Birinci Çoğul Şehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Birinci Çoğul Şehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2025 Cuma

Şehrin ruhuna zarif dokunuşlar kitabı

Şehir üzerine yazmanın zengin birikim, tükenmez bir ilgi ve münasebet, meselelere farklı açılardan bakabilme kabiliyeti gerektirdiği herkesin malumu. Tekin Şener, şehir kavramı üzerine kafa yoran, okuyup yazan hemen hemen herkesin yakından tanıdığı bir isim. Kendisini tanıyan veya takip edenlerin aşinalıklarında, matbuat dünyasındaki dergi, kitap, yayın içerikli kalem işleri ön plana çıksa da o, fotoğraf sergileri, söyleşiler, panel ve konferanslarla da renkli ve zengin bir çalışma yelpazesiyle şehre dair izler bırakmayı başarmış bir yazar.

Şener, Mülkiyeli bir kalem. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun. Sivas Defterdarlığındaki memuriyeti resmen devam ederken o fiilen şehir üzerine okuma, düşünme, yazma, sohbet etme, kitap hazırlama, sergi açma, panel konferans faaliyetleri gibi çok boyutlu ve derin bir kültürel atmosferin ziynetleriyle hem muhayyilemizi hem de gönül ve dimağlarımızı tezyin etmeye devam ediyor.

Şehir Kültürü Dergisi” mottosuyla 2004 yılında Sivas’ta yayımlanmaya başlayan Hayat Ağacı dergisinin ilk sayısından itibaren yayın kurulunda yer alan ve 7. sayıdan itibaren editörlüğünü üstlenen Şener hem muhteva ve görsel zenginlik hem de tasarım ve editörlük boyutlarıyla dergi işinde önemli başarılar kazandı. Hayat Ağacı dergisi, şehir dergisi fikrinin başka iller tarafından “hayata geçirilmesine” de öncülük etti. Kısa bir zamanda Karaman’da İmaret, Konya’da K+, Kayseri’de Şehir, Kahramanmaraş’ta Evvel Âhir, yine Sivas’ta Sultan Şehir gibi dergiler neşet ederek şehri merkeze alan “kenz-i mahfi” hüviyetinde ve faklı boyutlarda şifahi ve kitabi hazineleri meraklı, ilgili okurların beğenisine sundu.

Şener’in 2018’de politikadan kültüre çok geniş bir çerçevede ele aldığı meselelerin hayata, şehre ve insana yansımalarını farklı başlıklarda işlediği denemeleri Ötekiler Günü, Karakum Yayınları'ndan çıkarak okurla buluşmuştu. Bunu Hayat Ağacı dergisi çevresinde yapılan röportaj, deneme ve portrelerin yer aldığı ve 2019 yılında yayımlanan Tabirin Sığmaz Kaleme isimli eseri takip etti. (Bu kitap yayımlandığı dönemde hak ettiği değeri görmeyen; ama çok başarılı bir eser olarak hafızalarda yer edecek kıvamda.) 2023’te yayımlanan Kayıp Mevsim Düşleri, öncesi ve sonrasıyla pandemi dönemini yansıtıyor ve onun ağır atmosferi içerisinde kasvet ve ümidi yükleniyor. 100. Yıl Sivas Cumhuriyet Albümü'nü ve Divriği Albümü'nü de eklediğimizde yazı hem uzayıp hem de farklı katmanlar kazanacağından onlara temas etmeden sözü Şener’in şehir minvalinde felsefi derinlik arz eden metinlerini içeren son kitabına getireceğim.

Tekin Şener’in daha önce Hayat Ağacı, Söğüt ve Evvel Âhir başta olmak üzere farklı dergilerde yayımlanan; şehir üzerine derinliğe sahip, felsefi ve edebî bir kıvamda ve selis bir Türkçe ile kaleme aldığı deneme tarzındaki birbirinden güzel metinleri yine çarpıcı bir isimle iki kapak arasında birleşerek Birinci Çoğul Şehir ismiyle raflardaki yerini aldı.

Onun hayatının, düşüncesinin ve kaleminin merkezinde olan şehir, aslında hepimizin hayatını kuşatacak kadar çok boyutlu nitelikte. Bunu fark etmek için keşif mi yoksa rastlantı mı gerekiyor ya da bir aydınlanma mı? Şener, denemelerinde şu cevabı veriyor: “Hem çattığımız hem de bulduğumuz bir mesele olarak şehir, her meselenin ortasında duruyor. İnsan varlığının en önemli tezahür alanı olarak şehir, hayatımızda açılan pek çok üst başlığın alt başlığın kaynağı ve sahnesidir.

Kitapta yer alan yirmi beş deneme, “şehrin her meselenin ortasında yer alması”nı insan, mekân, zaman odaklarından bakıldığında görülen farklı boyutlarıyla sergilemeyi amaçlamış. Bunu her bir denemenin başlığında, satır aralarında ve metni okuyup bitirdiğimizde zihnimizde bıraktığı izlerde yeniden kavrıyoruz. Kendisi “Herhangi bir şehri değil ‘şehir’ kavramını entelektüel bir tartışma zeminine taşımalı, etrafında fikir üretmeliyiz. Esasen bu kitapta yapmaya çalıştığım da budur.” cümlesiyle özlü bir sebeb-i telif de yapmış.

Şehri, insanın sadece suretini değil siretini de yansıtan bir sihirli aynaya benzetenler de var, insan eliyle yapılan ve insanın tüm duygularından izler taşıyan bir heykel gibi olduğunu düşünenler de… Bunları çoğaltmak mümkün fakat her bir tanımın, teşbih veya teşhisin insan odaklı olacağı su götürmez bir gerçektir. Çünkü “İnsanın en geniş tecessüm sahası şehirdir. İnsanın dehası ve budalalığı, ölçülülüğü ve azgınlığı, sanatı ve vandallığı, zarafeti ve hoyratlığı olanca tesiriyle şehirde cisimleşir.” diyor bir metninde. Ve şehre farklı bir tanımla bakıyor bir metnin etrafında: “Benzerliklerin benzemezlikleri kuşattığı ama bastıramadığı insan yerleşimine şehir denir.” Şehri Mesele Yapmak dibacesiyle açılan kitap “Şehir Denir”, “O Belde”nin Bin Bir Yüzü”, “Çağlayan ve Durulan Zamanda İnsandan Şehre Kalan”, “Ümitlerin Ötesinde Bir Şehir” , “Şehirlerin İnsanlara Yaptıkları”, “Mekân Var Mekân İçinde”, “Duydunuz Şehrin Sesini”, “Şehrin Renklerine Dokunmak”, “Yer Altı Canavarlarını Dehlemek”, “Şehir Düştü” gibi başlıklarla okuru selamlayan denemeler birbirinden farklı yönleriyle şehir ve insan mefhumunu kuşatıcı bir anlayışla kavrama çabasını ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda felsefi arka planıyla da okura zihin egzersizi yaptırıyor. Şehrin varlık sebebi insan ile insanın varlık göstergesi şehrin iç içe geçmiş ve biraz da girift ilişkisini yazar nasıl da güzel izah ediyor: “Topografyanın sunduğu imkânlar ve imkânsızlıklar şehrin mekânda yayılmasını belirlerken geçmişin yükü, şimdinin enerjisi ve geleceğin çekimi onun zamandaki ilerleyişinin yolunu çizer.

Bu ilişkiye ontolojik bir noktadan baktığı bir metninde ise şu cümleler sayfalar dolusu izahı adeta sehl-i mümteni üslubuyla ifade edecektir: “Şehir benliğimizi ve şahsiyetimizi var etmez ama oluşumuna nezaret eder. Mütevazı destanımızın sahnesi, biricik hikâyemizin satır araları, şahsi meselelerimizin tanığı şehirlerimiz… Onların yerleşikliğinde ve akışında kendimizi bulur, kaybeder, tekrar buluruz.

Bir şehre gidememenin, bir şehri görememenin veya içinde şu veya bu şekilde bulunduğumuz şehrin ruhuna dokunamamanın, onunla rabıta kuramamanın sebeplerine varıncaya kadar pek çok noktaya temas ediliyor bu denemelerde. Bu kılavuz cümlelerden biri daha: “Restore ve modernize edilmiş tarihî binalarda, eski süsü verilen çarşılarda, terbiye edilmiş yerel mutfaklarda vakit doldurur, bize sunulanı yaşar gideriz. Bu bir tecrübe değil bir teğet geçmedir. Enerjisini duyduğumuz, hareketine kapıldığımız, sesini ezberlediğimiz, sükûnetinden ürktüğümüz bir şehirle sahiden tanışmış oluruz. Oradaki basmakalıp sahnelerin, seri yaşantının, koral hengâmenin örttüğü ama büsbütün gizleyemediği tekillikler, bize şahane ipuçları verir, şehrin zaman aşırı bünyesinde sürprizli koridorlar açar.

Fazla söze ne hacet? Birinci Çoğul Şehir'in birbirinden güzel metinlerini okuyup bitirdiğimizde ne oldu derseniz…“Söz sık sık insana geldi, zamana değdi, hafızayı yokladı, mekânda gezindi. Şehir dediğimiz kul yapısı nesne de zaten insandan, zamandan, hafızadan ve mekândan ibaret değil midir?

Şehre ve çağrışımlarına dair, şehir ile zaman-mekân-insana ait tüm kavramların çok boyutlu ve oldukça renkli olarak ele alındığı, dile geldiği ve gönüle yükseldiği metinleri siz de tadına vararak okumak isterseniz buyurunuz…

Erhan Paşazâde