Edebiyat ve Utanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edebiyat ve Utanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2019 Perşembe

Utanç, insan iradesinin koruyucusudur

Ahmet Sarı’nın “Edebiyat Ve Utanç; Franz Kafka’nın “Dava”sından Hareketle Edebiyatta Utancın Arkeolojisi” isimli eseri tüm egzistansiyalist edebiyatseverlerine, varoluşcu kaygılar ile beslenen kalemler ile kendi kaygılarını edinen veya yenenlere seslenmiş. Kafka’nın düşünce adamı olduğu kadar kaygılarını itiraf edebilmesi yönünden ayrılan gerçekliğine kanaat eden okura, vurucu bir başlık vermiş. Kendisi bir felsefe problemi ortaya koymuş diyemesek de Derrida gibi, en baba felsefeciler tarafından birçok kez irdelenmiş Kafka’yı, “utanç” üzerinden genişleten ve Ketebe tarafından yayınlanmayı bekleyen eser, fikri itibarı ile dahi saygıyı peşinen haketmektedir.

Yazar, “Dava” kitabının “utanç” ekseninde seyretmesine sebep olan hikaye ile başlar. İki kez nişanlanan ve ayrılan Kafka ile Felice arasını bulmak ve evliliğe doğru evrilen inişli çıkışlı ilişkilerinde onları sakinleştirmek isteyen Grete Bloch, Kafka’ya aşık olur. Mektuplaşırlar. Kafka’nın yazma arzusunu da besleyen bu ilişki, kadın agresifliğinin ve aşk mektuplarını Felice’ye gönderilmesiyle son bulur. Kafka, Berlin’de bir otelde uzun süren bir yargılama ile mektuplarının mahiyetini Felice’ye açıkladığı anı, otelin bir yargı mekânına döndüğü ve ömründe başka zamanda böylesi bir büyük utanç daha yaşamadığınını belirterek anlatır.

Yahudi karalığına, kepçe kulaklarına, babasının her cemiyette onu aşağılamasına duyduğu utanca yönelik yazdığı mektuplara kadar birçok konuda “utanç” ile edebiyatını besleyen Kafka, Felice karşısında da duyduğu utanç ardından, vejeteryan olmasına rağmen kanlı bir biftek yer. “Einverleiben” yöntemi ile aşkını bedenine gömer ve Dava’yı yazmaya başlar: “Bir köpek gibi, dedi; sanki utanç, ondan sonra da hayatta kalacaktı.

Ahmet sarı buradan, utanç kvramını, suç ve masumiyet ile kesiştirdiği noktaya, “Yasa Kapısı” meselinde taşır. Taşradan yasa kapısına gelen ve yasada işini halletmeye çalışan Josef K. isimli çiftcinin kapı önünde bekleyişi ve aralıklı kapıdan içeri girememesine değinir. Kapıcı ikna edilemediği için ömrünü bir bekleyişle geçiren çiftcinin yasa kapısında bekleyen ve hiç yaşlanmayan kapıcının adeta uysal bir köpeği olması, köpekleşmesi, utancın yanına taşımıştır ittati. Uysallaşma köpekleşmedir! Masumiyete işlemediği suçu kabul ettiren bir utanç mekanizması da köpekliktir. Bu kesişme kitabın ışığının en keskin hali olur. Büyüler.

Bir diğer büyüleyici kesişme anı, kişinin toplumsal normda aşamadığı bir utanç var ise Tanrı’dan yardım aldığı yerde başlar. Gerek Kafka’nın Dava’sında gerek Peter Weier’in Truman Show’unda… Jim Carrey’nin veya Josef K.’nın taşocağında veya bir bilgisayar odasında, başka bir alemin kapısını zorlaması aynı arketiptir. Orada tanrı vardır. Cennet tasavvuru kişinin en darboğaz mekanından, dibi gördüğü yerden doğar. Utanç evrilip tövbe ile tamamlanacaktır. Kitap devamında, Adem’in utancını tövbe ile onarması ile de derinleşir. Firavun ve Ebu Leheb metaforları bir parça zorlama olsa da “utanç” ve günah arasındaki “tövbe” bağı her daim geçerli bir savunma mekanizması olmuştur filhakika.

Yazar bir başka güzel aralık da “Uyumsuz Adam” (“The Bothersome Man”) adlı filmde yakalamış. Jens Lien’in aynı kafkaesk öğeyi kullandığını, sevmediği bir yere getirilen birinin rutin hayatlarından, makineleşmiş yaşantılarından, insanların birbirine yabancı oldukları, hayatının bir anlamının olmadığı yerde, bir bodrum katından tıpkı taş ocağı gibi başka bir cennetsi dünya tahayyülüne, kırlara, orada keklerin yapıldığı, çocuk seslerinin, ağlamaların işitildiği yere doğru tünel kazar. Andreas, yakalanır ama kekin tadını bilmektedir artık. Bu hatırlatma okuyucuya, bu filmden sonra daha çok sevmeye başlayacağı tarçınlı kekin “Dava” bakışı ile lezzetini tattırır. Okurun, egzistansiyalist eserlerden kaybolup bulnunmuşluğu var ise hele, bu kitap yüzüne şapşal ve keyifli bir gülümseme ve sayfa sayfa varılan aydınlanmalar iliştirecektir.

Hülasa, Kafka ile yasanın mı Josef K.’nın üzerine gittiği, Josef K.’nın mı yasayı yokladığı tartışması suçun mu önce, mahkemenin mi önce olduğu tartışmasına eşlik ederken içi titremeyene; egzistansiyalist edebiyat, felsefe hatta sanattan bihaber olana karmaşık gelecek, haberi olana ise tadından yenmeyecek bir eser olmuş. Özde “kendi kendini yargılama” ahlakında birleşmiş olsa da bunu bir çok ünlü yazarın “utanç” görüşünden de beslemiş:

Nietzsche’nin Zerdüşt’ünün “Şöyle der gören kişi, utanç, utanç, utanç. İnsanın tarihi budur.” demesi… Marx’a utanç ile devrim gerçekleşmez denildiğinde; “utancın kendisi bir devrimdir” demesi… Ayyaş’ın Küçük Prens'e utancını unutmak için içtiğini söylemesi… Patrick Süskind’in Koku’sunda ölü balıklar eşiliğinde doğan Grenouille’nin, pis kokusundan utanç ile işlediği suç… Ahmet Sarı, tüm bu nokta utançlar ile varoluş kaygısını beslemesini anlatırken, kendi ifadesiyle “Güzel bir utanç, kurtuluşumuz olabilir mi?” sorusuyla uzun süre uykusuzluk çektiğini belirtir ki bu çok hissedilmektedir. Zira Kafka’yı tıpkı Derrida gibi filozofca bir bakış ile butik bir problem bağlamında böylesi değerlendirebilmek varoluşun sancısını çekmekten ve çokca itiraftan geçmektedir.

Ki itirafın en afillisi de Milena’ya yapılandır: “Ben kirliyim Milena, son derece kirli, bu yüzden saflık hakkında bu kadar bağırıyorum. Kimse cehennemin en dibinde olanlar kadar saf şarkılar söyleyemez, meleklerin sandığımız şarkılar, aslında onlarındır.

Neden mi bir insan böylesi bir itirafda bulunur: Çünkü; “Scham ist die Hüterin der menschlichen Würde” (Utanç, insan iradesinin koruyucusudur.).

Mavi Çınar
the.blue.gaia@gmail.com