"Gönlü mamur eden en hakikatli şey sohbettir.
Sohbet varsa gidilecek yollar, açılacak kapılar,karşılaşılacak hayırlar, tanışılacak iyiler vardır."
- Yağız Gönüler
Tasavvufa dair pek çok tanım yapılmakla beraber bu tanımların ekserisi nefs terbiyesine dayanır. Nefs, azılı bir hayduttur adeta ama tasavvuf bu haydutu hapsetmek yerine terbiye etmeyi esas alır çünkü hapsedilmiş ama ıslah edilmemiş bir nefs insana aşkın lezzetini tattırmaz. Ömer Tuğrul İnançer Hocamızın da buyurduğu üzere insan biri mükellefiyet diğeri muhabbet olmak üzere iki kanatla uçan kuşa benzer ve akıl sayesinde mükellefiyet kanadı çalışırken gönül sayesinde de muhabbet kanadı çalışır. Kısacası tasavvuf aklın devre dışı kaldığı bir gönül coşkunluğunu kabul etmediği gibi gönlü devre dışı bırakan bir akılcılığı da doğru bulmaz. Nefs ve akıl bir yere kadar birlikte gider ama gönül aşka kanat çırpmaya başladığında akıl yetersiz kalırken nefs insanı kendi bataklığına çeker. İşte bu noktada nefsi dizginleyecek olan şey sohbettir.
İnsan fıtratı gereği güzel olana meyyaldir çünkü insan, ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır. “Ben gizli bir hazine idim; bilinmeyi sevdim, mahlûkatı yarattım.” kutsî hadisinin sırrı insanın Allah’ı bilmek üzere yaratılmış olmasıdır. Kul, ibadetleri aracılığıyla nefsinin dizginlerini eline alır ancak burada kalırsa nefs atı, gemi azıya alır ve kul ziyan edenlerden olur. İbadet etmeden olmaz ama sadece ibadetlerle de olmaz. “Vellezîne âmenû eşeddu hubben lillah” ayeti Mü’minleri, “Allah’ı şiddetle severler” şeklinde tanımlıyor. Hiç şüphesiz kulun Allah’a duyduğu aşk, Allah’ın kuluna olan muhabbetindendir. İnsanın kime ya da neye âşık olursa olsun esas olan ondaki aşıklık istidadıdır. Bu istidadı insana verense Cenab-ı Hakk’tır. Fuzûlî ne güzel söylüyor: “Aşk imiş her ne var alemde / ilm bir kıyl u kâl imiş ancak”. Yunus Emre de dünyada aslolanın aşk olduğunu şu veciz dizeyle ifade ediyor: “Aşk gelecek cümle eksikler biter” Aşk, aklın aciz kaldığı bir er meydanıdır. Bu meydanda gönül sahipleri söz söyleyebilir ancak. Ehl-i dil olmayana aşk, aptallıktır. İnsanın cehaletine de aşkı aptallık zannetmesindedir. “Biz bu emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler.” ayetinde işaret edilen emanet, aşktır ve yalnızca aklıyla hareket edip gönlü hakir görenler İblis misali hor bakarlar Âdemmeşrep olanlara.
Ömer Tuğrul İnançer Hocamızın Ramazan Ayı boyunca Prof Dr. Kenan Gürsoy Hocamızla yaptıkları Gönül Gözü programında; Ramazan, aşk, hoşgörü, tevhid, gençlik, edep, gelenek, ahlâk gibi birçok konuda gönlümüze işleyen sohbetlerini Sufi Kitap, adlı adla kitaplaştırmış. Kitabın ilk bölümünde Sadık Yalsızuçanlar Hocamızın sunuş mahiyetindeki yazısında bu sohbetlerin içeriği hakkında şunları okuyoruz: “Ömer Tuğrul İnançer ile Kenan Gürsoy’un bu canım sohbetleri bizi Hakk’ın âlemi kuşatmış, âlemin bütün zerrelerine sirâyet etmiş oluşu hakîkatiyle doldurur ve bizi onların kelimelerine kulak verirken çoklukta birliğin güzelim resmini seyrederiz.” Sözler dilden dökülse de esas kaynağı gönüldür. Gönül bir deniz misali içinde ne varsa dil dalgasıyla sahile vurur. Bizler de kıymetli hocalarımızın gönül denizlerindeki sayısız inciden payımıza düşenleri temaşa etmeye gayret ettik. Kenan Gürsoy’un medeniyetimiz hakkında söylediği, “… bizim medeniyetimiz âdeta bir gönül medeniyeti. Gönülle yaşanan, gönülle kavranan, gönülle götürülen, gönülle kucaklanan bir medeniyet.” sözleri, geleneğimiz içinde gönle verilen değeri ifade etmesi bakımından oldukça önemli. Yine bir başka sohbette Kenan Gürsoy, “… gelenek, gelenek olduğu için değil; manayı, hakîkati kendinde ifade ettiği ve sembolleştirdiği için önemlidir.” geleneğin anlam kazanması için içinde muhabbet barındırması gerektiğini ifade ediyor.
Edep bahsinde Ömer Tuğrul İnançer şunları söylüyor: “Kudretullah devreye girmeyip Âdem serbest kaldığında oradaki hatayı kendine yüklediği için insan oldu. İblis, hatayı kendine yüklemeyip ‘Beni sen azdırdın’ diye mabuduna, Halık’ına, Rabb’ine kafa tuttuğu için şeytan oldu, rahmetten kovuldu. İşte insanla şeytanı ayıran en önemli unsur da edep.” Bu örnekten de anlıyoruz ki insanı şeytandan ayıran en önemli vasıf aczini ve zulmünü idrak etmesidir ve tövbe etmesidir. "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." Hadisini, bu örnek üzerinde tekrar düşünmeliyiz. İnsanın dünyaya geliş sebebine dair de şunları söylüyor Ömer Tuğrul İnançer: “Biz dünyaya avunmaya gelmedik değil mi hocam? Sadece iyi vakit geçirmeye gelmedik, bir vazifemiz var: geldiğimiz yeri düşünmek, gideceğimiz yere göre davranmak ve bu zaman içinde avunmadan vakit geçirmek, zamanı da israf etmemek…” Tasavvuf, insanın bu dünyada bir imtihan sürecinde olduğu ve kendini bu dünyanın debdebesine kaptırmaması gerektiği gerçeğinden hareket ederek “Ölmeden önce ölmek” düsturuyla hareket etmeyi esas alır. Motorlu araçların yakıtı benzin ise aşıkların yakıtı sohbettir. Hiç şüphe yok ki Allah kuluna kulundan tecelli eder. İşte sohbetin sırrı, İnsan-ı kâmil’den tecelli edecek olan Hakk’ın zwvkini tatmaktır.
Ömer Tuğrul İnançer Hocamız, pek çok televizyon programında, konferanslarda, kitaplarında Aşk’ı ve muhabbeti temel alan bir prensiple, Allah’tan korkmak yerine Allah’ı sevmeyi önceleyen bir eğitim metoduyla, gönüllerimize İlahî sırlar fısıldadı. Hakk’a vuslat haberini aldığımızda kendisini tanımakta ne kadar geç kaldığımızı ve kendisinden ne kadar az istifade etmiş olduğumuzu bir kez daha idrak ettik. Büyük bir Peygamber aşığıydı. Peygamber aşığı Mevlânâ’ya da aşıktı. Kâinatın mayasının aşk olduğunu bildi ve gönüllerimizi aşkla mayalamak için bir ömür harcadı. Cenâb-ı Hakk, Cennetinde Cemaliyle müşerref kılsın…
Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com