Eve Dönmenin Yolları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eve Dönmenin Yolları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2018 Salı

Tanıdık bir hikâye

"Okumak, yüzünü kapamaktır, yazmaksa yüzünü göstermek."
- Alejandro Zambra

Bazen darbelerin olmadığı bir tarih düşünür, bir dış müdahalenin olmadığı tarihin doğal seyri içinde filizlenmiş ülkeler düşünürüm. Sonra gerçek dünyanın sertliğiyle yüzleşmek zorundayken bulurum kendimi.

Yoksulların babası olarak anılan Şili’nin sosyalist lideri kendi topraklarındaki madenleri Amerikan şirketlerinin işletmesine karşı çıkıp millileştirme hareketine giriştiğinde bir CIA darbesiyle hem koltuğundan hem de pek önemsemediği hayatından ve en önemlisi de Şili’sinden ayrı kalmak durumunda kalmasaydı bu Güney Amerika ülkesinin ahvali nice olurdu acaba?

Roberto Bolano’nun Uzak Yıldız romanından sonra Pinochet darbesiyle Şili’de yaşanan toplumsal yıkıma dair ikinci bir romanla hemhal olunca aklıma takılan soru şu? Bu dünya düzeninde gücü yetenin yumruğunu ensemizde her daim hissedeceksek bu onursuz yaşamak, yaşamak mıdır?

Alejandro Zambra’nın “Eve Dönmenin Yolları” romanı bir hesaplaşma romanı. Roman şöyle başlıyor ve başlar başlamaz okuyucu kendini bir metaforun içinde buluyor.

Bir keresinde kayboldum. Altı ya da yedi yaşındaydım. Aklım başka yere gitmişti, birden annemle babamı kaybettim. Korktum ama sonra yolumu buldum ve eve onlardan önce vardım-ümitsizlik içinde beni arıyorlardı. Ama bence o akşamüstü onlar kaybolmuştu. Çünkü ben eve dönmeyi biliyordum ama onlar bilmiyordu.

Romanın ikinci bölümüne başlarken ise bizi pek de alışık olmadığımız bir giriş karşılıyor.

Roman yavaş yavaş ilerliyor. Sanki varmış ya da bir zamanlar var olmuş gibi Claudia’yı düşünüyorum.

Tam burada bir dumur olma durumuyla karşılaşıyorsunuz. Bir çocuğun zihniyle aktarılan birinci bölüm aslında anlatıcının yazmaya çalıştığı bir romanmış ve Claudia diye biri yokmuş. Böylece kurgu içinde kurgu, roman içinde roman gibi bir durumla karşı kaşıya kalıyoruz ve şunu belirtmekte fayda var; ilk bölüm bir çocuk zihni aktarımı olarak oldukça berrak, son derece başarılı bir çocuk dili hissi uyandırıyor. Akıllara Faulkner’ın Ses ve Öfke’si geliyor elbet. Ve bu katmanlı hal devam ediyor. Anlatıcının romanını bir yandan okurken bir yandan da bu romanı yazma serüvenini okuyoruz. Darbeden bozgun olarak bahsedilen ve o dönemin toplumsal yıkımını hiç de ajitasyona düşmeden oldukça yüzeysel anlatıp darbenin bir çocuk zihnindeki yansımalarını okuyoruz.

Oldukça dağınık bir roman aynı zamanda. Kısa bölümlerden oluşuyor. Zihinsel dalgalanmalar, konudan konuya geçmeler derken romanın tarzı biraz da bu oluyor ki yazar bunu köşeleri aydınlatmak olarak ifade ediyor. Tüm bu yönleriyle yani tekniğiyle öne çıkıyor roman. Tam da bir kurmaca dersinin konusu olabilecek bir kitap.

Çiğdem Öztürk’ün metnin İspanyolca aslından yaptığı çeviri de oldukça başarılı.

Kitaptan aklımda kalacak hiç unutmayacağım cümle ise şu: “Çünkü her ne kadar yabancının hikayesini anlatmak istesek de eninde sonunda hep kendi hikayemizi anlatırız."

Darbenin geride bıraktığı toplumsal hayat ve yansımasıyla, romanın bir depremle açılıp bir depremle kapanmasıyla, insan ilişkileriyle oldukça tanıdık ve bizden bir hikâye. Ayrıca berrak üslubuyla damakta tat bırakıyor.

Kenan Yusuf Taşkın
twitter.com/knnysf

16 Ocak 2018 Salı

Neden hep eve dönmenin yollarını ararız?

"Eve dönmek 
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir? 
orada, arada bir beni yoklar 
intihara ayırdığım zamanlar 
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır 
düzgün sabuklamalardan bana kalan."
- İsmet Özel, Of Not Being A Jew

Bizden ne kadar uzak bir coğrafya ya da ruh iklimi olursa olsun, bizimle aynı şeyleri yaşamış o kadar çok insan var ki... Aslında 'o kadar çok insan' denince belki de cümlede bir küçümseme oluyor, dolayısıyla 'mevzu' küçük kalıyor. Alejandro Zambra bu küçük gibi görünen kitabında işte uzaktaki yakınlığı büyük kılıyor, büyülü bir basitlikte ama son derece derin, travmalı ve izli yazıyor romanını. Eve Dönmenin Yolları hem fizikî hem de kalbî, iki mana taşıyor. Dönüyor ama hangi eve? Döndüğümüz ev hâlâ bizim mi? Bir evimiz var mıydı sahi?

1973'teki Şili darbesinin çocuklar üzerindeki etkisini deneme-roman türünün en güzel örneklerinden biriyle sunuyor Zambra bu eserinde. Kaybolmanın, hatırlamanın, çocukluğun, ailenin, dünya devrilirken hayatın devam etmesinin, kıyamet esnasında hâlâ kaçabilme umudu taşımanın duygusal hâllerini anlatıyor. Bunu yaparken güçlü karakterler yaratmaktan çok sadeliğin, sıradanlığın, doğallığın gücünü kullanıyor. Dolayısıyla kitap da otobiyografik ögeler taşıyor. Metni İspanyolcadan çeviren Çiğdem Öztürk'ü de kutlamak gerek. Bir kitap bu kadar özelse, çevirmeni sayesindedir. Öte yandan bu kitap zannediyorum ki kitap dostu olanlar için de çok kişisel gibi görünen ama doğrudan onları ilgilendiren cümleler barındırmasıyla da özel bir yerde duracaktır. Mesela: "Şimdi son yıllarda yaptığım en iyi şeyin bazı kitapları kendimi adayarak, tuhaf bir sadakatle, sanki içlerinde bana ait bir can, kadere dair bir iz varmışcasına yeniden okumak olduğunu düşünüyorum."

Şili darbesinden 12 yıl sonra, 1985 depremi de şüphesiz çocuk dünyasını baştan aşağı değiştiriyor. Çadır hayatı, yemek sıkıntısı, korku ve güven eksikliği, sürekli bir endişe, kaygı ancak her şeye rağmen dayanışmanın umudu, dayanıyor oluşun. Depremin 'her şeyin ansızın bitebileceği'ni söylemiş olması hâlâ hepimizin kulaklarında değil mi? Zambra bunu şöyle ifade etmiş: "Eğer çıkartılması gereken bir ders varsa onu çıkaramadık. Şimdi düşünüyorum da zemine duyulan güveni kaybetmek iyi bir şey, her şeyin bir anda tepetaklak olmabileceğini bilmek şart. Ama biz bütün olan bitenin ardından öylece her zamanki hayatımıza geri döndük."

Toplumu romanın sadeliğine, sakinliğine yakışır biçimde eleştiriyor yazar. Mesela öğretmenlerin sadece öğretmen olduğunu ve yaşamında hiçbir yere sahip olmadıklarını usulca söylüyor. Hatta öğretmenler coşturmaktan çok caydırma işine yarıyor Şili'de. Hileler, sahtekârlıklar öğretiliyordu ve çocuklar da bunları hem öğreniyor hem de uyguluyorlardı. Kitap sevgisinin, yazma eyleminin kendi keşifleriyle ortaya çıktığını anlatıyor yazar sonra. Ancak kendi gibi insanların sayısının ne kadar az olduğunu da bir-iki karakter üzerinden gösteriyor. Bunu yaparken de ukala olmuyor, tam aksine toplumca bir zavallılıktan bahsediyor: "Büyükler öldürürken ya da ölürken biz bir köşede resim yapıyorduk. Ülke paramparça olurken biz konuşmayı, yürümeyi, peçeteleri katlayarak kayık ve uçak yapmayı öğreniyorduk. Roman örülürken biz yok olmak için saklambaç oynuyorduk."

Sessiz kalınmasından, bilinçli bir sessizlikten nefret ediyor yazar. Bilmenin karşılığına susmanın konulması onu rahatsız ediyor. Üstelik bundan yakınacak ve politik gelişmeler karşısında hiçbir duruş ortaya koymadan, kayıtsızlığın rahatlığına, bir nevi kafa konforuna bulaşan insanlara da suçlu olduklarını söylemekten geri kalmıyor, ailesine bile. Genel düşüncesi ise şöyle: "O zamanlar ağaçların ya da kuşların isimlerini bilmiyorduk. Lüzumu yoktu. Az sözcükle yaşıyorduk ve bütün sorulara aynı cevabı verebiliyorduk: Bilmiyorum. Bunun cahillik olduğunu düşünmüyorduk. Buna dürüstlük diyorduk. Daha sonra ufak ufak ayrıntıları öğrendik. Ağaçların, kuşların, nehirlerin isimlerini. Ve herhangi bir cümlenin sessizlikten daha iyi olduğuna karar verdik."

Zambra kurduğu romanında yaşam karşısında tek başına durmanın zorluklarını bazen 'tek çocuk'lukla karşılaştırarak anlatıyor. Bu kısa cümlelerde ve nadir paragraflarda, okuyucuyu bir süreliğine biyografi okurmuş gibi bir iklime çekiyor. Tek çocuklar için hayat biraz da nasihat almak ve vermekten ibaret. Ancak zaman geçtikçe tüm nasihatlere kulak kapatıp ve kimseye de nasihat vermeyip 'bozguna âşık olmak', 'yaraları ganimet bilmek' daha fazla kabul görür onlarda. "Tıpkı çocukken ağaçların arasında oynadıktann sonra olduğu gibi" benzetmesini yapar Zambra. Bir yorumu da oldukça gergindir: "Yazarken tek çocukmuşuz gibi davranıyoruz. Sanki hep yalnızmışız gibi. Bazen bu hikâyeden, artık kaçamayacağım bu işten nefret ediyorum. Nefret ediyorum artık kaçmayacağım bu işten."

Şili de kentleşmeden nasibini alır romanda. Mahallelerde çatı katlarında pencereler dikkat çeker ilkin. Yeni katlar gösterişli çatıları beraberinde getirir böylece. Eşitliğin hayali bile ortadan kalkar. Her iki taraf da zalimdir. "Bir yanda hunarharca davranılmış bir sürü ev, öte yandaysa lüks evler var" der yazar.

Okumayı yüzünü kapatmak, yazmayı ise yüzünü açmak olarak değerlendiren Alejandro Zambra'nın ilk defa 2013'te neşredilen bu romanı, Ocak 2017'de dördüncü baskısını yapmıştı. Uzun bir süre daha yaşayacaktır bunca yaşamsızlıkta, diye düşünüyorum. Ve umutla okunacaktır...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf