Kitabın kahramanı Victor Mancini “sürekli kahramanlar”
yaratarak hayatını devam ettirmektedir. Şöyle ki bulunduğu restoranda boğazına
takılan yiyecekle boğulma numarası yapmakta, kendisini kurtaran kişinin hayatına
bir kahramanlık hikâyesi katmaktadır. Ve tabii aynı kişinin kendisinden sorumlu
olmasını da sağlamaktadır. Buradan kazandığı parayla da annesinin tedavi
masraflarını karşılamaktadır.
Sakın Victor’a acımaya başlamayın. Onunki pek “ah yazık,
annesinin tedavi masrafları için kendini tehlikeye atıyor.” durumu değil.
Mancini anne ve babaların “kitlelerin yeni afyonu” olduğunu düşünen ve Tanrının
olmadığı bir dünyada annelerin Tanrı olduğuna inanan bir seks bağımlısı. Yeterince
insan onu severse, sevgiye ihtiyacı olmayacağına, yeterince kazanıp başarılı
olursa başka hiçbir şey yapmak istemeyeceğine, yeterince insan ona bakarsa bir
daha asla başka birinin dikkatini çekmek zorunda kalmayacağına ve eğer
yeterince zeki olursa günün birinde yeteri kadar seks yapabileceğine inanan bir
çocuğun inandıklarını adım adım takip edip büyümüş hali. Hayatıysa mastürbasyon
yapmadığı her gün için eve bir kaya getiren arkadaşıyla birlikte arka
sokaklarda geçiyor.
Yeraltı edebiyatının mutlulukla pek ilgisi olduğunu
sanmıyorum. O yüzden bu kitap şu ruh haline iyi gelir diyemeyeceğim. Mancini’nin
yürüdüğü sokakları Amerika sokakları olarak düşünüp yabancılaşamazsınız. Çünkü hepinizin o kadar
koşuşturmanın sonunda geleceğiniz yer bir hiçliğin orta noktası. “Ve belki de
bilmek önemli değil” O yüzden Palahniuk’a katılıyorum: bu kitabı okuyunca her
şey daha kötü olacak. Çünkü fark edeceksiniz. Cahilliğin kutsal sayıldığı bir
yüzyılda fark etmenin cezası tecavüz, cinayet ve hırsızlıklardan daha ağır
olmalı. Bu ve bunun gibi kitaplardan sonra ömür boyu farkındalık cezasına çarptırılacaksınız.
Üzgünüm.
“Cahillik bir zamanlar sonsuz mutluluktu.”