Kışın artık hanemize ve ensemize çöreklendiği bu günlerde, hem içine kapanan hem de yeni bir macera arayan ruhlar için (ilginç, bu iki zıtlığa birden hitap eden çok kitap da bulamazsınız) Murat Gülsoy'un Gölgeler ve Hayaller Şehri'nde romanı lezzetli bir okuma sunuyor.
Murat Gülsoy'u bilenler elbette, az sonra bildiklerini söylediğimden şikayet edebilir. Lakin benim gibi geç tanışan okuyucular için yazarın birkaç temel özelliğini vurgulamak gerekiyor. Öncelikle yazar hem Türk hem Dünya edebiyatına olan hakimiyetini eserlerine başarı ile dokuyor. Öyle ki, bir süre sonra yabancı bir yazarı mı yerli bir yazarı mı okuduğunuz konusunda kafanız karışabiliyor. Ne oralı ne buralı. Bu Türk aydınlarına da sıklıkla sirayet eden bir kargaşadır. Anadolu'nun iki zıt kültüre harman olması, bu toprak sanatçısını da ilginç bir yere koyuyor. Gölgeler ve Hayaller Şehri'nde de bu noktaya parmak basıyor ve ikilik etrafında zarifçe süzülüyor aslında.
Kitap, yarı Türk yarı Fransız Fuat'ın çocukluğunda kaçtığı İstanbul'a istibdat döneminin bitişini inceleyen bir gazeteci olarak dönmesi ile başlıyor. Karakterimiz, geçmişinin gölgeleri ve sürüklendiği maceraların ruhuna zikrettiği hayalleri arasında kendi yolunu bulmaya çalışırken; farkına varmaksızın İstanbul'u geziyor, bizi de yol arkadaşı yaparak elbette. Şehrin kuytularında onun geçmişine ilişkin parçalar ile kendi memleketimizin geçmişine ilişkin parçaları birlikte keşfediyoruz ve şimdinin (hem karakter hem ülke için) olmamışlığının altındaki tecrübeleri idrak ediyoruz.
Hem bir ülke, hem bir şehir, hem de ana karakter aynı anda; intihar, özgürlük, umut, baskı ve yalnızlık içinde sürüklenir iken macera ve bıkkınlık birbirine dahil oluyor; muazzam bir kurgu ile sislere karışıyoruz.
Kitaba ilişkin duygular temel olarak bunlar aslında. Daha teknik bir inceleme yapmak gerekir ise, dili akıcı ve insanı yormadan romana dahil ediyor. Asla okuyucu yoran bir sayfa okumuyorsunuz. Buna mukabil iyi bir okuma yapılmış belli ki, yazar tarihsel romanın altından rahatlıkla kalkmış gözüküyor. Bunu yaparken kendi tarzı ve sanat yolculuğundan da feragat etmek zorunda kalmamış. Bu sayede sizi konuya iten değil, konuya çeken bir eserin sayfalarını çeviyorsunuz. Ayrıca İstanbul'un hem sevdiren hem nefret ettiren yüzü; o efsunu mutlak surette muhafaza edilmiş. Biz şehir sakinlerinin içinde bulunduğu bu ikiliğin yüzyıllık bir mesele olduğunu fark ettiğinizde pencereden dışarı bakıp tebessüm edebilmek gayet mümkün.
Bir diğer ve benim ilgimi çeken özelliği, bu tarihsel romanda yazar savaş, entrika, saray gibi çok-satan konulara girmek yerine, sizi gerçekten yüzyıl öncenin İstanbul'unda gezdiriyor. Şehir o kadar güzel hissettirilmiş ki, metindeki mekan kavramı rahatlık ile bir karakter kazanıyor. Bir yerden sonra okuyucu da, karakter de, romanın uğraştığı meseleler de İstanbul'un aynadaki yansıması olduğuna kanaat getiriyor. Kitabın adının da bu bilgiler ışığında çok doğru ve yerinde bir tercih olduğu muhakkak. Cervantes'in Don Kişot'unda yaptığı gibi Murat Gülsoy'un da metinle alakasını reddetmesi ve buna uygun yerleştirilen çevirmen ve yayıncı notları da ayrıca hoşa gidiyor.
Siz de ikiliklerden bunalmış, ruhunuzu bir yere oturtamaz bir duygu içerisinde iseniz, yahut İstanbul'u seviyorsanız, yahut ne okuyacağınıza ilişkin kafanızda bir soru işareti var ise; son dönemin en iyi romanlarından biri olan Gölgeler ve Hayaller Şehrinde'yi ruhunuza armağan edebilirsiniz.
Yalım Yarkın Özbalcı
twitter.com/YalimYarkin
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
31 Ekim 2014 Cuma
2 Mayıs 2014 Cuma
Zamanın sıkıcılığından kurtaracak tarihi bir hikâye
"Onları kıskanıyorum. Kendinden emin insanları.
Herkesin bir evi, bir toprağı var.
Ben gökyüzünde uçan kimsesiz bir tohumum.
Bütün rahimler ölü benim için."
Murat Gülsoy, aynı çağda yaşadığımız için kendimizi şanslı hissetmemiz gereken bir yazar. Her kitabıyla, kurmacanın sınırlarını zorladığını hissettiren, metnin matematiğine kafa yoran güçlü ve yaratıcı bir kalem.
Gülsoy, yeni romanı, Gölgeler ve Hayaller Şehri’nde yine okurunu şaşırtıyor, evvelki kitaplarından farklı bir deneyime davet ediyor. Bu kez, yaşamadığı bir çağdan sesleniyor bize; 1908 yılında geçen bir hikâye anlatıyor.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’nin kahramanı Fuat Chausson veya diğer adıyla Franck Chausson dokuz yaşında Fransız annesiyle İstanbul’dan Fransa’ya gitmiş; Türk olan babası ise kendisi doğmadan evvel ölmüş bir genç adam. Fuat’la, II. Meşrutiyet günlerinde, Fransa’dan İstanbul’a yol alan bir gemide arkadaşı Alex’e yazdığı ilk mektupta karşılaşıyoruz. Dokuz yaşına kadar yaşadığı İstanbul’a bir Fransız gazetesinin muhabiri olarak geri gelen Fuat, İstanbul’u, meşrutiyeti, kendi anılarını ve yüzleştiklerini yazıyor Alex’e. Mektupları okurken, hem 1908’in İstanbul’unu geziyoruz hem de doğu ve batı arasında kalmışlığın gerek toplumsal gerekse bireysel sıkıntısını sezinliyoruz.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, insanın varoluşsal sorularından birine, ait olma meselesine dair bir roman olarak da okunabilir. Fuat’ın arada kalmışlığı, kökünü arayış çabası, buhranları; yalnızca onun hikayesi olmasının ötesinde çok katmanlılıkla anlatılıyor.
"Alex, bu satırların yazarı aşk acısının sarhoşudur, şaşılacak denli mutlu ve aynı anda kederlidir. Haz ve acının, iki zıt kutbun, adeta geceyle gündüzün aynı anda, kendi karanlık ve aydınlığından bir nebze olsun kaybetmeden bir arada bulunabilmelerinin mucizesi karşısında nefesim kesiliyor. Zannederim, bu ancak Tanrı’nın yaşayabileceği bir tecrübe..."
Murat Gülsoy’un sadık okuru için, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’deki en tanıdık şey ise elbette rüyalar. Murat Gülsoy, yine rüyalardan bahsederek, rüyalarımızı sorgulayarak hikâyeyi bilinmez bir alanın çekiciliğiyle besliyor.
“Ey okur, her şey 1968 senesinde başladı.” Cümlesiyle açılan romanda, geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarken her şeyin nasıl bir süreklilik içinde olduğunu, bugünün de dünün bir devamı olduğunu hissedecek ve insan zihninin kadim soruları üzerine düşünmeye başlayacaksınız.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, bizi zamanımızın sıkıcılığından kurtaracak tarihi hikâyeler okumak isteyenlere iyi gelecek, zihin açıcı, edebi lezzeti oldukça yüksek bir kitap.
“H.G. Wells üstadımızın makinesine binip geriye dönmek isterdim Alex, çok değil beş sene öncesine sadece. İnsan mutluluğun kıymetini mutsuzluk ânında fark ediyor ne yazık ki. Benim, hayatım dediğim şu garip maceranın en mutlu zamanları hep geride kaldı.”
* Hamiş: “Zamanımızın Sıkıcılığından Kurtaracak Tarihi Hikâyeler”e ihtiyaç duyduğumuz kitabın açılış mektubunda yer alıyor.
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
Herkesin bir evi, bir toprağı var.
Ben gökyüzünde uçan kimsesiz bir tohumum.
Bütün rahimler ölü benim için."
Murat Gülsoy, aynı çağda yaşadığımız için kendimizi şanslı hissetmemiz gereken bir yazar. Her kitabıyla, kurmacanın sınırlarını zorladığını hissettiren, metnin matematiğine kafa yoran güçlü ve yaratıcı bir kalem.
Gülsoy, yeni romanı, Gölgeler ve Hayaller Şehri’nde yine okurunu şaşırtıyor, evvelki kitaplarından farklı bir deneyime davet ediyor. Bu kez, yaşamadığı bir çağdan sesleniyor bize; 1908 yılında geçen bir hikâye anlatıyor.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’nin kahramanı Fuat Chausson veya diğer adıyla Franck Chausson dokuz yaşında Fransız annesiyle İstanbul’dan Fransa’ya gitmiş; Türk olan babası ise kendisi doğmadan evvel ölmüş bir genç adam. Fuat’la, II. Meşrutiyet günlerinde, Fransa’dan İstanbul’a yol alan bir gemide arkadaşı Alex’e yazdığı ilk mektupta karşılaşıyoruz. Dokuz yaşına kadar yaşadığı İstanbul’a bir Fransız gazetesinin muhabiri olarak geri gelen Fuat, İstanbul’u, meşrutiyeti, kendi anılarını ve yüzleştiklerini yazıyor Alex’e. Mektupları okurken, hem 1908’in İstanbul’unu geziyoruz hem de doğu ve batı arasında kalmışlığın gerek toplumsal gerekse bireysel sıkıntısını sezinliyoruz.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, insanın varoluşsal sorularından birine, ait olma meselesine dair bir roman olarak da okunabilir. Fuat’ın arada kalmışlığı, kökünü arayış çabası, buhranları; yalnızca onun hikayesi olmasının ötesinde çok katmanlılıkla anlatılıyor.
"Alex, bu satırların yazarı aşk acısının sarhoşudur, şaşılacak denli mutlu ve aynı anda kederlidir. Haz ve acının, iki zıt kutbun, adeta geceyle gündüzün aynı anda, kendi karanlık ve aydınlığından bir nebze olsun kaybetmeden bir arada bulunabilmelerinin mucizesi karşısında nefesim kesiliyor. Zannederim, bu ancak Tanrı’nın yaşayabileceği bir tecrübe..."
Murat Gülsoy’un sadık okuru için, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’deki en tanıdık şey ise elbette rüyalar. Murat Gülsoy, yine rüyalardan bahsederek, rüyalarımızı sorgulayarak hikâyeyi bilinmez bir alanın çekiciliğiyle besliyor.
“Ey okur, her şey 1968 senesinde başladı.” Cümlesiyle açılan romanda, geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarken her şeyin nasıl bir süreklilik içinde olduğunu, bugünün de dünün bir devamı olduğunu hissedecek ve insan zihninin kadim soruları üzerine düşünmeye başlayacaksınız.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, bizi zamanımızın sıkıcılığından kurtaracak tarihi hikâyeler okumak isteyenlere iyi gelecek, zihin açıcı, edebi lezzeti oldukça yüksek bir kitap.
“H.G. Wells üstadımızın makinesine binip geriye dönmek isterdim Alex, çok değil beş sene öncesine sadece. İnsan mutluluğun kıymetini mutsuzluk ânında fark ediyor ne yazık ki. Benim, hayatım dediğim şu garip maceranın en mutlu zamanları hep geride kaldı.”
* Hamiş: “Zamanımızın Sıkıcılığından Kurtaracak Tarihi Hikâyeler”e ihtiyaç duyduğumuz kitabın açılış mektubunda yer alıyor.
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)