Dinle Neyden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dinle Neyden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2022 Çarşamba

Hikâye etmedik, neyden dinledik

“Mesnevî- i Mevlevî-i Manevî
Hest Kur’ân der zebân-ı Pehlevî.”
- Molla Câmî

Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî ve Mesnevî-i Şerif'i, sekiz asırdır bu toprakları ve bu toprağın insanını Muhammedî muhabbetle mayalamaya devam ederken özellikle son zamanlarda dünyanın farklı coğrafyalarına da ışığını ulaştırmış durumda. Hakkında olumlu ya da olumsuz pek çok şey söyleniyor olması dahi onun büyüklüğünün bir yansımasıdır. Mevlânâ ve Mesnevî-i Şerif hakkında konuşanların pek çoğu kaynak göstermeden iftira ederken bir kısmı da Mesnevî’nin sembolik diline vâkıf olmadığı hayvan hikâyelerinden öte anlam çıkaramıyor. Nesnel bir eleştiri, kişiyi içinde yetiştiği şartlarla birlikte ele almayı gerektirirken eserleri de kendi bütünlüğü içinde incelemeyi gerektirir. Mevlânâ hakkında özellikle Şems-i Tebrizî üzerinden yapılan eleştirileri anlamlandırmaya çalışırken onun Divan-ı Kebir ve Mesnevî-i Şerif’te Allah aşkı, Resûlullah’a muhabbet, ibadetlere bağlılık gibi konularda söylediklerini göz önünde bulundurmak gerekir. Büyük bir bütünün içinden küçük bir parçayı tek başına değerlendirmeye kalkmak, üstelik bu sağlıksız değerlendirme üzerine hüküm bina etmek en hafif tabirle aymazlıktır. Ömer Tuğrul İnançer Hocamız, Dinle Neyden kitabında Mesnevî-i Şerif’in bir “mürşid kitap” oluşunu; Mevlânâ’nın Allah aşkı ve Resûlullah muhabbetini yine Mesnevî’den ve Mevlânâ’nın diğer şiirlerinden hareketle gözler önüne seriyor.

Mesnevî-i Şerif, başlı başına bir mürşid kitaptır.” diyor İnançer Hoca. 800 yıldır, samimiyetle okuyan nice mü’mini irşad etmiş, hâlâ irşad etmeye devam ediyor. Yüzlerce yıldır, Mesnevî okumaları yoluyla gerek tasavvufun incelikleri gerekse ilahî aşkın sırları insanlarla buluşuyor. Mesnevî’nin önsözünde bizzat Mevlânâ kitabıyla ilgili şunları söylüyor: “Bu mesnevî kitabı, Allah’ın sırlarının ve O’na yakınlık kazanma yollarının öğretilmesi hakkında sırların açıklayıcısının açıklayıcısı ve dinin aslının aslının aslından bahseden Allah’ın fıkh-ı ekberi, şer-i ezhârı, yani Allah’a ulaşma yollarının apaçık ve parlak delilidir.”. Mesnevî’de bulunan bir beyitte de şu ifadelere yer veriyor: “Bizim Mesnevî’miz vahdet dükkânı, birlik pazarıdır. Birlikten başka ne görürsen o puttur.” İşte bu beyit; Mesnevî’ye nasıl baktığımıza, onu nasıl okuduğumuza bağlı olarak ondan farklı anlamlar çıkaracağımıza dair yine Mesnevî’nin kendi içinden bir uyarıdır. Hz. Mevlânâ ve dahi bütün evliyaullah sadece vahdeti ve İlahî aşkı terennüm etmişlerdir. Her biri kendi çağında ve kendi lisanında konuşmuş ama aynı hakikati dile getirmiştir: Varlık birdir ve ancak aşkla bilinir. Hz. Ali Efendimiz’in “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.” sözüyle ilgili olarak İnançer Hoca; “O nokta tevhid, vahdet noktasıdır. Bütün ilimler o noktayı öğrenmek içindir.” diyor. İşte Mevlânâ’nın “vahdet dükkânı” diyerek anlatmak istediği şey de tam olarak budur. Mesnevî’yi doğru okumayı başarabilirsek cümle ilimlerin ve dahi vahdetin sırrına ermemiz mümkün olabilir.

Tasavvufa yönelik eleştirilerin en acımasızı sahte şeyhler üzerinden yapılıyor. Kerameti kendinden menkul bu sahte şeyhleri ayırt etmek zor görünse de işin sırrı basittir: Her kim ki seni kendi yoluna çağırıyorsa sahtedir, her kim ki seni Allah’ın yoluna çağırıyorsa gerçektir. İnançer Hoca da insan-ı kâmili tanımanın yolunu şöyle açıklıyor: “Bir kimseyi gördüğümüzde, sohbetinde bulunduğumuzda, hatırımıza getirdiğimizde huzurunda yer aldığımızda; bu haller bize Hakk’ı hatırlatıyor, yeniden aklımıza getiriyorsa işte o kimse insan-ı kâmildir… Hele o zat, hali ile bizde kendisine benzemek hevesi uyandırıyorsa teşhisimiz doğru demektir.”. Elbette tasavvuf ehli olmadan da cennete girmek mümkündür ama tasavvufun özünde muhabbet vardır. “Eşeddü hubben lillah” sırrına erenlere Cenab-ı Hakk katından ayrıca mükafaat vereceğini müjdeliyor. “Onlara Rabbleri katından bir selam vardır.” Tasavvuf, Allah’a ulaşma yollarının en kestirme olanıdır. Bin bir dilekçe ve aylar süren randevu alma süreçlerinin ardından zor minnet ulaşabildiğiniz ve resmi bir ortamda görüşebildiğiniz bir devlet büyüğüyle onun bir tanıdığı, dostu vasıtasıyla dakikalar içinde hem de gayet samimi bir ortamda oturup muhabbet edebilir, sorununuzu çözebilirsiniz. İşte tasavvuf, Allah dostlarının dostlukları sayesinde Allah’a ulaşmayı ve O’nun aşkıyla kendi varlığından geçmeyi ifade eder. Peki; Allah’ın en sevgili kulu, en büyük dostu, Habibullah olan Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav) sevmeden, onun sevgisini kazanmadan ve onu aracı etmeden Cenab-ı Hakk’a ulaşmak mümkün olabilir mi? Elbette olmaz. İşte, gerçek bir Allah dostunda aranacak ön önemli özellik peygamber (sav) sevgisidir. Mevlânâ Hazretleri; “Yaşayışına yön vermede kendi bilgine, hünerine ve arzularına uyma; Resullerin sonuncusu ve en yücesinin düzeni dışına çıkma.” diyerek bu uyarıyı yapıyor. Mevlânâ’nın bahsettiği kuru kuruya bir taklit değil. Peygamber Efendimiz’in (sav) güzel ahlâkını, ihlâsını, muhabbetini kendimize rehber etmedikçe O’nun gibi yemek içmek, O’nun gibi giyinmek, O’nun gibi yürümek, kısaca O’nun gibi görünmek bizi kurtarmaz. Yine Mevlânâ; “Aşk yolunu seç; bütün peygamberler ve onlara uyanlar gibi ki ancak ve ancak O’nun aşkıyla sadece kazanç sahibi olunabilir ve katında makbul olma yüceliği elde edilebilir.” diyerek Muhammedî muhabbetin şiar edinilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Mesnevî-i Şerif, birçok hikâyeden müteşekkil bir kitap olmakla edebi bir yöne sahip. Bununla birlikte tahkiye, Kur’anî bir anlatım yöntemi olması bakımından oldukça etkili bir yöntemdir. Mesnevî’de yer alan hikâyeleri rumuzlarını çözerek okumak hakikat perdesini aralamamızı sağlar. İnançer Hoca, Dinle Neyden kitabında, Mesnevî’deki alan ilk hikâye olan “Padişah ve Cariye” hikayesini rumuzlarını çözerek ele alıyor ve okuyucuya; nefsin hastalıklarından kurtulmak için insan-ı kâmile bağlanmayı salık veriyor. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim’i eskilerin hikayeleri diyerek okuyamıyorsak Mesnevî-i Şerifi de hayvan hikayeleri diyerek geçiştiremeyiz. Hayvan hikayeleri olarak okuyanlar hayvan tezeğinden başka koku alamazken aşkla, muhabbetle okuyanlar İlahî bir aşkın kokusunu alırlar.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

27 Mayıs 2014 Salı

Konuşarak değil, dinleyerek anlaşılır

"Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned."
- Hz. Mevlânâ

"Her yerde, fakat ârifin kalbindedir Allah
Yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın."

- Ken'an Rifâî

"Öyle yüksek huzûrlar vardır ki orada, o huzûr sâhibinin yüzü suyu hürmetine kulakların mühürleri açılır ve neler neler duyulur."
- Ömer Tuğrul İnançer

Mesnevî-i Şerîf üzerine sadece bizde değil tüm dünyada sayısız kitap yayımlandı. Şerhleri yapıldı, romanları(?) yazıldı, üzerinde sohbetler düzenlendi, televizyon programları tertip edildi. Bu böyle kıyamete kadar sürecek, zira Mesnevî-i Şerîf'in hakikatlerine erişmeye ne şuurumuz, ne de elimiz, dilimiz, belimiz erecek. "Edeb ya hû" deyişini hemen herkes bilir. E, d ve b harflerinden oluşan edeb; kamuoyuna yapılacak en güzel açıklamayı yapıyor aslında: Eline (iline), diline (lisanına) ve beline (soyuna, sopuna) hâkim ol. Zira insanı eliyle yaptıkları, diliyle söyledikleri ve beline olan hâkimiyeti ya yok edecek, ya ihya edecek. İnsan, kendini bilir. İhya olmak isteyen de ne yapacağını öyle veya böyle bilir. İhyanın bir anlamı da gelişme ve geliştirmedir. Kişisel gelişim kitaplarına inanma şaklabanlığına düşmeden, Mesnevî-i Şerîf gibi sırların sırrını izah eden bir kitabı, Ömer Tuğrul İnançer hocanın sırlı üslubu ve gönlüyle okuma imkânımız var: Dinle Neyden.

Neden sırların sırrı? Allah'ın sırlarını Kur'an-ı Kerim açıklar, Mesnevî-i Şerîf ise Kur'an-ı Kerim'in sırlarını. "Dinle Neyden" ise Mesnevî-i Şerîf'ten ne anlaşılacağı, nasıl okunacağı ve gönül ışığını ne biçimde yakacağı üzerine yorumlar ihtiva ediyor. Ömer Tuğrul İnançer hocanın en önce kalbe giren sözleri, akıla "git başımdan!" diyor ve okuyucunun gözleriyle okuduğunu tüm ruhunun yeniden, coşkuyla hecelemesini sağlıyor. Popüler kültürde buna "çakraların açılması" mı denir? Nedir ne değildir bilemem ama ney vardır ve onun sesi ne var ne yoksa bir kenara bıraktırır. Nefesli enstrümanlara girersek, çıkamayız. Lakin ney, insan sesine en yakın sesi veren enstrümanlardan biridir. Hatta buna dair araştırmalar yaptığımda, insan sesine en benzer sesi kemanın verdiğini fakat insanın iç sesine dair en hakikatli sesi de neyin verdiğini okumuştum. Amatörün amatörü bir klarnet meraklısı olarak şunu diyebilirim ki; nefesli enstrümanlar bize bir şeyi çok iyi açıklamaktadır. O da şudur: İnsan, aldığı nefesi vermekle yükümlüdür. Nefes almak, yaşamak için ne kadar mecburi ise, vermek de o kadar mecburidir. Dolayısıyla insanın yaşamı, nefesindedir. Neyi alıp verdiği kadar, neyi dinleyip dinlemediği de önemlidir. Ağızdan çıkanlar ne kadar önemliyse, kulağa girenler de o kadar önemlidir. Sırların sırrına ermek için en önce dinlemek lâzım. O yüzden, bişnev! Yani, dinle!

Kur'an-ı Kerim'in besmeleyle, Mesnevî-i Şerîf'in bişnevle başlaması bile, "sır" denen şeyin ne olduğunu belli etmektedir. Mesnevî-i Şerîf’in ilk harfi olan “b“de Esmâ-i Hüsnâ’dan da sırlar vardır: Bâkî, Bârî, Basıt, Basir, Bâis, Berr... Sır ne kadar belli olur? İnsan ne kadar kendini verirse. "Sırra kadem basmak" diye bir deyim vardır. Şimdinin kısa ve öz "kayboldu" anlamıyla bir alakası yoktur bu deyişin. Sırra kadem basmak, sırra teslim olmak, sır kapısından içeri adım atmak, kendini sırlara kapatmak demektir. Unutulmasın ki sürekli ortada duran değil, kaybolan aranır. "Kaybolmak" da, "gâib olmak"dan gelir. Gâib ne demektir? Görünmez âlem demektir. Âlem de, âdemin yeridir. Hadi buyurun şimdi, ne oldu akıla? Karıştı.

"Âdemoğluna atasına uymak edebini göstererek şeytan gibi gururlanmak değil, Âdem gibi kabahati kendinde bilmek yakışır. Ve bütün bu edebler insan ile hayvan arasındaki farklı belirler. Yemek, içmek, barınmak, üremek gibi hâller hayvanda da vardır, insanda da. Bunların dışında ve üstündeki davranışlar, insanı insan eder. Tabiîdir ki; bu söz ancak Âdemoğullarınadır. Kendilerine Âdemoğulluğunu değil, maymun oğulluğunu yakıştıranlara ve öyle zannedenlere bir sözümüz yok."

İnsanın herhangi bir konuda konuşurken üslubunda şiddet varsa, bilinmeli o konuda bir aşkı vardır. En güzel aşkın ne olduğunu söylemeye gerek yok. Kitapta Ömer Tuğrul İnançer hoca, Hz. Mevlânâ'nın aşkını Mesnevî-i Şerîf üzerinden anlatıyor. Kur'an-ı Kerim'de "aşk" kelimesi yoktur diye sızlananlara da hikmeti bol sözler ediyor: "Allah, "Müminler Allah'ı şiddetle severler" buyuruyor. Şiddetle sevmenin adına aşk derler.". Dolayısıyla şiddetli bir aşkta da gönül sürekli yanma hâlindedir. Her gönülde de bunun yaşanması için o gönlün doğrudan şaşmaması lâzımdır: "Yalandan kim ölmüş diyorlar. Yalandan beden ölmez. Gönül ölür, gönül!". Sevmek de "vermek"tir hiç şüphesiz. Vermeden sevilmez. Gözü ve gönlü sadece "almak"ta olanın, tahsildârdan ne farkı vardır ki? Tek gerçek, yâr olabilmektir. Yâr da, gönülden gönüle sohbetle olunur.

"Sohbet ise, dinlemeyle olur. Sohbetin dinlenebilmesi için, az konuşmak lâzımdır. Bu da tasavvufun bir diğer tavsiyesidir: “Az yemek, az uyumak, az konuşmak” prensibinin geçerli olduğu tasavvuf terbiyesinde hüner, söylemek değil dinlemektir. Doyduktan sonra yenilen yemek, tembellik uykusuyla geçirilen zaman, lüzumsuz ve boş konuşma tarzında söylenen sözler “israf haramdır” kâidesince yasaklanmıştır. Dinlemeyenler öğrenemezler, öğrenemeyenler bilemezler, bilemeyenler ise “olamazlar."

Âşıkların pîri Hz. Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf'inde âşıkların "ney"i dinleyeceğini anlatıyor. Ârif olanın anlaması için de, önce dinlemesi gerekiyor. Dinlemeden, anlaşılmaz. Dervişin yegane işi de dinlemektir. Dinleyen, dinlenir. İşte Ömer Tuğrul İnançer hoca da "Dinle Neyden"de bunu anlatıyor. Neyi, nasıl dinlemek gerektiğini.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler