"Hatırla mazi-i mesudu, sen de ben gibi yan
Tulûğa bak beni yâd et, guruba bak beni an."
- Münir Nûrettin Selçuk, Nihâvend
"Bizim bütün sıkıntımız, muhafaza etmemiz gereken tarihi ve milli değerlerimizi ziyan etmemizdir. Biz, bahâ biçilmez bir hazineye sahip olduğumuz halde onun içinde kapalı kalıp açlıktan ölen milyarderler gibiyiz.”
- Sâmiha Ayverdi, Milli kültür mes'eleleri
Benim gibi 1980 sonrası doğan kuşak, Sultanahmet'te gezintiye çıktığında mâziden kalan sayfaları arayıp bulmakta zorlanabilir. Elbette bunlar anılar, hatıralar ve hikâyeler değil. Niteliği bozulmamış, ilk günkü gibi kalmış yapılar. Burada ihtiyacı giderecek şey olsa olsa tarihtir. Tarihten istifade ederek belki Sultanahmet'i daha iyi kavrayabilir, anlayabilir ve dolayısıyla sahip çıkabiliriz. Elbette otomobiller, kaldırımlar ve birbiri ardına yükselen yapılar karşısında ne kadar sahip çıkabilirsek...
Biz "Sultanahmet Meydanı" deriz. Daha evvelinden "At Meydanı" demişizdir çünkü Bizans "Hipodrom" olarak tanımlamıştır burayı. Onların büyük sarayı, zafer takı, dini mabetleri ve diğer kültürel yapıları burayı doldurmuştur. Hipodrom'un planlaması öyle yapılmış ki, bazı kitaplarda burada başlayan caddelerin Roma'ya çıktığı belirtilmiştir. Gerek Bizans gerekse Türk hakimiyetinde İstanbul her zaman kutsal bir şehir oldu. Hipodrom da kutsal bir meydan. Bizans'ın araba yarışlarıyla başlayan hikâyesi İstiklâl Harbimizin görkemli işgal protestolarına ve mitinglerine kadar uzandı. Şimdilerde bakımlı bir parktan ve Ramazan "eğlencelerinin" sahne aldığı bir turistik mekandan gayrı niteliği kalmasa da, tarihin büyük bir tanıdığır At Meydanı. Örme Sütun, Burmalı Sütun ve Dikilitaş; meydanın gizemli tarihini teşkil eder. Dikilitaş'ın kaidesindeki kabartmalarda Hipodrom'daki araba yarışlarının tasvirini görmek mümkündür. Hipodrom'un tarihe olan şahitliğini anlatmak güç, lâkin Nika İsyanı'ndan bahsetmek gerek:
"11 Ocak 532 tarihinde, o gün koşulacak yarışlarla ilgili olarak İmparator İustinians'un açıkça Mavileri desteklediği açıklaması Yeşilleri harekete geçirir. Taraftarları yatıştırmak üzere imparator, "mandator" adındaki görevliyi Yeşillerin liderleriyle görüşmeye yollar. Theophanes'in yazdıklarından öğrendiğimize göre aralarında geçen dialog sırasında Yeşiller Calopodios adında bir kişi hakkında şike yaptığı iddiasıyla şikayette bulunurlar. Onu, ihanet etmiş Yuda soyundan gelen ve Tanrı'nın cezalandıracağı bir kişi olarak tanımlarlar. Sinirlenen mandator onlara "Yahudiler-Samaritenler" diye bağırır, Yeşiller de kendilerini Theodokos Meryem'in (Tanrıanası Meryem) koruduğunu söylerler. Konuşmaya Maviler de katılır. Mandator'un Mavileri kayırmasına daha da öfkelenen Yeşiller, "Mavilerden olmaktansa Yahudi olmayı tercih ederiz" derler. Bu konuşmalardan ve mandatorun tavrından hoşnut kalmayan Maviler de Yeşillere yandaş çıkarlar. Yarışlar iki gün ertelenir, fakat olaylar yatışmaz. 17 Ocak günü halkın "Nika", yani "zafer" diye bağırışları sırasında çıkan bir yangın Ayasofya da dahil olmak üzere kentin dörtte birini tahrip eder. 18 Ocak günü, halkı yatıştırmakta çaresiz kalan İmparator İustinians, kaçma planları yapmaktadır. Ancak Theodora onu hiddetle durdurur ve Prokopios'un kaleme aldığı şu konuşmayı yapar: "Belki kadınların erkekler önünde konuşması ve korkaklara cesaret vermesi doğru değildir. Ama tehlike anında herkes elinden geleni yapmalıdır. Bence bu durumda kaçmamız bize hiçbir şey kazandırmaz. Kaçarak kurtulsak bile bunun sonu yoktur. Hükümdar olan bir kimse sürgünde yaşayamaz. Ey İmparator! Kaçarak kurtulmak istiyorsan bunda bir güçlük yok. Hazinen var, gemilerin hazır bekliyor. Ama sarayından ayrıldığın zaman hayatını da yitirmiş olacaksın!". Bu konuşma İustinians'u yüreklendirmiş olmalıdır ki, komutanlarından Belisarios'u ayaklanmayı bastırmakla görevlendirir. Belisarios ve Narses askerleriyle hipodroma gidip tüm kapıları kapattırırlar ve hipodromu ateşe verirler. Kaynaklarda, bu yangında 30 bin kişinin öldüğü yazılmaktadır."
Kadınların zor anlarda nasıl sorumluluk aldığına yine At Meydanı'ndan bir örnek verebiliriz. 23 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'in işgalini protesto amacıyla yapılan Sultanahmet mitingi mesela. Kürsüde Halide Edip vardır. Bu mitingleri takip eden diğer mitinglerden sonra meydanın adı Sultanahmet olarak kalır. Ta ki 1994 seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı Refah Partisi kazanana kadar. O tarihten sonra Osmanlı kültür mirasını yeniden canlandırmak adına meydanın girişine ve bazı yerlerine "At Meydanı" yazan tabelalar asılır. Meydanda Ayasofya ve Sultanahmet Camii dışında en dikkat çeken yapılardan biri 1901'de İstanbul'a gelen Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm'in hediyesi olan Alman Çeşmesi. İlk yapıldığında burada bir kitabe varmış, şimdilerde duruyor mu bilmiyorum. Bu kitabede Ahmet Muhtar Paşa’nın beyitleri, sülüs yazıyla Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. Şöyle başlar: "Hazreti Wilhelmi Sani kamuranı nizigar / padişahı ali Osmani ziyaret kasdidüb / mahdemiyle eyledi İstanbulu pirayedar."
Seza Sinanlar'ın bu kısa çalışması (88 sayfa) At Meydanı'nı Bizans araba yarışlarından Osmanlı şenliklerine kadar izliyor. Bilindiği gibi Sultanahmet Meydanı'nında Osmanlı şehzadelerinin sünnetleri, düğünler ve Ramazan şenlikleri tarihimizde büyük yer tutar. Kitapçıkta şu konu başlıkları yer alıyor: Bir Roma şehri kurulurken, Hipodrom demek yarış demek, bir yargı ve infaz mekânı, meşruiyet Atmeydanı'nda kazanılır, seyyahların gözünden Atmeydanı, Konstantinopolis'ten Konstantiniyye'ye, Hipodrom'dan Atmeydanı'na, sarayın ve halkın eğlencesi, şenlik alanlarının gözdesi, ayaklanmalar, cezalandırmalar, meydan okumalar, şenlikler çayırlara sultanlar boğazlara taşınırken, bir dönem kapanıyor: şehre nazım plan, Atmeydanı'nda ilk kazı, ek: Atmeydanı'nda yapılan düğünler.
Kitabı bitirdikten sonra okuyucunun Sultanahmet Meydanı'nda daha fazla tefekkür hâlinde gezeceğini düşünüyorum. Belki de düşlüyorumdur. Bilmiyorum.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler