Jenn Granneman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jenn Granneman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ağustos 2023 Çarşamba

Duyarlı insanın gücü ve yaşadığı zorluklar

"Ancak sığlıktan uzak, engin ve kendine özgü iki ayrı dünyayı içlerinde barındırması insanları birbirine bağlayabilir."
- Rainer Maria Rilke, Çünkü Zordur Sevgi

Jenn Granneman, yayın hayatını uzun yıllardır sürdüren "Introvert, Dear" adlı blogun kurucusu. Bütünüyle içe dönük insanlara hitap eden bu blog, internet aleminde "keşke en ince detayına kadar dilimize çevrilse" dediğim çalışmalardan biri olmuştur hep. 2019'da Hep Kitap tarafından meraklılara sunulan İçedönüklerin Gizli Yaşamı, alanındaki boşluğu doldurmuş şahane bir çalışmaydı. Özellikle içe dönüklerin hem gülerek hem de ağlayarak okuyabilecekleri bu kitapla birlikte Jenn Granneman ülkemizde de tanınır oldu. Timaş Yayınları tarafından dilimize kazandırılan Duyarlı isimli kitapta Granneman'ın yanında Sensitive Refuge ortaklarından ve yazarlarından Andre Sólo da var. "Gürültülü, Hızlı ve Sürekli Üstümüze Gelen Dünyada Aşırı Hassas Olmanın Saklı Gücü" alt başlığını taşıyan çalışmada Sena Bayraktar'ın oldukça akıcı ve lezzetli çevirisine de şahitlik etmiş oluyoruz.

Kitabın ilk bölümünde duyarlı olma hâlini bir kusur mu yoksa süper güç olarak mı ele almak gerektiği üzerine yorumlar yapılıyor. Yaşadığımız çağ ile birlikte üzerimize her gün, her saat, her saniye yağan bilgi bombardımanı düşünülecek olursa duyarlı olan insanların işi hayli zor. Hassas ve duyarlı insanlar, her gün bu üstümüze üstümüze gelen dünyada olanları çok daha derinden hissediyorlar. Dolayısıyla duyarlılık hem kusur hem de süper güç olarak ayrı ayrı ele alınabilir. Hiç şaka kaldıramamak, aşırı tepkiler vermek, utanmak ya da kendini suçlamak için yer aramak, eleştiri kaldıramamak, çabuk alınmak gibi hâller duyarlılığı dikkatlice değerlendirmeyi gerektiriyor. Hassas ve duyarlı olmanın kötü bir şöhreti var yazarlara göre. Google'a "Çok hassasım" yazıldığında karşımıza çıkan makaleler şöyle oluyor genellikle: "Çok hassasım, nasıl daha dayanıklı olurum?", "Hassas olmayı nasıl bırakabilirim?".

Hassas insanların duymayı hiç istemedikleri şeylerden biri "Neden bu kadar hassassın?" sorusudur. Bu, bir insana yöneltilen "Neden yürürken ayaklarını kullanıyorsun?" sorusundan farksızdır. Meseleyi daha pürüzsüz biçimde anlayabilmek için şu satırları okuyalım: "Hassas yerine karşılık veren / tepkisel demek daha uygun düşer. Vücudunuz ve zihniniz, çevrenizde olup bitenlere daha fazla karşılık veriyor demektir. Kalp kırıklığına, acıya, kayıplara daha fazla tepki verirsiniz. Ama aynı zamanda güzelliğe, yeni fikirlere ve neşeye de daha fazla tepki verirsiniz. Başkalarının yüzeyle yetindiği yerde siz derine inersiniz. Başkaları pes edip bir sonraki işe geçtiğinde siz hâlâ düşünmeye devam edebilirsiniz."

Kitabın en güzel özelliklerinden biri, bazı bölüm sonlarında insanlara daha önce yöneltilmiş soruların cevaplarının bulunması. Mesela "Hassas olmak size ne ifade ediyor?" sorusuna verilen cevaplar oldukça önemli. Bunun yanı sıra hassas ve duyarlı bir insan olup olmadığınızı anlamak için bir test de bulunuyor. Jenn Granneman ve Andre Sólo, zamanımızda insanlara devamlı püskürtülen 'mutlu olma zorunluğu' ve 'güçlü ol miti'ne karşı duyarlı bakışı öneriyorlar. Duyarlı bakış, bize şunları dedirtiyor:

- Herkesin bir sınırı vardır - ve bu iyi bir şeydir.
- Başarı, beraber çalışmayla gelir.
- Merhamet meyvelerini verir.
- Duygularımızdan çok şey öğrenebiliriz.
- Kendimizi önemsediğimizde daha büyük, iyi şeyler yapabiliriz.
- Sakinlik de eyleme geçmek kadar güzeldir.

Yazarlara göre duyarlı olmanın insana sunduğu beş büyük armağan var: empati, yaratıcılık, duyusal zekâ, işlem derinliği, duygu derinliği. Hepsine bakıldığında duyguları daha yoğun yaşayan hassas insanların ne kadar güçlü ilişkilere, güçlü işlere kapı açabileceği, dolayısıyla dünyaya ne kadar ilham olacakları da dikkat çekici bir nitelik kazanıyor. Özellikle empati ve duygu derinliği noktasında tüm insanların ortak bir zeminde buluşabilmesi, dünyamız için fevkalade önemli olsa da bu şimdilik sadece bir ütopya. O yüzden biz, yazarların realiteye yakın yorumlarına bakalım: "Kişisel düzeyde bakıldığında duygu derinliği, hayatı bereketle yaşamanıza da olanak sağlar. Duygusal tepkilerin ölçüldüğü çalışmalarda, duyarlı insanların hem pozitif hem negatif deneyimlere daha güçlü tepki verdiği gösterilmiştir. En büyük tepkiyi alan deneyimlerin pozitif olduğunu zevkle hatırlatalım. Bu, duyarlı insanların neden genelde yüksek idealleri olduğunu, başkalarıyla güçlü bağlar kurduklarını ve özellikle güzellik söz konusu olduğunda -güneşli bir sonbahar gününde yapraklarla kaplı bir sokak veya köşedeki sokak sanatçısının çaldığı gitarın sesi gibi- hayattaki küçük şeylerden büyük keyif aldıklarını açıklar."

Aşırı uyarılma, sadece hassas veya duyarlı insanları değil, pek çok insanı olumsuz etkileyebilecek bir durum. Şurası bir gerçek ki duyarlı insanlar ve içe dönük insanlar bu aşırı uyarılma meselesine dair büyük sınav veriyorlar. Ailelerin kalabalıklaşması, şehirlerin kalabalıklaşması, sessiz alanların giderek azalması, freelance çalışma düzeniyle beraber iyice evlere kapanma, sürekli tatil peşinde koşan ülkelerde çocukların her an evde olması durumu, geleneksel toplumlardaki o hiç bitmeyen aile ziyaretleri, 'toplantıkolik' işverenler, toksik ilişkiler, narsisistlerin devamlı ön planda olması, dünya üzerinde olan biten her şeyin anında sosyal medyada yankı bulması, bilen bilmeyen herkesin her konuda uzmanca yorumlar yapabilmesi... Sayılamayacak daha birçok etken var. Kitapta bu konuyla ilgili olan bölümü dikkatle okudum ve epey yararlandığımı söyleyebilirim. Şuraya lütfen dikkat:

"Bazılarının kovası büyükken bazılarının -duyarlılarınki- küçüktür. Kimse kovasının büyüklüğünü seçemiyor, hepimiz uyaranlarla başa çıkacak farklı bir sinir sistemiyle ve farklı bir kapasiteyle dünyaya geliyoruz. Ama duyusal işleme zorluğu çeken çocuklarla ve yetişkinlerle çalışan iş ve uğraşı terapisti Larissa Geleris'e göre, kovanın boyutu ne olursa olsun her ses, duygu ve koku, onu biraz dolduruyor. Kovanız kuruyorsa canı sıkkın, rahatsız hatta depresif hissedersiniz. Kovanız dolup taşıyorsa da stresli, bitkin ve tükenmiş -hatta belki panik hâlinde, öfkeli ve kontrolden çıkmış- hissedersiniz. Herkesin belli bir uyaran eşiği vardır ve herkes kovasının doğru oranda dolmasını ister, böylece ne yetersiz ne de fazla uyarılırlar. Örneğin, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan bir çocuk, kovasının hep kuru olduğunu hissedebilir. O yüzden kendisini uyarmak amacıyla parmaklarıyla masaya vurur veya sınıfta oturduğu yerde tepinir. Siz duyarlılar için durum tam tersidir: Kovanız, iş yerinde geçirilen bir gün sonrası ya da evde çocuklara bakmak gibi gündelik aktivitelerle hemen dolar. Geleris durumu, 'Kova dolduğunda taşar ve düzensizlik ya da aşırı uyarılma gözlemleriz. Duyu sisteminiz, 'Hayır, daha fazlası olmaz. Yeteri kadar bilgi işledim, filtreledim, aşırı yüklendim ve artık daha fazlasını kaldıracak kapasitem yok' diyordur' diye açıklıyor."

Herkesin duyarlı bir tarafı olduğu muhakkak. Kimileri bununla gurur duyuyor, kimileri alay ediyor, kimileri de hassas olmaktan utanıyor. Bu kitap uygulanabilir alıştırmalar ve güncel araştırmalar eşliğinde pek çok düğümü çözüyor. En önemlisi de kişiyi kendisiyle barıştırma noktasında ilk adımı atan taraf oluyor...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf