"İşini iyi yapan kendi şarkısını söyler."
- Mustafa Miyasoğlu
1980'li yıllarda doğan nesilden edebiyat meşgalesini ciddi bir dertmişcesine yüklenenler arasında, kelamını Hakk'tan ve hakikatten ayrı tutmayan, sivil bir direnişe sahip isimler var. Emre Miyasoğlu, sözüyle ve şiiriyle bu direnişin hakkını veren isimlerden biri. Olmaz Hayal (Hikâye, 2006) ve Yalnızlık Rüyâsı (Roman, 2006) dışında tercüme kitapları da var. Özellikle Mahatma Gandi'nin Otobiyografisi (2009) ve Müslümanların Rönesans'a Katkısı (2012) oldukça önemli eserler. Millî Gazete'de dış haberler editörlüğünü yürüten Miyasoğlu'nun Hece, Yedi İklim, Edebiyat Ortamı, Birnokta, Ay Vakti ve Temmuz dergilerinde şiirleri yayınlandı. Çeşitli okullarda ve kültür salonlarında mesele edindiği konuları paylaşmaya devam ediyor.
Mart 2017'de Temmuz Kitap tarafından neşredilen Bir Yetim Türküsü'nde 32 şiir var. Varlık Manifestosu, Naat ve Dinle Oğul isimli şiirlerle başlayan kitap; Darmadağın, Bayat Kentler ve Soğuk Şiir ile bitiyor. Şiirlerin isimlerinden ve sıralamalarından Miyasoğlu'nun oldukça titiz davrandığı anlaşılıyor. Tıpkı kitaba verdiği isim gibi, yol boyunca bir türkü tutturmuş şair. Türküsünde hem yetimliğini hem de ruhundaki içtenliği dışarıya taşırmak, yani anlatmak için taşıdığı yetinmezliği kuvvetli biçimde hissettiriyor. Özellikle bazı dizeleri, babası merhum Mustafa Miyasoğlu'nun yarım kalan dizelerini tamamlıyor gibi. Aslında buna tamamlamaktan çok, şerh etmek daha doğru olabilir. Misal, "Şiir bir şah at olmuş şair dilinde / savaş meydanlarında söz tufanı" der Mustafa Miyasoğlu. Oğlu ise şöyle demiş bir şiirinde: "Bana da söyleme derler, öleyim mi böyle / insana dil ne gerektir, hak söylemeyince."
Şairlerin röportajlarını okumayı çok severim. Sanki şiirlerini detaylandırır, daha bir anlam kazandırırlar soruları cevaplandırırken. Onların, yani gerçek şairlerin cevaplarında magazin yoktur. Doğrudan sorunları çözmeye, meseleleri göstermeye, dertlere derman sunmaya yani şifa olmaya çalışırlar. Okuduğum tüm şair röportajlarından mutlaka birer ikişer paragraf not alırım. Rahmetli Mustafa Miyasoğlu, bir röportajında "Bazı sanatçılar orijinal olayım derken marjinal duruma düşüyorlar. Bu türden yanlışlıklardan kurtulmak için bu toplumun sözcüsü olacak sanatçıların geçmişin kültür mirası üzerinde kafa yorması, kendine göre bir devlet ve medeniyet tasavvuru geliştirmesi gerektiği kanaatindeyim. Ben bunları denemelerimde ortaya koymaya, Bir Gönül Medeniyeti rüyasını ifade etmeye çalıştım." der. Bu sözlerin pratiğe geçmiş hâlini sık sık gördüm, okudum Emre Miyasoğlu şiirinde. "Herkes birbirinin baltası, gönüller yıkıyor / Hak'tan değil, yoktan yere tarih yazılıyor" diyor şair. Fikirsiz beyinlerin slogan kustuğu bir çağda, derdini hakça söyleyen şair sayısı gittikçe azalırken bu dizeler elbette umut oluyor.
Başta belirttiğim gibi biz, 80'lerin çocukları eskiyle yeninin arasında sıkışıp kalmamıza rağmen tavrımızı eskiden, yani güzelden yana koymuş bir garip insanlarız. Sayımız çok gibi gözükse de oldukça azınlığız. Belki de bunun bilinci bizi daha çok yazmaya götürüyor. Daha çok yazarak da daha fazla çalışmış oluyoruz. Emre Miyasoğlu birçok şiirinde farklı biçimler kullanarak 'çalışkan şair'liğini ortaya koyuyor. Bazen uzun dizeler yazıyor, bazen kısa dizelerine kafiyeler serpiştiriyor. Sade konuştuğu da oluyor, sesini yükselttiği de. Bu da okuyana, dalgalı şiirlerin farklılığını tattırıyor.
"Hâlâ âşık olabilenlere" derken şair, Manolyam şiirinde, "Güçlüyüm, ihtiyarların dilinde kalan türkünün / sılayı sızlatan sazın / şehirleri göğe taşıyan akın akın ruhların / ve antika bir gürzün anıları kadar / öyle kan revan..." dizeleriyle, gözlerimizle görebildiğimiz güç tutkusuna bir darbe vuruyor. Arsızlığın ve hırsın artık maharet sayıldığı şu günlerde, birçok dizesiyle eski şehirlerin ve sokakların türküsünü söylüyor:
"Etekleri beton tutmuş sahillerin
Sizdiniz sessiz sakini
Delik deşik gökleri siz beklerdiniz."
"Toplar sekiyor araba camlarında, demir perdeler çınlıyor
Anne sesi, yarım ekmek, balkon ve sepet...
Ellerim kirli, ellerim boş."
"Müsait aralıklarda yaşamak dediğiniz uymuyor bana
Gelmeyin ne olur şu temiz pınarların başına
Bırakın seyredeyim güzel ölümlerde
Ucunu kıvırmayın yalnız yolculuklarımın."
Emre Miyasoğlu, şiirleriyle gönül kapısını ardına kadar açmış, kendisini anlayacak, böylece hayatı anlamlandıracak gönülleri bekliyor. Şiir kapısıdır bu. Esas duruşların, kravatların, pantolonların, kartvizitlerin ve makam arabalarının geçersiz olduğu bir kapı. Bu kapıda yalnız sivil sözün kıymeti, kalıcılığı var. Kitaptan, kendime en yakın bulduğum dizelerle bu yazımı nihayete erdiriyor, şairi gönülden tebrik ediyorum.
"Arsız baharlar kiminse kimin, ben kuzineli kışlar alırım
Soğuk gülüşler yerine içli mi içli bir nakış
Eskiler alırım bayım, eskici geldi hanım."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf