“Mesnevî- i Mevlevî-i Manevî
Hest Kur’ân der zebân-ı Pehlevî.”- Molla Câmî
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî ve Mesnevî-i Şerif'i, sekiz asırdır bu toprakları ve bu toprağın insanını Muhammedî muhabbetle mayalamaya devam ederken özellikle son zamanlarda dünyanın farklı coğrafyalarına da ışığını ulaştırmış durumda. Hakkında olumlu ya da olumsuz pek çok şey söyleniyor olması dahi onun büyüklüğünün bir yansımasıdır. Mevlânâ ve Mesnevî-i Şerif hakkında konuşanların pek çoğu kaynak göstermeden iftira ederken bir kısmı da Mesnevî’nin sembolik diline vâkıf olmadığı hayvan hikâyelerinden öte anlam çıkaramıyor. Nesnel bir eleştiri, kişiyi içinde yetiştiği şartlarla birlikte ele almayı gerektirirken eserleri de kendi bütünlüğü içinde incelemeyi gerektirir. Mevlânâ hakkında özellikle Şems-i Tebrizî üzerinden yapılan eleştirileri anlamlandırmaya çalışırken onun Divan-ı Kebir ve Mesnevî-i Şerif’te Allah aşkı, Resûlullah’a muhabbet, ibadetlere bağlılık gibi konularda söylediklerini göz önünde bulundurmak gerekir. Büyük bir bütünün içinden küçük bir parçayı tek başına değerlendirmeye kalkmak, üstelik bu sağlıksız değerlendirme üzerine hüküm bina etmek en hafif tabirle aymazlıktır. Ömer Tuğrul İnançer Hocamız, Dinle Neyden kitabında Mesnevî-i Şerif’in bir “mürşid kitap” oluşunu; Mevlânâ’nın Allah aşkı ve Resûlullah muhabbetini yine Mesnevî’den ve Mevlânâ’nın diğer şiirlerinden hareketle gözler önüne seriyor.
“Mesnevî-i Şerif, başlı başına bir mürşid kitaptır.” diyor İnançer Hoca. 800 yıldır, samimiyetle okuyan nice mü’mini irşad etmiş, hâlâ irşad etmeye devam ediyor. Yüzlerce yıldır, Mesnevî okumaları yoluyla gerek tasavvufun incelikleri gerekse ilahî aşkın sırları insanlarla buluşuyor. Mesnevî’nin önsözünde bizzat Mevlânâ kitabıyla ilgili şunları söylüyor: “Bu mesnevî kitabı, Allah’ın sırlarının ve O’na yakınlık kazanma yollarının öğretilmesi hakkında sırların açıklayıcısının açıklayıcısı ve dinin aslının aslının aslından bahseden Allah’ın fıkh-ı ekberi, şer-i ezhârı, yani Allah’a ulaşma yollarının apaçık ve parlak delilidir.”. Mesnevî’de bulunan bir beyitte de şu ifadelere yer veriyor: “Bizim Mesnevî’miz vahdet dükkânı, birlik pazarıdır. Birlikten başka ne görürsen o puttur.” İşte bu beyit; Mesnevî’ye nasıl baktığımıza, onu nasıl okuduğumuza bağlı olarak ondan farklı anlamlar çıkaracağımıza dair yine Mesnevî’nin kendi içinden bir uyarıdır. Hz. Mevlânâ ve dahi bütün evliyaullah sadece vahdeti ve İlahî aşkı terennüm etmişlerdir. Her biri kendi çağında ve kendi lisanında konuşmuş ama aynı hakikati dile getirmiştir: Varlık birdir ve ancak aşkla bilinir. Hz. Ali Efendimiz’in “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.” sözüyle ilgili olarak İnançer Hoca; “O nokta tevhid, vahdet noktasıdır. Bütün ilimler o noktayı öğrenmek içindir.” diyor. İşte Mevlânâ’nın “vahdet dükkânı” diyerek anlatmak istediği şey de tam olarak budur. Mesnevî’yi doğru okumayı başarabilirsek cümle ilimlerin ve dahi vahdetin sırrına ermemiz mümkün olabilir.
Tasavvufa yönelik eleştirilerin en acımasızı sahte şeyhler üzerinden yapılıyor. Kerameti kendinden menkul bu sahte şeyhleri ayırt etmek zor görünse de işin sırrı basittir: Her kim ki seni kendi yoluna çağırıyorsa sahtedir, her kim ki seni Allah’ın yoluna çağırıyorsa gerçektir. İnançer Hoca da insan-ı kâmili tanımanın yolunu şöyle açıklıyor: “Bir kimseyi gördüğümüzde, sohbetinde bulunduğumuzda, hatırımıza getirdiğimizde huzurunda yer aldığımızda; bu haller bize Hakk’ı hatırlatıyor, yeniden aklımıza getiriyorsa işte o kimse insan-ı kâmildir… Hele o zat, hali ile bizde kendisine benzemek hevesi uyandırıyorsa teşhisimiz doğru demektir.”. Elbette tasavvuf ehli olmadan da cennete girmek mümkündür ama tasavvufun özünde muhabbet vardır. “Eşeddü hubben lillah” sırrına erenlere Cenab-ı Hakk katından ayrıca mükafaat vereceğini müjdeliyor. “Onlara Rabbleri katından bir selam vardır.” Tasavvuf, Allah’a ulaşma yollarının en kestirme olanıdır. Bin bir dilekçe ve aylar süren randevu alma süreçlerinin ardından zor minnet ulaşabildiğiniz ve resmi bir ortamda görüşebildiğiniz bir devlet büyüğüyle onun bir tanıdığı, dostu vasıtasıyla dakikalar içinde hem de gayet samimi bir ortamda oturup muhabbet edebilir, sorununuzu çözebilirsiniz. İşte tasavvuf, Allah dostlarının dostlukları sayesinde Allah’a ulaşmayı ve O’nun aşkıyla kendi varlığından geçmeyi ifade eder. Peki; Allah’ın en sevgili kulu, en büyük dostu, Habibullah olan Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav) sevmeden, onun sevgisini kazanmadan ve onu aracı etmeden Cenab-ı Hakk’a ulaşmak mümkün olabilir mi? Elbette olmaz. İşte, gerçek bir Allah dostunda aranacak ön önemli özellik peygamber (sav) sevgisidir. Mevlânâ Hazretleri; “Yaşayışına yön vermede kendi bilgine, hünerine ve arzularına uyma; Resullerin sonuncusu ve en yücesinin düzeni dışına çıkma.” diyerek bu uyarıyı yapıyor. Mevlânâ’nın bahsettiği kuru kuruya bir taklit değil. Peygamber Efendimiz’in (sav) güzel ahlâkını, ihlâsını, muhabbetini kendimize rehber etmedikçe O’nun gibi yemek içmek, O’nun gibi giyinmek, O’nun gibi yürümek, kısaca O’nun gibi görünmek bizi kurtarmaz. Yine Mevlânâ; “Aşk yolunu seç; bütün peygamberler ve onlara uyanlar gibi ki ancak ve ancak O’nun aşkıyla sadece kazanç sahibi olunabilir ve katında makbul olma yüceliği elde edilebilir.” diyerek Muhammedî muhabbetin şiar edinilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Mesnevî-i Şerif, birçok hikâyeden müteşekkil bir kitap olmakla edebi bir yöne sahip. Bununla birlikte tahkiye, Kur’anî bir anlatım yöntemi olması bakımından oldukça etkili bir yöntemdir. Mesnevî’de yer alan hikâyeleri rumuzlarını çözerek okumak hakikat perdesini aralamamızı sağlar. İnançer Hoca, Dinle Neyden kitabında, Mesnevî’deki alan ilk hikâye olan “Padişah ve Cariye” hikayesini rumuzlarını çözerek ele alıyor ve okuyucuya; nefsin hastalıklarından kurtulmak için insan-ı kâmile bağlanmayı salık veriyor. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim’i eskilerin hikayeleri diyerek okuyamıyorsak Mesnevî-i Şerifi de hayvan hikayeleri diyerek geçiştiremeyiz. Hayvan hikayeleri olarak okuyanlar hayvan tezeğinden başka koku alamazken aşkla, muhabbetle okuyanlar İlahî bir aşkın kokusunu alırlar.
Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com