Tarihi farklı okumak başlıklı yazıda resmî tarih kurgusunun dışına çıkabilen tarih yazımının gerçekle ilişkisinin çok daha tutarlı olduğundan bahsetmiştim. Aynı şey salt batı merkezli tarih anlayışı için de geçerli. Muhalif düşünce için alternatif tarih yazımı… Fakat bu sefer de hesaplaşma içine girmemeye dikkat etmek gerekiyor. İçine doğduğumuz ve içinde yoğrulduğumuz sistem maalesef bize batı merkezli resmî tarih anlayışını dikte ediyor. Bu bakış açısının tam karşısında yer alan anlayış ise rövanşist tavırlı olduğundan gerçekle sağlıklı bir ilişki kurulamıyor. O da resmî tarih gibi ideolojik, hamaset içerikli, popülist söylemleriyle tarihi keyfince eğip büküyor. Hakikat açısından daha sağduyulu, daha tutarlı, daha metodolojik bir bakış açısı geliştirilebilir mi sorusu boşlukta öylece savruluyor. Bu yazı, bağlantı eklenen yazıda da olduğu gibi tarihi farklı okuyabilme ihtimalini sorguluyor.
Düz mantığa göre ‘malumat’ ne kadar çok tekrar edilirse etkisi o doğrultuda büyük olacaktır. Daha açık söylemek gerekirse; çok tekrar çok iz, çok etki bırakır diye düşünülür. Yalnız, bu düşüncenin geçerlilik payı düşünüldüğü gibi olmayabilir. Yani çok tekrar istenilen etkiyi yapmayabilir. Sosyal bilimlerin araştırma alanlarından iletişim ile ilgili oluşmuş literatürde ‘doygunluk’ denilen bir olguya yer verilir. Bir olay ya da duruma dair her türlü bilgi/belge, duygu veya düşüncenin doygunluk eşiğini aşacak seviyede tekrarı hissizliğe yol açar ve muhatap ya da hedef kitle iletiyi algılasa bile içeriği alımlamamaya başlar. Dolayısıyla etki derecesi de ortadan kalkarak amaç ıskalanmış olur. Elbette iletinin içeriğinin alımlanması isteniyorsa böyledir. Yoksa günümüz dünyasında istenen şey zaten doygunluk eşiğinin aşılmış olmasıdır. Böylelikle kitleler tepkisizleştirilerek pasifize edilir ve kolaylıkla yönlendirilir/yönetilir.
Sosyal medyada uzun zamandır takip ettiğim Emrah Safa Gürkan’ın bu aşamaya geldiğini düşünüyorum. Tarih konusunda toplumun ilgisizliğini ve saplantılı/patolojik tarih yazıcılığının pervasızlığını ‘popüler tarih’ anlatımıyla etkisizleştirmeye çalışan Gürkan’ın yönteminin bir yerden sonra popülist söylemden farkı kalmayacak gibi görünüyor. Aslında, Emrah Safa Gürkan Türkiye şartlarında bir akademisyenin sahip olması gereken bilgi ve donanımın fazlasına sahip. Tarihi doğru anlamak ve anlatmak konusunda canhıraş mücadelesinde son derece samimi olduğunu da gönülden kaniyim. Benim dikkat çekmek istediğim mevzu, tıpkı Gürkan’ın tarih konusunda metodolojik bir bakış açısını oluşturmaya çalışması gibi teknik bir konu. Ne yazık ki haklılık ihtimalimiz ters orantılı. Umarım benim düşündüğüm şey yerine toplumda Gürkan’ın ‘hayalini kurduğu’ metodolojik tarih anlayışı/yorumlaması oluşur da o entelektüel seviye yakalanır.
Yeni nesil akademisyen olarak kullandığı ‘dil’ ile gençlerin nabzını tutmayı başaran Emrah Safa Gürkan yalnızca akademik çalışmalarda bulunmuyor. Çok geniş bir spektrumda at koştururken dijital oyunlardan bahsediyor, sinemaya dair bilgisini konuşturuyor, videolar çekiyor, televizyon programınlarında boy gösteriyor, ödüller alıyor ve sosyal medya fenomeni olarak karşımıza çıkıyor. Elbette alanındaki yetkin birikimiyle kitaplar da yazıyor. Son yılların tarih yayıncılığının lokomotifi hâline gelen Kronik Kitap tarafından yayınlanan Bunu Herkes Bilir, Gürkan’ın yeni kitabı. Tarihteki Yanlış Sorulara Doğru Cevaplar alt başlığını taşıyan eser üç yüz dört sayfadan oluşuyor. Önsöz ve Sonsöz haricinde on iki bölüme ve birkaç dili içeren kapsamlı bir kaynakçaya yer verilmiş. Yazar, metnin akademik bir çalışma olmadığını ve olmaması için çaba sarfettiğini belirtiyor. Kitaba dair yapılan tanıtımlarda ‘bilginin mizahla birleşimi’ şeklinde lanse ediliyor. Evet, kitabın dilinin akademik olmaması doğru fakat mizahi yönü de yansıtıldığı kadar değil. Sözlü ve yazılı iletişim farkı kendini belli ediyor. Gürkan’nın konuşurkenki mizahi üslubu yazarken o kadar ortaya çıkmamış lakin bilgi kısmı için söylenecek çok fazla bir şey yok. Zira bilgi ve yorumlama konusunda üst düzey bir kitap. Bu bağlamda anlamak için de belirli bir seviye gerektirdiğini kabul etmek lazım. Bunların yanında kitaptaki bazı tekrarlar ve özellikle denizcilik/korsanlık konusundaki detaylar yoruyor. Fakat hepsinin ötesinde son bin yıllık tarihe güzel bir panoramik bakış yapılmış. Elbette arada önceki dönemlere de değinilmiş ama asıl olarak Osmanlı’nın kuruluş dönemi ve sonrasında dünyada meydana gelen gelişmeler ele alınmış. Kitapta izi sürülecek en önemli detayın Osmanlı ve Batı’daki gelişmelerin eşzamanlı olarak anlatılışı diyebiliriz. Bu yöntem her iki yapının geçirdiği aşamaları karşılaştırmalı olarak anlamayı mümkün kılıyor. Batı’da yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sırasında Osmanlı İmparatorluğu özelinde doğunun neden ve ne ile meşgul olduğu gösterilmeye çalışılmış. Emperyalizm ve kapitalizmin kurumsallaşma süreçleri ile Batı’nın dünya genelinde tahakküm kurma aşamasında elini güçlendiren determinist ve konjonktürel unsurlar başarılı şekilde sıralanmış. Osmanlı başta olmak üzere doğu toplumlarının Batı’nın gücü ele geçirmesine zemin sağlayan zorlu şartlara maruz kalmayışı net olarak açıklanmış. Doğuluların görece rahatlığı rehavete neden olduğundan batı gibi kabuğunu kırmaktan uzak durduğu anlaşılıyor. Batı risk alırken doğu garantici davranıyor. Gürkan, doğu ve batıyı birlikte ale alarak bildiğimiz Batı merkezli tarih yazımının az da olsa dışına çıkmayı başarmış. Bu açıdan hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yaklaşım bugünkü dünyayı anlamayı kolaylaştırıyor.
Metnin en önemli özelliğinin, eğitim sistemimiz başta olmak üzere hayatımızın her alanında fazlasıyla maruz kaldığımız hamasete, ideolojiye ya da popülizme kapı aralamayışı olduğu kanaatindeyim. Zira bizler tarihi bu kalıplarla öğrenmiş olan ve meşrebimize göre devam ettiren bir toplumuz. Bu özelliğimiz kurumsallaşamama sorunumuzu ortaya çıkarıyor. Metinde çok öne çıkmasa da beni en heyecanlandıran yaklaşım Anadolu üzerindeki Farisî etkiye dikkat çekilmesi diyebilirim. Şahsen bu etkinin/etkileşimin dini, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda sanıldığından çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Emrah Safa Gürkan eserinde toplum tarafından doğru bilinen hatta kanon kabul edilen konuları masaya yatırıyor. Efsaneci, rivayetçi tarihçiliğin açmazlarına işaret ediyor. İdeolojik kutuplaşmaların sırf mevzi ve dolayısıyla rant kazanmak için öne sürdüğü görüşlerde eldeki veriler doğrultusunda neden tutarsız olduğunu ortaya koymaya çalışıyor. Gerçekçi davranarak ve aklı kullanarak yapılacak yorumlarda tarihe belli bir disiplinle metodolojik bakmayı öneriyor. Bu önerisini, “çağın bilgiyi elde etmekten öte farklı alanlardaki bilgileri meczederek yorumlayabilme çağı” olduğu savıyla destekliyor. Hasılı, tarihe ve dolayısıyla hayata esaslı ve kapsamlı bir bakış açısı oluşturabilmeyi deniyor. Bunu Herkes Bilir sadece giriş yazısı için bile okunması gereken bir kitap. Bunu herkes bilmeli.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp
Emrah Safa Gürkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emrah Safa Gürkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Şubat 2020 Çarşamba
11 Mayıs 2017 Perşembe
16. yüzyılın istihbarat dünyasına dair arşivlik bir çalışma
Türk tarihine "romantik dil" üzerinden bir bakış atacaksak, şüphe yok ki 16. yüzyıl diğer yüzyıllardan oldukça farklı bir yerde durmaktadır. İktisadî, siyasî, idarî, askerî, edebî; yani topyekûn bir medeniyet tasavvuruyla "muhteşem" olarak nitelendirilen bir yüzyıl... Saltanatın makamında II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanûnî Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed gibi birbirine hem yakın hem uzak karakterlerin bulunmuş olması bile 16. yüzyılı ilginç kılmaya yetmiştir. Şiiriyle, mûsıkîsiyle, mimarîsiyle, toplumun değişen zevkleriyle; batı ve doğu ilişkileriyle oldukça zengin materyale ve inceleme alanlarına sahip bir Osmanlı'dan bahsetmek mümkün 16. yüzyıl boyunca.
Bu yüzyılda Osmanlı'nın batıyla ve doğuyla mücadele biçimlerinde bazı değişiklikler olmakla birlikte, bilgiye verilen önemin malumatın önüne geçtiği söylenebilir. Sınırları kimilerince haddinden fazla toprağı aşan, dolayısıyla tehlikenin de her an karşılaşılabilir olduğu bu zamanlarda istihbarat gelişmelerine dair tarihçilerimizin ortaya çok ciddi bir çalışma koymadığı malum. Oysa Feridun Emecen, henüz Bafeus Savaşı'nda (1302) ortaya çıkan bir "haber alma" misali verir: "Mouzolon kumandasındaki Bizans birliği Osman Bey’in faaliyetlerinden rahatsızlık duyan bölgedeki Bizans idarecilerine yardım etmek amacıyla Yalova tarafına geçtiğinde karşısında birden Osman Bey’in askerlerini bulmuştu. Bunun bir tesadüf olmadığında ve “haber alma” sistemiyle yahut istihbarat ağıyla alakalı olduğu konusunda şüphe etmemiz için bir sebep yoktur. Konar göçer dünyada hızlı hareket eden ve haber almak, toplamak üzere görevli olan habercilerin var olmasına da şaşırmamak gerekir. Bu durum onların “hayatta tutunmaları” açısından birinci derecede, belki de en başta gelen özelliğe işaret eder. Pastoral hayatın gerçekleriyle de örtüşür, böylesine bir ortamda “hayatta kalmak ve tutunmak” için temel bir ihtiyaç olarak görünür."
Emrah Safa Gürkan, istihbarat konusunda belki de en fazla materyal sağlayacak olan ama ne hikmetse hiçbir tarihçimizin "bulaşmayı" göze al(a)madığı 16. yüzyıl için kolları sıvamış, imrenerek bakılacak kaynakçasıyla ortaya çok önemli bir eser çıkarmış: Sultanın Casusları. 300 küsur sayfa, akademik bir çalışma olmasına rağmen okuyucuyu hiç yormuyor. Kronik Kitap'ın bir kez daha kapak tasarımından iç sayfalardaki görsel desteğine kadar arşivlik bir eser neşrettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeniçağda İstihbarat başlığıyla açılan Sultanın Casusları'nda önce okuyucuya Akdeniz coğrafyasında İslâm ve Hıristiyanlık arasında bir medeniyet çatışması olup olmadığı hem soruluyor hem anlatılıyor. Gürkan, kullandığı kaynakları anlattıktan sonra kitabını 6 bölüme ayırmış: 1) İki İmparatorluk, Bir Deniz: Bahr-ı Sefid'de Osmanlı-Habsburg Mücadelesi. 2) Osmanlı Casusları ve İstihbarat Operasyonları. 3) Osmanlı İstihbaratının Kaynakları. 4) 16. Yüzyılda Osmanlı İstihbaratının Kurumsal Yapısı. 5) Osmanlı Karşı İstihbaratı (Kontrespiyonaj). 6) Hülasa.
Valladolid, Floransa, Ceneviz, Venedik, Madrid, Dubrovnik, Viyana, İstanbul arşivlerinden çok özel bilgilerin ve belgelerin bir araya geldiği Sultanın Casusları, magazinden uzak ama televizyona yahut beyazperdeye malzeme verebilecek birçok hikâye de anlatıyor. Languedoc'lu bir hokkabaz olan Baron de la Fage, "tam bir baş belası" İspanyol Mehmed (Lope de Llanos), Messina'daki Osmanlı suikastçileri, Salerno'da Bursalı bir sipahi, Juan Pimentel ve Habsburg limanlarındaki Osmanlı işbirlikçileri, Kandiyeli Zorzi Cavala ve Gabriel Defrens bunlardan birkaçı. Tüccarların istihbarat konusunda nasıl kullanıldığını Gürkan şöyle yorumluyor: "Osmanlı Müslümanlarının ticareti Hıristiyanların eline bıraktığı şeklindeki yaygın kanaat, Avrupa söz konusu olduğunda dahi, yanlıştır. Her ne kadar Avrupalıların İslam toprakları üzerindeki ticari faaliyetleri kadar yoğun olmasa da, Venedik, Ankona ve Marsilya gibi Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde Müslüman tüccarlar bulunmaktadır. Bunlara Osmanlı tebaası gayrımüslim tüccarları da eklersek, İstanbul’un elindeki bir başka haber kaynağının da tüccarlar olduğu anlaşılır. Örneğin, 1572 yılında Budin beylerbeyini Orta Avrupa’daki siyasi ve askeri gelişmelerden haberdar eden üç kaynaktan biri “rencber ta’ifesi” adıyla anılan tüccarlardır. Bazen bu tüccarların gemilerinde casus taşıdıkları bile olmaktadır. Mesela, hikâyesini İkinci Bölüm’de anlattığımız Osmanlı casusu Jeronimo Amiqui, Güney İtalya kıyılarını gezdikten sonra Ankona’da Muhammed adlı bir Türk ile buluşacak ve onun gemisiyle Avlonya’ya dönecektir."
Tüccarlardan daha verimli haber kaynağı olarak ise esirler ve köleler yer alır Osmanlı istihbaratında: "Hicri 979 (1571-1572) gibi kritik bir yılı kapsayan mühimme kayıtları, düşmanın elinden kurtulan esir ve kölelerin Hıristiyan donanmasının plan ve hazırlıkları hakkında güncel bilgi sağladıklarını bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Uluc Ali’nin adamlarından Yusuf esaretten kurtulup Trablusgarb’a gelince, efendisi olan bir kaptandan Hıristiyan donanması ile ilgili öğrendiklerini hemen beylerbeyine anlatacak, o da bu haberi İstanbul ile paylaşacaktı. Gene kaçıp gelen altı nefer esir ve Memi Şah adlı bir gemi odabaşısı Balkanlar’da serdar olarak bırakılan Vezir Hüseyin Paşa’ya Korfu’daki Venedik filosu hakkında güncel bilgiler vermiştir. İnebahtı hezimetinin ardından savunmasız kalan Osmanlı kıyılarında paniğin hakim olduğu günlerde, gene esirlikten “halâs” olan bir başkası düşman donanmasının Mora’ya saldırmayı planladığını vilayetin sancakbeyine bildirecekti."
Bu eserle birlikte, yazarının belirttiği gibi hâlâ Osmanlıların elde ettikleri bilgileri, istihbaratları ve malumatları nasıl kullandıkları, karar alma mekanizmasında bu 'türlü'nün nasıl raporlanarak analiz edildiği ve yönetimde ilgili tedbirleri geliştirdiği koca bir meçhul olarak duruyor. "Ne yazık ki elimizdeki belgeler buna izin vermemektedir" diyor Emrah Safa Gürkan ancak kitabı Sultanın Casusları, istihbarat mevzumuza meraklı olanlar için hem bir kılavuz hem de tarihçilere cesaret verebilecek bir rehber olarak raflarda yerini almış bulunuyor.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Bu yüzyılda Osmanlı'nın batıyla ve doğuyla mücadele biçimlerinde bazı değişiklikler olmakla birlikte, bilgiye verilen önemin malumatın önüne geçtiği söylenebilir. Sınırları kimilerince haddinden fazla toprağı aşan, dolayısıyla tehlikenin de her an karşılaşılabilir olduğu bu zamanlarda istihbarat gelişmelerine dair tarihçilerimizin ortaya çok ciddi bir çalışma koymadığı malum. Oysa Feridun Emecen, henüz Bafeus Savaşı'nda (1302) ortaya çıkan bir "haber alma" misali verir: "Mouzolon kumandasındaki Bizans birliği Osman Bey’in faaliyetlerinden rahatsızlık duyan bölgedeki Bizans idarecilerine yardım etmek amacıyla Yalova tarafına geçtiğinde karşısında birden Osman Bey’in askerlerini bulmuştu. Bunun bir tesadüf olmadığında ve “haber alma” sistemiyle yahut istihbarat ağıyla alakalı olduğu konusunda şüphe etmemiz için bir sebep yoktur. Konar göçer dünyada hızlı hareket eden ve haber almak, toplamak üzere görevli olan habercilerin var olmasına da şaşırmamak gerekir. Bu durum onların “hayatta tutunmaları” açısından birinci derecede, belki de en başta gelen özelliğe işaret eder. Pastoral hayatın gerçekleriyle de örtüşür, böylesine bir ortamda “hayatta kalmak ve tutunmak” için temel bir ihtiyaç olarak görünür."
Emrah Safa Gürkan, istihbarat konusunda belki de en fazla materyal sağlayacak olan ama ne hikmetse hiçbir tarihçimizin "bulaşmayı" göze al(a)madığı 16. yüzyıl için kolları sıvamış, imrenerek bakılacak kaynakçasıyla ortaya çok önemli bir eser çıkarmış: Sultanın Casusları. 300 küsur sayfa, akademik bir çalışma olmasına rağmen okuyucuyu hiç yormuyor. Kronik Kitap'ın bir kez daha kapak tasarımından iç sayfalardaki görsel desteğine kadar arşivlik bir eser neşrettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeniçağda İstihbarat başlığıyla açılan Sultanın Casusları'nda önce okuyucuya Akdeniz coğrafyasında İslâm ve Hıristiyanlık arasında bir medeniyet çatışması olup olmadığı hem soruluyor hem anlatılıyor. Gürkan, kullandığı kaynakları anlattıktan sonra kitabını 6 bölüme ayırmış: 1) İki İmparatorluk, Bir Deniz: Bahr-ı Sefid'de Osmanlı-Habsburg Mücadelesi. 2) Osmanlı Casusları ve İstihbarat Operasyonları. 3) Osmanlı İstihbaratının Kaynakları. 4) 16. Yüzyılda Osmanlı İstihbaratının Kurumsal Yapısı. 5) Osmanlı Karşı İstihbaratı (Kontrespiyonaj). 6) Hülasa.
Valladolid, Floransa, Ceneviz, Venedik, Madrid, Dubrovnik, Viyana, İstanbul arşivlerinden çok özel bilgilerin ve belgelerin bir araya geldiği Sultanın Casusları, magazinden uzak ama televizyona yahut beyazperdeye malzeme verebilecek birçok hikâye de anlatıyor. Languedoc'lu bir hokkabaz olan Baron de la Fage, "tam bir baş belası" İspanyol Mehmed (Lope de Llanos), Messina'daki Osmanlı suikastçileri, Salerno'da Bursalı bir sipahi, Juan Pimentel ve Habsburg limanlarındaki Osmanlı işbirlikçileri, Kandiyeli Zorzi Cavala ve Gabriel Defrens bunlardan birkaçı. Tüccarların istihbarat konusunda nasıl kullanıldığını Gürkan şöyle yorumluyor: "Osmanlı Müslümanlarının ticareti Hıristiyanların eline bıraktığı şeklindeki yaygın kanaat, Avrupa söz konusu olduğunda dahi, yanlıştır. Her ne kadar Avrupalıların İslam toprakları üzerindeki ticari faaliyetleri kadar yoğun olmasa da, Venedik, Ankona ve Marsilya gibi Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde Müslüman tüccarlar bulunmaktadır. Bunlara Osmanlı tebaası gayrımüslim tüccarları da eklersek, İstanbul’un elindeki bir başka haber kaynağının da tüccarlar olduğu anlaşılır. Örneğin, 1572 yılında Budin beylerbeyini Orta Avrupa’daki siyasi ve askeri gelişmelerden haberdar eden üç kaynaktan biri “rencber ta’ifesi” adıyla anılan tüccarlardır. Bazen bu tüccarların gemilerinde casus taşıdıkları bile olmaktadır. Mesela, hikâyesini İkinci Bölüm’de anlattığımız Osmanlı casusu Jeronimo Amiqui, Güney İtalya kıyılarını gezdikten sonra Ankona’da Muhammed adlı bir Türk ile buluşacak ve onun gemisiyle Avlonya’ya dönecektir."
Tüccarlardan daha verimli haber kaynağı olarak ise esirler ve köleler yer alır Osmanlı istihbaratında: "Hicri 979 (1571-1572) gibi kritik bir yılı kapsayan mühimme kayıtları, düşmanın elinden kurtulan esir ve kölelerin Hıristiyan donanmasının plan ve hazırlıkları hakkında güncel bilgi sağladıklarını bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Uluc Ali’nin adamlarından Yusuf esaretten kurtulup Trablusgarb’a gelince, efendisi olan bir kaptandan Hıristiyan donanması ile ilgili öğrendiklerini hemen beylerbeyine anlatacak, o da bu haberi İstanbul ile paylaşacaktı. Gene kaçıp gelen altı nefer esir ve Memi Şah adlı bir gemi odabaşısı Balkanlar’da serdar olarak bırakılan Vezir Hüseyin Paşa’ya Korfu’daki Venedik filosu hakkında güncel bilgiler vermiştir. İnebahtı hezimetinin ardından savunmasız kalan Osmanlı kıyılarında paniğin hakim olduğu günlerde, gene esirlikten “halâs” olan bir başkası düşman donanmasının Mora’ya saldırmayı planladığını vilayetin sancakbeyine bildirecekti."
Bu eserle birlikte, yazarının belirttiği gibi hâlâ Osmanlıların elde ettikleri bilgileri, istihbaratları ve malumatları nasıl kullandıkları, karar alma mekanizmasında bu 'türlü'nün nasıl raporlanarak analiz edildiği ve yönetimde ilgili tedbirleri geliştirdiği koca bir meçhul olarak duruyor. "Ne yazık ki elimizdeki belgeler buna izin vermemektedir" diyor Emrah Safa Gürkan ancak kitabı Sultanın Casusları, istihbarat mevzumuza meraklı olanlar için hem bir kılavuz hem de tarihçilere cesaret verebilecek bir rehber olarak raflarda yerini almış bulunuyor.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)