Hâris el-Muhâsibî etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hâris el-Muhâsibî etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2024 Cumartesi

Gönlünü cennet eylemek

Tasavvufun henüz adının olmadığı ama hakikatinin yaşandığı dönemin büyük sufilerinden biri Hâris el-Muhâsibî. Dönemin önemli hocalarından hadis, kelâm, tefsir gibi ilimleri öğrenmesiyle, sufiliğinin yanına âlimliğini de koymuş. Bazı kaynaklara göre İmam Şâfiî'nin öğrencilerinden biri olmuş, aynı zamanda o zamanlarda çocuk yaşta olan Cüneyd-i Bağdâdî ile sofra paylaşmış. Kendisinin "muhâsibî" lakabına sahip olmasının sebebi, nefs mücadelesinden hiç taviz vermemesi. Babasından kalan büyük bir mirası reddetmesi, yaşamının tamamını kanaat ile geçirmesi, şöhrete ve makama yüz çevirmesi onun yine nefsle mücadelesinden önemli özelliklerinden.

Hasan-ı Basrî yolunun takipçilerinden olan Hâris el-Muhâsibî'nin Bişr el-Hâfî ve Zünnûn el-Mısrî'den etkilendiği belirtiliyor. Muhâsibî'nin etkilediği sufiler arasındaysa Tüsterî, Sülemî, Tirmizî ve Kuşeyrî zikrediliyor. Tasavvufun kaynak metinleri arasında önemli bir yeri olan Risale'sinde Kuşeyri, Muhâsibî'yi "En arı ve duru sufiliğin temsilcisi" olarak tanıtıyor. Yine Risale'de şöyle diyor Kuşeyrî: "O, içinde şüphe bulunan bir yiyeceğe elini uzattığında parmağındaki bir damar harekete geçip atmaya başlardı. Bunun üzerine o, o şeyi yemekten geri çekilirdi."

Çok sayıda eser kaleme alan Hâris el-Muhâsibî'nin bazı eserleri bir araya getirilerek okurlara, meraklılara sunuluyor. Bunlardan biri de Cemal Aydın tarafından çevrilen Allah'a Yöneliş. Risâletü’l-Müsterşidîn, Bedʾü men enâbe ilallâh, Fi Enne'-l-Mâl Aslü'l-Azîm Min Usûli'l-Fesâd gibi risaleleri bir araya getiren kitap aslında Hâris el-Muhâsibî'nin benimsediği sufiliğin temel taşlarından oluşuyor. Allah'a yönelişin esasları şüphe yok ki insanın kendisinden başlıyor. Gerçek huzurun ve gerçek zenginliğin ne olduğundan, canını ve malını Allah'a satmanın ne manaya geldiğine kadar Muhâsibî'nin çizdiği harita bizlere Ebû Zer el-Gıfârî'yi hatırlatıyor: "Yaptığı iyiliklerin mükâfatını göreceğini, işlediği günahlardan hesaba çekileceğini bilen birisi nasıl hareket ederse, sen de öyle titizlikle hareket et! Daima şükret! Geleceğe yönelik beklentilerini azalt! Kaygılar, sıkıntılar seni bunalttığında, git kabirleri ziyaret et! Diriliş gününün korkusuyla kalbin her zaman ürperti içinde olsun! Hz. Ebu Zer el-Gıfârî şu öğüdü verir: Allah'ı görüyormuş gibi hareket et! Kendini daha şimdiden ölmüş say! Bil ki, kötülükler unutulmaz, iyilikler de kaybolmaz! Unutma ki, sana yetecek az bir şey, seni gaflete düşürecek çok şeyden hayırlıdır! Mazlumun bedduasını almaktan kendini koru!"

Muhâsibî'nin sufi tavrı, bugünün insanının ancak kitaplarda okuyabileceği, belki gıpta edebileceği, ancak ne kadarını hayat pratiği yapabilirse o kadar kazançlı çıkabileceği bir tavır. Bu tavrın ardında, Horasan bölgesinde ortaya çıkan tasavvuf ekolü melameti de yakalamak mümkün. Muhâsibî'nin öğütlerinde kınanmayı, kusurlarının ayıplanmasını, toplum önünde küçük düşürülmeyi göze alan, hatta bunlarla övünen melamilerin yaklaşımını görebiliyoruz. "Yoksulluğunu sadece Rabbine söyle! Helal mi haram mı diye şüphe ettiğin şeylerden uzak dur! İhtiyaçların konusunda mümkün olduğunca insanlara bağlı kalmaktan kaçın. Kendin için sevip istediğini onlar için de iste. Kendin için nefret ettiğin şeylerden onlar için de nefret et. Gölgede kalmaya, silik görünmeye bak. Derin derin tefekküre dal. Bilginle parlamamaya, yaptıklarınla gurur duymamaya dikkat et."

Sadece tasavvufta seyr edenlerin değil, yeryüzündeki bütün insanların kendi labirentlerinde bir Hakk'ı bulma, mutmain bir kalbe erişme, akl-ı selim olma gibi dertleri var. Üstelik bunlar kitap okumayla halledilebilecek meseleler değil. Tüm kadim öğretilerde olduğu gibi tasavvufta da bir rehberin şart olması, aslında insanların nefsleriyle nasıl mücadele edeceklerine dair de bir umut ışığı. Çünkü dünya, kişiye bir an bile rahat bırakmıyor. Dünyanın derdi, insanın yükü bitmiyor. Haliyle nefsin şeytani öğütleriyle yol yürümek, doğal bir yaşama dönüşüyor. Muhâsibî, nefsi yola getirmenin çarelerini açıklarken, nefsin hiç de öyle kolay kolay teslim olmayacağını en başta söylüyor. Nefsi sürekli korkutmak gerekir diyor, zira nefis övünmek için bahane arıyor. Nihayet, kalpteki korku ve umut sancaklarını cem eden tek gerçeği tövbe olduğunu, tövbekâr bir kulun muhteşem zaferlere ulaşacağını ifade ediyor. Tövbenin bile şükredilmesi gereken bir nimet olduğu bilincini aşılıyor. Şu sözlere dikkat buyurun: "Gönlünü Allah'a veren kişi, dünyaya ait çok az şeye sahiptir, alçak gönüllüdür, her bakımdan Allah'a teslim olmuştur, hüzünlüdür, her zaman gözü yaşlıdır, dünyaya bağlanan insanlarla bir arada olmaktan rahatsızlık duyar. Bir haksızlığa uğradığında hakkını aramaz; elinden malı alınsa geri istemez. Yalnızdır, hırpanidir, toz toprak içindedir, gariptir, zâhitçe yaşar... Ah gafil kimseler onun kalbinde olanı, Allah'ın oraya yerleştirdiği yüceliği bir görebilselerdi!"

Allah'a Yöneliş'in son faslı, bizlere mal sevgisinin peşine düşmüş insanoğlunu ta o zamanlarda fark etmiş, bu insanların kendilerine ve çevrelerine neler ettiklerini görmüş Muhâsibî'nin nasihatleriyle sona eriyor. Burada kötü âlimlerin insanların başına nasıl bir bela olduğunu, sahabilerin benimsedikleri yaşamla bizlere nasıl örnek teşkil ettiklerini, kalbinden ahiret korkusu silinmiş bir insanın büyük bir hüsranla karşı karşıya olduğu, servet üstüne servet yığmakla kişinin kendi cehennemini daha bu dünyada kurduğunu okuyabiliyoruz. Helal kazanç kaldı mı şu dünyada diye soruyor Muhâsibî, henüz o çağlarda, yani hicretin üçüncü yüzyılında: "O zamanlar herkesin kazancı helaldi, helal yoldandı. Fakat zararı faydasından daha ağır basar korkusuyla helal kazançtan bile vazgeçerlerdi. Ya sen, o mübarek insanlara nispetle bir çöp niteliğinde olan, helalin kaybolduğu şu dönemde yaşayan ve boğazına kadar pisliğe batmış olan sen, nasıl olur da helal bir servete sahip olduğunu iddia edebilirsin?"

İnsanın kendi gönlünü cennet eylemesi için kuvvetli bir nefs mücadelesine girişmesi elzem. Hâris el-Muhâsibî'nin Allah'a Yöneliş kitabındaki nasihatleri, bu mücadelenin tüm şifrelerini barındırıyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

13 Kasım 2019 Çarşamba

Nefis muhasebesinin el kitabı

"İlmin ilk kapısı susmak, ikincisi dinlemek, üçüncüsü edindiği bilgiyi eksiksiz uygulamak, dördüncüsü de yaymaktır."

Tasavvuf dendiği zaman, meseleyle bir miktar ilgili olanların aklına gelecek ilk noktalardan biri “nefis terbiyesi”dir muhakkak. Dillere pelesenk olmuş bu konunun manası ise işin ehli üstadlar tarafından hem yazılı hem sözlü olarak açıklanmaya çalışılmıştır. Bu ise kâh ehl-i muhabbet olma yoluna baş koyanlara zikir ve fiil dâhilinde uygulama ile kâh satırlardan gönüllere aktarılarak yapılmıştır.

İşte erken dönem tasavvufunun en önemli temsilcilerinden biri olan Hâris el-Muhâsibî’nin Allah'a Dönüş adlı eseri, kendisinin ilimde önem verdiği noktaları kalem kalem anlattığı ve Hasan-ı Basrî’den etkilenen Muhâsibî metodunun temel taşlarını bir arada verdiği temel bir eser olması hasebiyle çok önemlidir. Bu metot, en çok nefis muhasebesi üzerine eğilir ki kendisi de, yaptığı işi Allah için mi yoksa başka saiklerle mi yaptığına oldukça önem verip kendini sürekli tarttığı için “Muhâsibî” mahlasını almıştır.

Nefis muhasebesi; aklın, nefsin yapıp ettiklerinin fazlalıklarını ve noksanlarını denetleyerek kulu onun şerrinden korumasıdır.

Özgün bir metot kullanılarak soru-cevap tarzında manadan kaleme dökülmüş bu eserin esas noktası; Allah’a, tövbe ile dönüş ve bu arınmadan sonra gelişen Allah’a doğru seyir yolunda, nefis muhasebesi üzere gelişen hallerin açıklanması üzerinedir. Tasavvuf anlayışında “hal”lere oldukça önem veren Muhâsibî, nefis muhasebesinde ilk adım olan tövbeden sonra gelen vera’, zühd, doğruluk, ihlas, sabır, rıza, marifet, ibret, kalp temizliği, bilgelik, hayâ ve zarafet gibi basamakları ve zararlarından en çok bahsettiği kavram olan riyayı kendine has derin üslubuyla açıklayarak erken dönemde bıraktığı manevî mirasını bugüne taşıyor.

Cüneyd-i Bağdâdî’nin hocası olan, İmam Gazzâlî’nin, İhyâ'sında metodunu kullandığı Muhâsibî’nin bu özlü, derin, etkili eseri manevî arınma yolunda ilk adımını atmak ve ilerleyişini bu halleri doğru idrak ederek devam etmek isteyenler için bir rehber görevi görüyor. Allah'a Dönüş, Hâris el-Muhâsibî’nin, her kesimden okurun anlayabileceği sade ve özgün bir tavır ile nefsin mertebelerinde zühd, takva ve ihlas ile adım adım ilerlerken bu hallerin her birine muhabbetli bir şekilde, en açıklayıcı bir üslupla değindiği öz bir el kitabı niteliği taşıyor.

"Kalplere inişi sırasında bilgi, çalkantılı ve coşkundur. Suyun yatağına erişince sakinleşmesi gibi, o da ancak yatağını bulunca sükûna erer. İşte kul da bu şekilde dinginlik, ilim, yumuşaklık, müsâmaha, Allah Teâlâ'nın vaadi karşısında hüsn-i zanla dolar ve kalbi ilahî müjde ve tehditler konusundaki her şeyi bilir ve kabullenir."

Hâris el-Muhâsibî, 781 ya da 786 yılında Basra'da dünyayı teşrif etti. Genç yaşta, ilim tahsil etmek üzere Bağdat'a gitti. İmam Şâfiî'nin öğrencisi olduğu nakledilir. İlerleyen gençlik dönemlerinde Bağdat'ta hadis meclislerine devam eden Muhâsibî’nin bir zâhid grubuyla tanışmasıyla irfanî-tasavvufî kimliği ön plana çıkmaya başlamıştır. Ebu Süleyman ed-Dârânî, Zünnûn-ı Mısrî, Bişr-i Hafî gibi mübarek isimlerden etkilenmiştir. Sehl bin Abdullah et-Tüsterî, Ebu Abdurrahmân es-Sülemî, Hakîm et-Tirmizî, Kuşeyrî gibi mana büyükleri de kendisinden etkilenmiştir. Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyasında kendisinden bahseder. Tasavvufta “hal” kavramı üzerinde özellikle durmuş, hallerin Kur’ân ve Sünnet’e dayanması gerektiğini söylemiştir. Riyadan kaçınılması üzerinde özellikle durması melâmetî damarına işaret eder. Muhâsibî, 857'de Hakk'a yürümüş; Hakk âşıklarına, insanlığa büyük bir manevî miras bırakmıştır.

Hande Yıldırım Önsöz
twitter.com/miskiamber