"Eyin kişi yol alamaz maksûdunu hergîz bulamaz
Bekle me'ârif kapusun yüz göstere irfân sana
Dünyâ ile ukbâyı ko ûlâ ile uhrâyı ko
Var ol kuru sevdâyı ko matlab yeter Sübhân sana
Cândan taleb kıl yârini ver cânı bul dîdârını
Yok eyle kendi vârını kim var ola cânân sana."
- Niyâzî-i Mısrî
Kehf suresi, ilm-i ledünü yani tasavvufu derinlemesine öğrenmek için eşikteki okuru kapıdan içeriye alır. Bak der, evvela teslimiyet, sonra muhabbet, nihayet sıddıkiyet. Bunlarda sabit kadem olursan marifet sana yüzünü gösterir. Vakti gelir; gönlüne damla damla akmaya başlar o bâtın ilmi. Derken bazı kurallar apaçık kendini belli eder. Susmak, soru sormamak ve idrakin yetmedi diye reddetmemek. Musa ile Hızır'ın hikayesidir bu. Ve bu hikaye bize temelde şunu söyler:
Bekle me'ârif kapusun yüz göstere irfân sana
Dünyâ ile ukbâyı ko ûlâ ile uhrâyı ko
Var ol kuru sevdâyı ko matlab yeter Sübhân sana
Cândan taleb kıl yârini ver cânı bul dîdârını
Yok eyle kendi vârını kim var ola cânân sana."
- Niyâzî-i Mısrî
Kehf suresi, ilm-i ledünü yani tasavvufu derinlemesine öğrenmek için eşikteki okuru kapıdan içeriye alır. Bak der, evvela teslimiyet, sonra muhabbet, nihayet sıddıkiyet. Bunlarda sabit kadem olursan marifet sana yüzünü gösterir. Vakti gelir; gönlüne damla damla akmaya başlar o bâtın ilmi. Derken bazı kurallar apaçık kendini belli eder. Susmak, soru sormamak ve idrakin yetmedi diye reddetmemek. Musa ile Hızır'ın hikayesidir bu. Ve bu hikaye bize temelde şunu söyler:
İnsanoğluna daima bir yardımcı lazımdır. Kimi buna rehber der, kimi bilge, kimi dost. Ama mutlaka bir yardımcı lazımdır. Kişiye ayna olacak, onu irşad edecek, doğruyu yanlışı ayırt etme konusunda iç açacak, yük alacak, dünya sıkıntısını hafifletecek bir yardımcı şarttır. O yardımcıda Hakk'ı görebildin mi, mutmain bir kalbe erişme yolundasın demektir. Sonra dönüş yoktur, ikramlar vardır. O ikramlar da sen şımarasın, kendinde varlık göresin diye değil, celal ile cemal arasında yaşanan hayatta hakikate olan susuzluğunun farkına vardın diyedir. Öp başına koy, sus ve yola devam et. Sana nasıl Hızır olunduysa sen de Hızır ol. Kainata ve mahlukata hizmet et, kendini gözet.
"Hızır'ı bulmak kolay, Hızır'la yürümekse zordur." der ehl-i irfan. İşte, Necmettin Şahinler hoca da bu zorluğu anlatıyor Hz. Mûsa ile Yürümek adlı kitabında. Ne aradığını bilmeden, bulunanın asla idrak edilemeyeceğini işliyor. "Her insan sahip bulunduğu insanlık bilincini ve bilgiyi kendinden aşağıdakilere aktarmada öğretmen, bu bilinç ve bilgiyi kendinden yukaridakilerden öğrenmede ise öğrencidir." diyerek Ahmed Amiş Efendi'nin mürşidi Kuşadalı İbrahim Halveti'nin şu sözünü akıllara getiriyor: "İndallah (Allah katında) talebe, hocadan üstündür."
İnsan, daima arayan bir varlıktır. Bu, hilkatte belirlenmiş bir yol adabıdır adeta. Dünyaya gelişi, bu anlamda yola girmesidir. Aradıkça yoldadır insan. Ne vakit ki arayışını unutur, yoldan çıkar. Ancak bu uzun sürmez. Ne demiştik, insan daima arar. Dolayısıyla yola belki farkında olarak belki de farkında olmayarak yeniden girer. Bu acizlikler ve noksanlıklar dünyası olan yeryüzü, ona arayışını her zaman hatırlatır. Peki aranan nedir? Elbette "Asl" olandır, "Can Yoldaşı" olandır, "Yâr" olandır, "Dost" olandır. Aranan O'dur. Peki kimler sahiden O'nu arar? "Bütün dünya O'nu arar; fakat sadece O'nun aradıkları O'nu bulur." demiş Ebû'l-Hasan Harakânî. Demek ki aramak da bir nasibin tecellisi. Demek ki o sebeple arayanlar hem hüzne hem şevke sahip. Bulmak istemenin, özlemin hüznü; çalışmanın ve gayrette olmanın şevki. Bu durumda neticenin en azından ne olabileceğinden de bahsetmek gerekiyor. Necmettin hoca bu konuda şunları söylüyor:
"Anlaşılan odur ki, "aramak insanın kaderi ise, bulmak da kaderidir". Çünkü "mürîd Allah'ın murâdıdır" ve bu yolda arayanla aranan beraber yürümektedir. İnsanın izlediği yol, bizzat Allah'ın izlediği yoldur. Kur'ân bu birlikteliğe şöyle değinir: "Şu bir gerçek ki, benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir." [Hûd 11/56]. Belki de iki denizin kavuşum yeri, arayanla arananın buluşma noktasıdır."
Bu yolun sırrı, perdeleri yakmaktır. Perdeler yanmadan hakikat ortaya çıkmayacaktır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Dîvân-ı Kebîr'inde "Perde yandı mı insan, Hızır hikâyesini de tamamiyle anlar, ledün bilgisini de..." der. Demek ki yolcu, ilm-i ledüne talip olandır aynı zamanda. Çünkü "bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz", yolcuya aşk gerektir evvela. Aşkın ateşiyle yanan için durmak, çilenin ta kendidir. Hikmet bu ya, dergâhlarda çile çıkarmak da fiziken durarak ama manen yürüyerek olur. Talip, durduğu yerde bir yola çıkar, daha doğrusu çıkmış olduğu yolda derinleşir. Tefekkür de bu manada bir yürüyüştür ve hakkıyla yapıldığında ibadetten üstün olarak görülmüştür. İnsan gün içinde bir nebze nimetleri, kainatı, tecellileri düşünse; bundan sonraki günleri daha farklı olacaktır hiç şüphesiz.
Yürümek, insanın kendi içinde kıyametler koparmasıdır. Her aşılan engelin bir neticesi vardır ve bu netice, insanın nefsine dair olan bilgisini genişletmesiyle ilgilidir. Nefs ne kadar bilinirse, Rabb de o kadar bilinecektir. İnsan; kusurlarının farkında olmadan meziyetlerinin, yapabileceklerinin farkında olamaz. Sözü burada Necmettin hocaya bırakmalı:
"Kur'ân iyi tetkik edildiğinde görülür ki, bu büyük ve genel kıyametten başka sayısız küçük kıyametler varlıklar dünyasını doldurmuş bulunmaktadır. Hayat sahnesinde her an milyonlar ve milyonlarca kıyamet gerçekleşmektedir. Kainat bünyesinde bir hiç denecek kadar küçük bir yer tutan insan vücudunda da, her an binlerce kıyamet yaşanmaktadır. Her varlık birçok kıyametlere sahnedir. Fakat her varlık daha büyük bir varlığın sahne olduğu kıyametlerden de biridir. Kıyametler içinde belki de en anlamısı 'Âriflerin Kıyameti'dir. Böyle bir kıyameti ancak 'Ölmeden önce ölmeyi gerçekleştirenler' yaşayabilir. Çünkü onlar beden mülkünün Sultan'ında fenâ bulmuşlar ve 'Rûhâni Emâneti' idrâk etmişlerdir. Artık onların gözünde her şey (izâfi varlık) silinmiş, Kur'ân'ın eşsiz ifadesiyle 'Küllü şey'in hâlikun illâ vecheh' [Kasas 28/88] yani 'Yaratıcı'nın yüzünden başka her şey helâk olacaktır' âyeti onların değişmez zikri olmuştur. Hak âşıklarından Ganiyy-i Muhtefî de bir nefesinde 'Âriflerin Kıyameti'ne şöyle değinir: Bilinenden farklıdır ârifin kıyameti / bir an değil bir ömür sürmekte fehâmeti."
Hz. Mûsâ ile Hızır'ın hikayesi, dalgadan deniz çıkaranların hikâyesidir diyor Necmettin hoca. Denizden dalga çıkarmak mümkündür; atarsınız taşı, avucunuzu gezdirirsiniz, çıkar bir dalga. Ama dalgadan denizler çıkarmak ne kadar mümkündür? Buna ancak iğneyle kuyu kazma sabrına sahip olanlar erişebilir. Öyle anlar vardır ki tahammül bir kenara kaçar, insan en büyük zorluklarla imtihana çekilir. Ama yalnız değildir artık. Bir yoldaşı, yareni, dostu vardır. "Eyvallah" dedikçe ilerleme sürecektir, teslim oldukça rıza kapısı açık kalacak, nasiplerin ardı arkası kesilmeyecektir. Üstelik hikâye de burada bitmeyecektir. Çünkü yol bitmez. Bu andan itibaren yol ancak yürüyenin bilebileceği bir hikâyedir. Yani bilenler söylemez, söyleyenler bilmez...
Yağız Gönüler