"Okumakla yazmakla olmaz tâ üstaddan görmeyince."
- Âşık Paşa
Fütüvvet, ahî teşkilatı ve esnaf dediğimiz zaman yalnız meslek erbaplarından ve onların ticari ilişkilerinden bahsetmiş olmayız. Ahîlik; esnafın gelişim göstermesini sağlayan kuru bir süreç değil; iyi ahlakın ve kardeşliğin fasılasız sürmesi için meydana gelmiş bir kültürdür. Fütüvvet, bu kültürün geçmişi ve dahi okuludur. Fetâ; yiğit, fütüvvet ise yiğitlik demektir. Günümüz mesleki gelişim kurslarına baktığımızda yiğitlik üzerine bir şey verilmediğini görürüz. Oysa fütüvvet teşkilatları önce yiğitliği, dürüstlüğü, paylaşmayı, kısacası kardeşliği kazandırır. Kime? Tüm meslek erbaplarına, zanaatkârlara ve dolayısıyla esnaf birliklerine. Esnaf, bu okul ve kültürle birlikte bir usta-çırak ilişkisi geliştirmiştir. Bu öyle bir ilişkidir ki sadece ticaretimizde değil; mahalle kültüründen musiki kültürümüze kadar çok geniş bir sahada asırlar boyunca aynı disiplinin sürmesini sağlamıştır. Musikimiz bu disiplinle öğretim aşamasını kurmuş ve intikal imkanı elde etmiştir. Usta-çırak ilişkisi, musikimizin tek ve vazgeçilmesi mümkün olmayan, vazgeçilmesi dahilinde değer kaybına uğratacak ve hatta unutulmasına sebep olacak bir ilişkidir. İşte Cem Behar'ın Klasik Türk Müziği üzerine yaptığı çok ciddi araştırmalardan biri olan "Aşk Olmayınca Meşk Olmaz: Geleneksel Osmanlı / Türk Müziğinde Öğretim ve İntikal", bu ilişkilerden yola çıkarak müziğimizin yegane öğretim tekniğine ışık tutuyor: meşk. Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar musikimizde hâlâ bir öğretim tekniği olarak gücünü koruyan meşkten artık herkes bihaber. Bu kültürü devam ettiren kişi yahut kurumlar olmasa ayakta kalacak pek bir yanının kalmadığını da belirtmek gerekir.
Meşkte usta-çırak yahut hoca-öğrenci ilişkisi esastır. Bu yöntemle birlikte asırlar boyunca ses veya saz öğrenimi, eser dağarcığı gelişimi, eserlerin repertuarının kuşaktan kuşağa intikal etmesi, icra üsluplarının şekillenmesi sağlanmıştır. Klasik müziğimizin eğitim tekniğini merak ettiğimizde karşımıza meşkten başka bir şey çıkmaz. Birçok bestekarımız, hatıralarında ciddi biçimde bu konu üzerinde durmuştur ve kaybolmaması gerektiğini özellikle belirtmiştir. Meşkin neler sağladığını Behar kitabın önsözünde şöyle özetliyor: "Bundan yetmiş seksen yıl öncesine kadar geleneksel Osmanlı/Türk musıkisinin öğretimi ve aktarımı bütünüyle meşk adı verilen yönteme dayanırdı. Hem ses veya saz öğrenimi hem de öğrencilerin bir eser dağarcığı edinmeleri, meşk etmekle gerçekleşirdi. Meşkederek müzik öğretmenin ve öğrenmenin basit bir araç, herhangi bir pedagojik yöntem olarak görülmesi eksik ve yanlış olur. Dört buçuk yüzyıllık Osmanlı/Türk musıki geleneğinde meşk sayısız müzisyen kuşakları tarafından bir öğretim yöntemi olarak benimsenmekle kalmamış, aynı zamanda ses ve saz eserleri repertuarının da yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa intikalini sağlamıştır. Bu iki işlevi birbirinden ayırmak imkânsızdır. Meşk bir yandan ses ve çalgı öğretimini ve icra üslûplarını şekillendirmiş, bir yandan da eser repertuarının nesiller boyu aktarımını ve zamanla yenilenip değişmesini sağlamıştır."
Yazar; meşkin sade bir eğitim tekniği olmadığını, toplumun değerlerini ve esaslarını da yönlendirdiğini de açıklıyor. Bu hususta kitapta çok önemli kaynaklardan alıntılar mevcut. Giriş niyetine yine Behar'ın önsözünden aktarıyorum: "Meşkederek müzik öğrenmenin etkisi bununla da kalmamıştır. Geleneksel musıki meşki ve doğurduğu ilişkiler, birçoğu bugün dahi geçerliliğini koruyan bazı temel ahlâki ve estetik değer yargılarının taşıyıcısı olmuştur. Meşk zincirlerinin devamlılığı sayesinde de bu yargılar Türk müziği dünyasına iyice yerleşmiş, bu dünyanın yazılmamış fütüvvetnamesi, anayasası olmuştur. Meşk aslında bütün bir müzik geleneğinin ortak zemini haline gelmiş, kuşakları, bestecileri, icracıları ve icra üslûplarını bir arada tutan ortak bir aidiyet duygusu oluşturmuş, yani bu sanat alanının tümü için hem estetik hem toplumsal bir harç görevini yerine getirmiştir. Bu bakımdan da gereği gibi incelenmesi ve yerli yerine oturtulması Osmanlı’nın kültür tarihi açısından da büyük önem taşır."
Yusuf bin Nizameddin, Edvâr adlı eserinde "Ameli oldur kim bir kâmil üstadın hizmetine varasın şöyle kim kendi okumuştur ve bilmiştir ve işitmiş ve öğrenmiştir. Sana dahi talim ede ve göstere tâ sen dahi üstâd olasın" diyerek meşkin ehemmiyetini intikal boyutunda açıklar. Giovanni Batista Donado; Türk müzik literatürünü derinlemesine anlattığı eseri Della Letteratura De' Turchi'de "Müziği sadece sözlü gelenek olarak bilirler ve sonrakilerin hâfızalarına naklederler" diyerek meşkin ne kadar kuvvetli bir teknik olduğunu vurgular. Hafıza Türklerin musiki eğitimlerinde büyük bir yere sahiptir. Bunu Ignace Mouradgea d'Ohsson, yirmi iki yıllık çalışmasının karşılığı olan Tableau general de l’Empire Ottoman'da "Okudukları ve çaldıkları tüm müzik eserlerini hep hâfızalarına dayanarak bestelerler, ezberden icra ederler ve onları dostlarına veya diğer musıkişinaslara uzun tekrarlar ve alıştırmalar yaparak öğretirler" diyerek harikulade biçimde özetler.
Canan Canbulat ile yaptığı söyleşide, meşkin hiçbir zaman önemini kaybetmeyeceğini yaşayan efsanemiz Alâeddin Yavaşça şöyle özetlemiştir: "Şimdi konservatuarlar belli bir müfredatı olan, yeni düzen içindeki okullardır. Fakat böyle bir düzen meşki reddetmez. Dışarıdan misâl vereyim. Oistrakh'ın talebesi onun gibi keman çalar. Yani meşk büyün dünya için geçerlidir.". Nitekim büyük mevlevî musikişinaslarımızdan kudümzen Sadettin Heper; "Eskiden "fem-i muhsin" dediğimiz, iyi ağızdan öğrenme çabası vardı. Oturur, diz döğe döğe o eserleri meşkederdik." derken, Münir Nurettin Selçuk da ona katılırcasına "Musikimizi layıkıyla terennüm etmek için sâhib-i ehliyet bir ağızdan incelikleriyle meşk ve talim etmek lâzımdır." demiştir.
Cem Behar'ın kitabından okuyunca okuyucu görecektir ki -üzerindeki elbise parçalanıncaya kadar- dizlerini döve döve meşk eden, ritim tutan talebeler ileride birer efsane olacaktır. Yılmadan, sabırla ve en önemlisi de tutkuyla süregelen bu eğitim tekniğini öğrenmek bile kişinin ufkunu açıyor. Klâsik müziğimizin üslûb anlamında en önemli temsilcilerinden biri olan merhum Bekir Sıdkı Sezgin "Türk musikisi kitaptan öğrenilmez" der. Çünkü musikimiz usta-çırak ilişkisine dayanır. Yine üstad Alâeddin Yavaşça'ya dönecek olursak: "Musıki heyecanının, aşkının, hevesinin ve üstün duygularının ve nihayet makbul bir tavrın anahtarı ancak ustadan çırağa tevdi edilir. Başka yol musıki değil, vasıflı veya vasıfsız işçiliktir."
Yakın zaman önce kaybettiğimiz Müzeyyen Senar da 1938-39 yıllarında dönemin okulu sayılan Ankara Radyosu'nda aynı eğitimi görmüştür ve yarım asır sonra bu günlerini şöyle dile getirir: "Bu tip eğitimde çok kere her öğrencinin önüne nota kâğıdı konulduğu ve onun üzerinden çalışıldığı zannedilir. Halbuki öyle değildir. Yani bir şarkı öğreneceğimiz zaman nota hocamızın önünde dururdu. Şarkıyı önce o okur, sonra mısra mısra biz usûl vurarak öğrenmeye başlardık."
Kitaptan son alıntıyı, meşakkat çekmeden musıki öğrenmek isteyen tâliblere (öğrenci) karşı bir tepki örneğiyle yapmak isterim, Tophaneli Sabri Bey (1846-1914) hakkında nakledilmiş: Fener Patrikhanesi'nin bazı mugannilleri, Sabri Bey'den Zaharya'nın bir bestesini geçmek istemişler. Besteyi öğrenecek olan bu Ortodoks kilisenin mugannilerinin, ceplerinden kâğıt kalem çıkararak öğrenecekleri eseri notaya almaya hazırlandıkları gören Sabri Bey, derhal onlara eseri geçmekten vazgeçer ve şöyle der: "Diz döveceksiniz efendiler. Diz dövmedikçe bu iş olmaz, ben de size besteyi geçemem."
Görüldüğü üzere meşkin kökünde aşk yatıyor. Aşk olmadan meşk olmuyor. Dolayısıyla da meşk olmadan musiki de olmuyor, eksik kalıyor, gönlü kırık oluyor. Kırık gönül hafızayı da yıkıp geçiyor, unutuluyor. Müziğimizin kıymetini bilmemiz gerekiyor. Aşk ile meşk ola!
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler