemli ilgili. Bu yüzden -işin etik yönüne girmeden- bu tür mektupların daha çok ve daha dikkatli edisyonlarla yayımlanması gerektiğini düşünüyorum. (Turgut Uyar dememiş miydi İsmet Özel’e: Dergiler çıkarıyoruz, hâlbuki birbirimize mektup yazsak yeter diye.) Tabiî nicelik yönünden de artarak. İnşallah Kemal Tahir’in daha fazla mektubu ve kurgusal yazıları o meşhur sarı defterleri aşacak ve bizle buluşacaktır. Bazı kuru-teorik-akademik anlatımlı kitaplara ek olarak (bunlar da lazım) dönemi ve kişileri daha insani yönleriyle öğrenmiş oluruz.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif13