Atasoy Müftüoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atasoy Müftüoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Nisan 2017 Cuma
Romantik aptallıklara ihtiyaç duymamalıyız
"Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, O'ndan başka bunu giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır verecek olursa, bunu da O'ndan başka geri alacak yoktur. Şüphesiz O, her şeye kâdirdir."
- En'âm 6/17
"Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar."
- Âl-i İmrân 3/160
Biz insanlar çoğu zaman omzumuzda iki melek olduğunu unutuyoruz. Nisyan ile malûl isek de bu bizi helâk olma derecesine götürmemeli. Bütün yapıp ettiklerimiz mükemmel bir sistem tarafından anlık olarak kontrol ediliyor. Üstelik bu kontrollerin neticesinde çeşitli uyarıları yahut ödüller de istisnasız karşımıza geliyor. Ancak biz, Allah'a emanet olduğumuzu, bu emanet olma durumuna ne kadar sahip çıkabilirsek o kadar insan olabileceğimizi pek umursamıyoruz. Teslimiyetimiz tek bir makama olması gerekirken, kendimize teslim olacak bambaşka şeyler buluyoruz. Bu şeyler bir teknoloji ürünü, bir alışkanlık, hatta bir kimse bile olabiliyor. Tüm bu teslimiyet ve bağımlılık, düşünce dünyamızı son derece olumsuz etkiliyor. Bize biçilmiş sınırlar içinde düşündüğümüz için yeni ve özgün fikirler ortaya koyamadığımız gibi hâlihazırdaki durumları eleştiremiyor, kötülüğün karşısına iyiliği koyacak bir eleştiri yolculuğuna çıkamıyoruz.
Atasoy Müftüoğlu, günümüzün sömürgeye uğramış, prangalara vurulmuş, konformizme maruz kalmış, bilinçten uzak tutulmuş, manipülasyonla uyutulmuş ve nostaljiyle avutulmuş zihinlerini sorguluyor. Hece Yayınları tarafından Haziran 2013'te neşredilen Teslimiyetçilik Kader Değildir, kanaatime göre son yirmi yıldır yaşadığımız ve hâlâ yaşamakta olduğumuz zihin perişanlıklarını, sarhoşluklarını, fanatikliklerini, eleştiri masasına seriyor.
Toplam 14 makalenin yer aldığı kitap, 158 sayfa. "Ayrıntılara, Biçimlere, Yüzeylere Kapanmak" ile başlıyor, "Teslimiyetçilik, Bir Geleneğe Dönüştürülemez" ile bitiyor. Müftüoğlu; konformizmin bilincimizi tahrip edişi, bilinçsiz bir geleceğin olamayacağı, düşüncesizleştirilen toplumların bağımsız bir gelecek inşa edemeyecekleri, zihne vurulan darbeleri durdurmadıkça hiçbir şeyin 'iyi' olamayacağı, bir öyle bir böyle 'ikili' hayatlar oynadıkça bir yere varılamayacağını bunca yıllık tecrübesiyle, tane tane anlatıyor.
"Derin düşünmeyen, üretmeyen, sorumluluk almayan insan hiç yaşamamıştır. İnsan kendisi çoğaltarak, yeni başlangıçlar yaparak, üreterek, kendisine büyük sorular yönelterek gündelik sınırları aşabilir. Düşünme ve üretme yeteneğine sahip olmayan insan için her şeye boyun eğmekten başka bir yol yoktur. Dünyevî, maddî korkuların baskısı altında yaşamak, yaşamak değildir. Her türlü korkuyu aştığımızda ancak özgür olabiliriz. Kendisiyle ilgili tercihleri, kararları bir başkasına, taklit ettiği bir otoriteye bırakan insan, kendisine sahip olamadığı için böyle yapar. Kâr ve zarar kaygılarının belirleyici olduğu bir hayat, hayat değildir. Bireylere ya da toplumlara zorla dayatılan, zorla kabul ettirilen fikirler ahlâkî olamaz." [sf. 50]
Ülkemizde siyasetten kültüre kadar çok derin bir sahada nostaljik söylemler zirvede. Mehmet Âkif şiirleri, Yunus Emre sempozyumları, Necip Fazıl günleri, ebru ve hat kursları, şeb-i arus etkinlikleri(!) gibi nice faaliyet düzenlenmesine rağmen ortaya konan ciddi bir fikrin görülmediği, birçoğunun turistik ve romantik birer 'vakit geçirme' şenliğine dönüştüğü aşikâr. Üsküdar sahilinde balonlara büyük şairlerin dizelerini yazmakla maalesef fikrî bir seviye tutturulamıyor: "Müslümanlar modern tarihin, modern seküler sistemin kendilerini nasıl şeyleştirdiğinin maalesef farkında değildir. Şeyleştirilen zihinler hiçbir zaman büyük hakikatleri, büyük sorunları göremez, büyük fikirlere, düşüncelere ve ufuklara sahip olamazlar. Şeyleştirilen zihinler yalnızca talimat almaya elverişlidir. Şeyleştirilen zihinler, klişeler, sloganlar, kalıplar ve nefretle yalnızca yüzeyler üzerinde konuşabilir." [sf. 115]
Öte yandan belirli bir siyasî harekete destek çıkmak için dergi yayınlanıyor, metin çalışmaları yapılıyor ve tüm bunların kelama, sayfaya bir saygısızlık olduğu düşünülmüyor. Salt sistem kaygısıyla, iktidar hevesiyle, mevki-makam düşkünlüğüyle çok çirkin bir varoşluk, üslup tutturuluyor. Matah bir şeymiş gibi, gençlerden 'yoğun ilgi' bekleniyor. Yaşlılar eski iç sorunlarla, gençler yeni dış sorunlarla ilgilendiği için ortaya birbiriyle geçinemeyen, birbirini anlamayan bir 'kitle' çıkıyor. "Hamasi bir retorik hepimizi gerçek çabalardan alıkoyuyor. Hakikati temsil etmek yerine, tarafları temsil etmek gibi bir ahlaksızlık yayılıyor" diyen Atasoy Müftüoğlu itirazını şöyle sürdürüyor: "Bütün koşullara boyun eğen, hiçbir duruma itiraz etmeyen, sorgulamayan, hayır demeyen kişilerden özne olmaları beklenemez. Hayatımız üzerinde ahlâkî bir denetim yok artık, yalnızca finansal bir denetim var. Bugünün dünyasında enformasyon ve iletişim yoğunlukları yaşanırken, her tür düşünme faaliyeti yüzeyselleşiyor. Enformasyon ve iletişim yoğunlaştıkça bütün nitelikler birer birer kayboluyor; dostluklar, sahici ilişkiler kayboluyor, bütün bu ilişkilerin yerini online ilişkiler alıyor." [sf. 121]
Politik sahada her ne kadar birlik ve millet söylemi yoğun biçimde yer alsa da ortada yalnızca kalabalıklar, kitlelerin ve sadece çıkarını kollayan ekiplerin yer aldığını görmek oldukça kolay artık. Halkımızın bir zevk kültürü, bir anlayış seviyesi vardır. Her ne kadar süzmenin ve filtrelemenin güçleştiği bir çağda yaşıyor olsak da, üzerimize otomatik bir silah gibi aralıksız 'bilgi' sunan tv-radyo-dergi kanalları olsa da bazı şeyler ayan beyan görülüyor. Sadece bir kesimin alkışlarını ve takdirlerini almak için din diline yaslanıyor, bu dille yeni bir kültür üretilmeye çalışılıyor. Elbette sonuç hüsran oluyor ve bu pişmanlık unvan sahiplerince çok geç fark ediliyor: "Bir kültürün ve medeniyetin tarihe yeniden dönebilmesi için evrensel düşünce ve insanlık ufkunu kuşatabilen, öncü düşünürlerin, bilgelerin, filozofların, âlimlerin, müctehidlerin yetkin kadrolar hâlinde yetiştirilmeleri ve sorumluluk yüklenmeleri gerekir. Henüz bir tartışma terbiyesine bile sahip olmayan, lümpen İslâmcıların, lümpen devrimcilerin hiçbir kültürel inşaya katkıları olamaz." [sf. 122]
Tıpkı Müftüoğlu'nun belirttiği gibi gazetelerden televizyon programlarına, dergilerden özel oturumlara kadar hiçbir yerde tartışma yapılmıyor. Birbirini alkışlayan, birbirini öven, birbirini ödüllendirilen tuhaf, ironik ve görebilenlere hüzün veren bir seviye söz konusu. Bu seviyesiz seviye maalesef 'izleyiciler' tarafından görülemiyor, bakılıp geçiliyor. Kendileri çalanlar kendileri oynuyor. "Âlemle gelen düğün, bayram" vizyonu(?), "Bal tutan parmağını yalar" misyonu(!) topluluklar arasında gezinip duruyor. Tüm bunlar olurken eleştirinin vakti bereketsizleştirdiğini, muhalif olmakla vakit kaybetmenin gereksiz olduğunu beyan eden 'taraflar' işi iyice içinden çıkılmaz bir hâle getiriyor. Sebebini Müftüoğlu'ndan okuyalım:
"Müslümanlar ilkesel temelde düşünmek, yapmak, tercihte bulunmak, sorgulamalar yapmak, hayır demek gibi yeteneklerden yoksun bırakıldıkları için yalnızca cemaat, parti, hizip liderini taklit ve takip ettikleri için bir muhalefet ve sorgulama bilinci oluşturulamıyor. Maruz kaldıkları zihinsel karmaşa nedeniyle bir bunalım durumunu yansıtan cemaat, parti, hizip liderleri, ulema hareketleri yanlış tercihleri, yanlış algıları sebebiyle hesaba çekilemiyor. Sözünü ettiğimiz tablo sebebiyle bugün bağımsız bir kültürel varoluştan söz edemiyoruz. Müslümanlar bir yanda her şeyi yasaklayan katı gelenekçi yaklaşımlarla diğer tarafta her şeyi mubah, meşru sayan liberal hoşgörüşü yaklaşımı arasında gidip geliyor." [sf. 146]
Sabahtan akşama kadar ihlastan, ilimden, irfandan bahseden taraf; İslâm, iman, ihsan sıralamasını unutuyor. İstikameti (sırat-ı müstakim) tek olması gereken Müslümanlar kendilerine yeni kurumsallıklar, yeni örgütleşmeler icat ediyor. İnsan hakları, demokrasi, özgürlük, gelenek, görenek gibi kavramlar altında 'mitolojik' kurgular oluşturulurken her fırsatta yeni 'mübarek' karakterler pıtrak gibi etrafa saçılıyor. Son teknoloji kamerayla çektirdiği videosunu youtube'a yükleyip, sosyal medyadan "medrese eğitimi geri gelmeli" sözüyle paylaşan tuhaf karakterler başımıza âlim kesiliyor. Kültürümüze ve medeniyetimize adını silinmezcesine kazımış sanatkârların sanatları lekelenmeye çalışılıyor, emeklerinin helalliği haramlığı tartışılıyor. Atasoy Müftüoğlu, Teslimiyetçilik Kader Değildir kitabının son makalesinde gümbür gümbür konuşuyor okuyucuyla. "Son bir ikaz" gibi değil, ilk heyecanıyla, her zamanki gibi. "Romantik aptallıklara ihtiyaç duymamalıyız" diyerek zihinleri uyandırmaya çalışıyor. Bundan hiç vazgeçmiyor.
Bitirirken de nasıl başlanması gerektiğini söylüyor: "Başkaları tarafından biçimlendirilmek bir kader olamaz. Bağımsız bir varoluş mücadelesi, ancak zihinsel bir devrimle başlatılabilir."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
17 Şubat 2017 Cuma
Yaralarımıza cesurca neşter vuran satırlar
Müslümanların, İslami varoluş ilkeleri temelinde bir hayatın içinde olmadıkları, olamadıkları bir vakıa. Varolmak yalnızca biyolojik bir varoluş olarak değerlendirilemez, maddi varlığa indirgenemez. Bugün dünya üzerinde milyarlarca müslümanın varlığı söz konusu ama bu sadece sayısal bir durumu gösteriyor. Bu varlığın söz konusu olmasına rağmen kültür, medeniyet, yaşayış bağlamında baskın bir İslami paradigmadan söz etmek imkânsız. Nicelik, niteliğin maalesef üstünü örtmüş durumda. Müslümanlar bir yığın haline dönmüş, şehirlerimiz virane…
İslam’ın dirilten, direnen, insanı her dem uyanık tutan, insana âdem olma sorumluluğu yükleyen çağrısı akis bulmuyor dünyamızda. Hakikatin yittiği, gerçeğin boz bulanık bir Batı postmodernliğinde başını taştan taşa vurduğu bir dönemdeyiz. Bütün muhalif seslerin birbirine benzediği, hiçbir şeyin diğer bir şeyden seçilemediği, insanoğlunun neoliberal, kapitalist bir faşizmle sarmalandığı, bütün büyük anlam dünyalarının yağmalandığı, yerel oluşumların yok edildiği bir dönem… Muhammedî ruhun geri çekildiği, çıkarın, menfaatin, adam kayırmacılığın tavan yaptığı, gemisini yürüten herkesin kaptan olduğu bir allak bullak anlayış. Bireyi öne çıkarttığı iddiasıyla bencil, oportünist, nihilist, narsist bir insan hakları söylemi. Bir tahakküm aracı haline getirilen demokrasi…. Kolonyalist bir mantıkla susturulan, dilsizliğe, kimliksizliğe, tarihsizliğe mahkûm edilen Batı dışı toplumlar… Evet, böylesine talihsiz zamanlarda yaşıyoruz. Teslimiyetçi, muhafazakâr, konformist, mezhepçi, sağcı bir dilin egemenliğinde…
Atasoy Müftüoğlu, tam da bu vasatta Varoluşsal Kaygılar adını verdiği kitabında yeni bir sesin, yeni bir soluğun kaçınılmazlığını vurguluyor. Müslümanların yeniden İslam'a dönmesinin gerekliliğini… İslam adına üretilen hurafelerden, cemaat taassuplarından, nostaljik gelenekselcilikten, emperyal sistemin çıkarlarının bir parçası olan siyasi ve ekonomik yapılanmalardan, bencil anlayışlardan, pısırıklıktan, mitolojik hikâyelere tapınmaktan vazgeçmemizin hayati önemini hatırlatıyor. Kitabın her satırı yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Serkeşleşen, berduşlaşan, uyuyan bilincimizi sarsıyor. Yeniden kendimize gelmemiz için bizleri uyarıyor. Artık her şeyin bittiğine, iktidarı ele geçirdiğimize, güçlendiğimize inanmaya başladığımız bir dönemde bizlere acı gerçekleri hatırlatıyor bir kez daha. Dönen dolapların aslının astarının ne olduğu cesurca gündeme getiriliyor. Batı düşüncesi karşısında yenilgisini ilan eden ve batının sapkın anlayışlarına biat eden kültürel ve entelektüel dünyamıza ve çarpıklıklarına dikkat çekiliyor.
Müslümanların çağımıza egemen olan sanal var oluşlardan sıyrılıp gerçek var oluşa dönmesi ve insanlığı da bu var oluşa davet etmesi elzem. Herkes 'online' var oluşlar peşinde. Kendinden ve hayattan kaçma… Gerçekle yüzleşmek, hakikate bağlanmak zor geliyor günümüzün tüketici insanlığına. Sorumluluk, inanmışlık ve adanmışlık da… Atasoy Müftüoğlu, zamanın akışının aksine hakikat, sorumluluk, adanmışlık diyor. İslam’ın evrensel ilkelerinden söz açıyor. İnanmaktan… Bir bilinç devriminden… Yüzyıllardır daldığımız uykudan uyanmak… Velhasıl Bir Müslüman varoluşu gerçekleştirmemiz gerektiğini söylüyor. Müslümanların, seküler insanlar gibi mal mülk peşinde koşmamaları, maddi ihtirasları ilkelerin önüne koymamaları, cemaatlerini putlaştırmamalarını, fikri derinliklerini yitirmemelerini salık veriyor.
Modern insana özgü olan konformizmin kollarında hiçbir risk almadan yaşamak, kendini var olanın koynuna atarak rahatına bakmak, her şeye katılıyormuş gibi yapmak ama hiçbir şeyin içinde olmamak gibi ahlaki durumlar Müslümanları da etkisi altına almış görünüyor. Herkes kulluğunu sırça köşklerde yaşamak peşinde. Rahat koltuklar, ağız sulandıran makamlar, alengirli ticari ilişkiler, İslam'la alakası olmayan saçma menkıbeler, teknolojiye bağlanmalar… Bütün bu söylediklerimiz İslam'dan ve onun öğretilerinden daha çok ilgimizi çekiyor. Bizim anlam dünyamız da artık sayılardan ve çokluğun egemenliğinden ibaret. Ruhsuz, bilinçsiz kalabalıklar övünç kaynağımız haline gelmiş bulunuyor. Müftüoğlu’nun dediği gibi aslında hiçbir yere gitmeyen yollarda yürüyoruz. Tükeniyoruz…
Varoluşsal Kaygılar, maharetli bir cerrah gibi dini ve toplumsal yaralarımıza cesurca neşter vuran satırlardan müteşekkil. Müslüman toplumun yaralarından cerahat fışkırıyor. Ruhsuz, modern putperestliğe söyleyecek lafı olmayan, bencil, ilkel, derinlikten yoksun, şeyhini, hocasını kutsallaştıran, hezeyanlarını din belleyen, gösteriş ve imaj çağının gönüllü kulu olan bir toplum. Varoluşsal kaygılarımızın yerini ne yazık ki cebimizi ve midemizi doldurma kaygısı almış. Artık büyük düşünmek değil, önemli olan günü kurtarmak… Çıkar ve menfaat ilişkileri içinde maçı kazanmak… Önemli olan oyunu oynamak değil kazanmak. Her ne pahasına olursa olsun kazanmak. Şerefli bir yenilgiyi alçakça bir kazanmaya tercih etmek. Atasoy Bey, bir Müslüman vicdan olarak böylesi ortamlara ve anlayışlara karşı duruyor. Yalnız bırakılmayı, dışlanmayı göze alarak…
Müftüoğlu meseleleri değerlendirirken mistik hayalleri, nevrotik bekleyişleri, duygusal sağanakları bir kenara bırakıyor. Gerçeği gizleyen bu tür ruh durumlarıyla işi yok. İşte bu yüzden söyledikleri bazen çok sert gelebilir. Karamsarlıkla eleştirilebilir. Hele ki eleştiri kültüründen çok uzak olan dini cemaat ve anlayışlarla çepeçevre sarmalandığımız günümüzde. O, kendine tevhidi referans noktası olarak alıyor. Müslümanlar olarak hepimizde bir alışkanlık haline gelen naif iyimserliğin boğucu hayal kırıklıklarına yol açtığını da söylemeden geçmiyor. Kitapta kişilerin, kurumların eleştirilmesinden ziyade bir mantalitenin, bir paradigmanın, daha doğrusu son zamanlara egemen olan ve modern zamanlara karşı söyleyecek bir şeyleri olmayan hatta modern zamanlara eklemlenen dini düşüncenin eleştirisi… Bu düşünüş içinde yer alan ve değişmek için hiçbir gayret göstermeyen, modern sapmalara karşı insanlığı uyarmayan cemaatlerin, tarikatların, yapıların eleştirisi… Kültürel yabancılığa karşı sesini çıkarmayan, derinliğini kaybeden, nitelikten ziyade niceliğe yaslanan, ahlakiliği göz ardı eden, bir ilim irfan ocağı olmanın dışında ticari işletme, holding gibi çalışan cemaat ve yapıların eleştirisi… Nitekim burada söz edilen yapıların gayriahlaki uygulamalarına bizzat şahit olmaktayız.
Varoluşsal Kaygılar, klişe ve sığ bilgilerden, çatışmacı ve oportünist siyasal gündemlerden uzak durmamızı tavsiye ediyor. Kitle iletişimin kafalarımıza doldurduğu malumatlardan, gündelik dedikodulardan sıyrılarak gerçek gündemimize, varoluşsal kaygılarımıza dönmeyi…
Atasoy Müftüoğlu’nun mevcut çalışmasını okurken küresel dünyada Müslümanlar olarak yeni varoluşsal ufuklara ihtiyacımız olduğunu bir kez daha idrak ediyoruz. Yeni derken yeni dünya düzeniyle bir bağlantısı olmayan ufuklar. Yeni dünya düzeninde, yeni medya düzeninde egemenlik kâr ve çıkar mücadelesinin kullanımında. Biz insani, ahlaki, toplumsal bir sorumluluktan ve düzenden bahsediyoruz. Her türlü ideolojik, seküler, neoliberal, kapitalist vahşetin ötesinde… Müslümanlar olarak medeniyetimizin değerlerini, anlamlarını, bilgeliklerini, hikmeti, insanlığı, merhameti, erdemi, adaleti yeniden güncelleştirmemiz şart. Bugünün neoliberal, bireyci, emperyalist, ırkçı, ahlaksız, faşist, pornografik, sapkın anlayışına karşı insanlık diyoruz.
Günümüzde güçlülerin, müstekbirlerin, sömürgecilerin, medya tiranlarının, sermaye sahiplerinin sesi yükseliyor. Müslümanlar olarak hepimiz dinliyoruz, susuyoruz. Coğrafyamıza yapılan saldırıları, tecavüzleri, yıkımları sadece izliyoruz. Mezhep, meşrep kavgaları… Cemaat tokuşturma… Senin şeyhin benim şeyhimi döver havaları… Bürokrasi köşelerinde koltuk kapma kavgası… Evet, bizim uğraşılarımız, meşguliyetlerimiz de bunlar. Müftüoğlu’nun vurguladığı gibi bu tip basitliklerden kurtulup kendimizi ümmet çapında yeniden inşa etmeliyiz. Hayatımızı söylemsel anlamda karşı olduğumuz kapitalizm, fanatizm gibi ideolojilere kurban etmeden İslami ilkeler etrafında kurmalıyız. Atasoy Müftüoğlu’na kulak vermeliyiz!...
Muaz Ergü
twitter.com/muazergu
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.
İslam’ın dirilten, direnen, insanı her dem uyanık tutan, insana âdem olma sorumluluğu yükleyen çağrısı akis bulmuyor dünyamızda. Hakikatin yittiği, gerçeğin boz bulanık bir Batı postmodernliğinde başını taştan taşa vurduğu bir dönemdeyiz. Bütün muhalif seslerin birbirine benzediği, hiçbir şeyin diğer bir şeyden seçilemediği, insanoğlunun neoliberal, kapitalist bir faşizmle sarmalandığı, bütün büyük anlam dünyalarının yağmalandığı, yerel oluşumların yok edildiği bir dönem… Muhammedî ruhun geri çekildiği, çıkarın, menfaatin, adam kayırmacılığın tavan yaptığı, gemisini yürüten herkesin kaptan olduğu bir allak bullak anlayış. Bireyi öne çıkarttığı iddiasıyla bencil, oportünist, nihilist, narsist bir insan hakları söylemi. Bir tahakküm aracı haline getirilen demokrasi…. Kolonyalist bir mantıkla susturulan, dilsizliğe, kimliksizliğe, tarihsizliğe mahkûm edilen Batı dışı toplumlar… Evet, böylesine talihsiz zamanlarda yaşıyoruz. Teslimiyetçi, muhafazakâr, konformist, mezhepçi, sağcı bir dilin egemenliğinde…
Atasoy Müftüoğlu, tam da bu vasatta Varoluşsal Kaygılar adını verdiği kitabında yeni bir sesin, yeni bir soluğun kaçınılmazlığını vurguluyor. Müslümanların yeniden İslam'a dönmesinin gerekliliğini… İslam adına üretilen hurafelerden, cemaat taassuplarından, nostaljik gelenekselcilikten, emperyal sistemin çıkarlarının bir parçası olan siyasi ve ekonomik yapılanmalardan, bencil anlayışlardan, pısırıklıktan, mitolojik hikâyelere tapınmaktan vazgeçmemizin hayati önemini hatırlatıyor. Kitabın her satırı yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Serkeşleşen, berduşlaşan, uyuyan bilincimizi sarsıyor. Yeniden kendimize gelmemiz için bizleri uyarıyor. Artık her şeyin bittiğine, iktidarı ele geçirdiğimize, güçlendiğimize inanmaya başladığımız bir dönemde bizlere acı gerçekleri hatırlatıyor bir kez daha. Dönen dolapların aslının astarının ne olduğu cesurca gündeme getiriliyor. Batı düşüncesi karşısında yenilgisini ilan eden ve batının sapkın anlayışlarına biat eden kültürel ve entelektüel dünyamıza ve çarpıklıklarına dikkat çekiliyor.
Müslümanların çağımıza egemen olan sanal var oluşlardan sıyrılıp gerçek var oluşa dönmesi ve insanlığı da bu var oluşa davet etmesi elzem. Herkes 'online' var oluşlar peşinde. Kendinden ve hayattan kaçma… Gerçekle yüzleşmek, hakikate bağlanmak zor geliyor günümüzün tüketici insanlığına. Sorumluluk, inanmışlık ve adanmışlık da… Atasoy Müftüoğlu, zamanın akışının aksine hakikat, sorumluluk, adanmışlık diyor. İslam’ın evrensel ilkelerinden söz açıyor. İnanmaktan… Bir bilinç devriminden… Yüzyıllardır daldığımız uykudan uyanmak… Velhasıl Bir Müslüman varoluşu gerçekleştirmemiz gerektiğini söylüyor. Müslümanların, seküler insanlar gibi mal mülk peşinde koşmamaları, maddi ihtirasları ilkelerin önüne koymamaları, cemaatlerini putlaştırmamalarını, fikri derinliklerini yitirmemelerini salık veriyor.
Modern insana özgü olan konformizmin kollarında hiçbir risk almadan yaşamak, kendini var olanın koynuna atarak rahatına bakmak, her şeye katılıyormuş gibi yapmak ama hiçbir şeyin içinde olmamak gibi ahlaki durumlar Müslümanları da etkisi altına almış görünüyor. Herkes kulluğunu sırça köşklerde yaşamak peşinde. Rahat koltuklar, ağız sulandıran makamlar, alengirli ticari ilişkiler, İslam'la alakası olmayan saçma menkıbeler, teknolojiye bağlanmalar… Bütün bu söylediklerimiz İslam'dan ve onun öğretilerinden daha çok ilgimizi çekiyor. Bizim anlam dünyamız da artık sayılardan ve çokluğun egemenliğinden ibaret. Ruhsuz, bilinçsiz kalabalıklar övünç kaynağımız haline gelmiş bulunuyor. Müftüoğlu’nun dediği gibi aslında hiçbir yere gitmeyen yollarda yürüyoruz. Tükeniyoruz…
Varoluşsal Kaygılar, maharetli bir cerrah gibi dini ve toplumsal yaralarımıza cesurca neşter vuran satırlardan müteşekkil. Müslüman toplumun yaralarından cerahat fışkırıyor. Ruhsuz, modern putperestliğe söyleyecek lafı olmayan, bencil, ilkel, derinlikten yoksun, şeyhini, hocasını kutsallaştıran, hezeyanlarını din belleyen, gösteriş ve imaj çağının gönüllü kulu olan bir toplum. Varoluşsal kaygılarımızın yerini ne yazık ki cebimizi ve midemizi doldurma kaygısı almış. Artık büyük düşünmek değil, önemli olan günü kurtarmak… Çıkar ve menfaat ilişkileri içinde maçı kazanmak… Önemli olan oyunu oynamak değil kazanmak. Her ne pahasına olursa olsun kazanmak. Şerefli bir yenilgiyi alçakça bir kazanmaya tercih etmek. Atasoy Bey, bir Müslüman vicdan olarak böylesi ortamlara ve anlayışlara karşı duruyor. Yalnız bırakılmayı, dışlanmayı göze alarak…
Müftüoğlu meseleleri değerlendirirken mistik hayalleri, nevrotik bekleyişleri, duygusal sağanakları bir kenara bırakıyor. Gerçeği gizleyen bu tür ruh durumlarıyla işi yok. İşte bu yüzden söyledikleri bazen çok sert gelebilir. Karamsarlıkla eleştirilebilir. Hele ki eleştiri kültüründen çok uzak olan dini cemaat ve anlayışlarla çepeçevre sarmalandığımız günümüzde. O, kendine tevhidi referans noktası olarak alıyor. Müslümanlar olarak hepimizde bir alışkanlık haline gelen naif iyimserliğin boğucu hayal kırıklıklarına yol açtığını da söylemeden geçmiyor. Kitapta kişilerin, kurumların eleştirilmesinden ziyade bir mantalitenin, bir paradigmanın, daha doğrusu son zamanlara egemen olan ve modern zamanlara karşı söyleyecek bir şeyleri olmayan hatta modern zamanlara eklemlenen dini düşüncenin eleştirisi… Bu düşünüş içinde yer alan ve değişmek için hiçbir gayret göstermeyen, modern sapmalara karşı insanlığı uyarmayan cemaatlerin, tarikatların, yapıların eleştirisi… Kültürel yabancılığa karşı sesini çıkarmayan, derinliğini kaybeden, nitelikten ziyade niceliğe yaslanan, ahlakiliği göz ardı eden, bir ilim irfan ocağı olmanın dışında ticari işletme, holding gibi çalışan cemaat ve yapıların eleştirisi… Nitekim burada söz edilen yapıların gayriahlaki uygulamalarına bizzat şahit olmaktayız.
Varoluşsal Kaygılar, klişe ve sığ bilgilerden, çatışmacı ve oportünist siyasal gündemlerden uzak durmamızı tavsiye ediyor. Kitle iletişimin kafalarımıza doldurduğu malumatlardan, gündelik dedikodulardan sıyrılarak gerçek gündemimize, varoluşsal kaygılarımıza dönmeyi…
Atasoy Müftüoğlu’nun mevcut çalışmasını okurken küresel dünyada Müslümanlar olarak yeni varoluşsal ufuklara ihtiyacımız olduğunu bir kez daha idrak ediyoruz. Yeni derken yeni dünya düzeniyle bir bağlantısı olmayan ufuklar. Yeni dünya düzeninde, yeni medya düzeninde egemenlik kâr ve çıkar mücadelesinin kullanımında. Biz insani, ahlaki, toplumsal bir sorumluluktan ve düzenden bahsediyoruz. Her türlü ideolojik, seküler, neoliberal, kapitalist vahşetin ötesinde… Müslümanlar olarak medeniyetimizin değerlerini, anlamlarını, bilgeliklerini, hikmeti, insanlığı, merhameti, erdemi, adaleti yeniden güncelleştirmemiz şart. Bugünün neoliberal, bireyci, emperyalist, ırkçı, ahlaksız, faşist, pornografik, sapkın anlayışına karşı insanlık diyoruz.
Günümüzde güçlülerin, müstekbirlerin, sömürgecilerin, medya tiranlarının, sermaye sahiplerinin sesi yükseliyor. Müslümanlar olarak hepimiz dinliyoruz, susuyoruz. Coğrafyamıza yapılan saldırıları, tecavüzleri, yıkımları sadece izliyoruz. Mezhep, meşrep kavgaları… Cemaat tokuşturma… Senin şeyhin benim şeyhimi döver havaları… Bürokrasi köşelerinde koltuk kapma kavgası… Evet, bizim uğraşılarımız, meşguliyetlerimiz de bunlar. Müftüoğlu’nun vurguladığı gibi bu tip basitliklerden kurtulup kendimizi ümmet çapında yeniden inşa etmeliyiz. Hayatımızı söylemsel anlamda karşı olduğumuz kapitalizm, fanatizm gibi ideolojilere kurban etmeden İslami ilkeler etrafında kurmalıyız. Atasoy Müftüoğlu’na kulak vermeliyiz!...
Muaz Ergü
twitter.com/muazergu
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.
27 Ocak 2017 Cuma
Geçmiş fantezisinden gerçek tarihe uyanmak
Bir yanda yoksullar diğer yanda zenginler. Bir yanda ezilenler diğer yanda yükselenler. Bir yanda kaybedenler diğer yanda kazananlar. Bir yanda güzeller, diğer yanda çirkinler. İyiler ve kötüler. İşte küreselleşme denen sözde bütünleştirici anlayışın ortaya çıkardığı iki sınıf. Ortası yok. Bir de bunun algı tarafı var. Olaylara tek bir pencereden, süzgeç kullanmadan baktıran bir algı. Tahayyüle, tasavvura, tedbire yer yok. Her şey hemen olup bitiyor, bakılıp geçiliyor ve unutuluyor. Küresel çağda hafızaya, hatırlamaya yer yok. Küresel zihniyet anlamı, varoluşu, manayı reddediyor. İnsan kayboluyor.
Batı zihniyetinin dayattığı hakim kurgu bu yönde. Peki doğuda, hadi biraz daraltalım "muhafazakâr" olarak tanımlanan coğrafyada durum ne? Durum içler acısı. Daraltılmış bilinçler birbirini katlediyor. Sömürgeci, seküler ve sinsi planlar doğu coğrafyasını hem tehdit hem de taciz ediyor. Yeryüzü korkunç bir batı baskısı altında kıvranıyor. Vicdan, ahlak, merhamet, şefkat ve sevgi gibi kavramlar insan kalbinden uzaklaşıyor. Sağduyu, hoşgörü yanlış tanımlanıyor. Tevhid mazideki bir yapıymış gibi tanımlanıyor. Öte yandan tek bir ideali benimseyerek; soran, sorgulayan, şüphe eden yani akleden kalpler heba oluyor.
"Hepimizi kuşatan ve tehdit eden gelişmeleri büyük bir duyarsızlık içerisinde takip ediyoruz. Miâdını çoktan doldurmuş kimi tartışmaları sürdürüyoruz. Sorgulayıcı bir zihne sahip olmadığımız, sorgulama yetisi kazanamadığımız için yüzeyin ötesine geçemiyor, olayları ve gelişmeleri parça parça ele alıyoruz. Bütün gelişmelerden alelacele sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Hepimizi olumsuz yönde etkileyen geleneksel romantizmlerimiz hepimizi çok ciddi algılama yanlışlarına, hatalarına sevkediyor, çok abartılı ve tehlikeli beklentiler içerisine giriyoruz." [sf. 32]
"Başkalarının iradeleri tarafından kısıtlanmak, biçimlendirilmek, yönetilmek, itaatkârlığa ve teslimiyetçiliğe zorlanmak, konumlarını başkalarının kararları doğrultusunda tayin etmek İslamî cemaatleri, tasavvufî cemaatleri rahatsız etmiyor." [sf. 37]
Kişiler ululanırken adeta putlaştırılıyor. Cemaatler örgütleşiyor. Kaderci bir yaşama şekli yerleştiriliyor. Şehirler kentlere, evler konutlara dönüşüyor. Kalpler aydınlık birer sığınak olmaktan çıkıyor, daha çok mağara gibi karanlık, umutsuz bir yer hâlini alıyor. Devreye bu aldatıcı, şaibeli ve kapkara yaşamı yeniden yorumlamak kalıyor. Atasoy Müftüoğlu böyle bir isim: sorgulayan, eleştiren, yorumlayan, fikir üreten. Kimileri için bu karamsar, kötü, umutsuz bir tutum. Oysa itaat ve biat arasında gidip gelen mümin duruşunun şu sıralar en çok ihtiyaç duyacağı şey belki de bu: varoluşunu gözden geçirmek, belki de yeniden anlamlandırmak.
Küresel Çağda Kaybolmak, yarı yarıya eleştiren yarı yarıya çözüm üretmeye gayret eden makalelerden oluşuyor. Müftüoğlu üslubundan, düşünce yapısından, mütalaa anlayışından asla taviz vermiyor. Gerektiğinde keskin yazıyor, yüksek sesle konuşuyor. Özellikle inananları 'her ne olursa olsun' susmaya, sükunete, sakinliğe davet eden ve dolayısıyla pasifleştiren, silikleştiren ve uzun vadede yok eden zihniyete kendince savaş açıyor. "Hoşgörü" kavramını yeni baştan düşündürüyor. Onun tasavvufî oluşumlara(?) yönelik eleştirileri zaman zaman yanlış anlaşılıyor, daha doğrusu anlaşılmak istenmiyor. Çünkü o kesimin işine gelmiyor eleştiriler.
"Cihat ve içtihad, direniş ve muhalefet ruhunu öldüren, Ümmettin ve direniş mücadelelerinin yanında değil, müstekbirlerin yanında yer alan cemaat hareketlerinin, tevhidî bilince dayalı sorgulamalara tabi tutulmaları gerekirken, kutsallaştırılmaları anlaşılabilir bir durum değildir. Günümüzde hoşgörü temelinde sürdürdükleri İslâmi hizmetleri yüzyıllarca önce yaşamış kimi âlimlerin, âriflerin tasarrufları doğrultusunda yaptıklarına inananlar "insanlar için kendi çalıştıklarından başkası yoktur" ilahî hakikatini unutuyor." [sf. 63]
"Hayatımızı maskelerle sürdüremeyiz. Kendimiz olamadığımızda, kendimiz olmaktan çıkarıldığımızda, kendimiz için de bir yabancı hâline geleceğimizi unutmamalıyız. Sahte meşruiyet biçimlerine ihtiyaç duymamalıyız. Evde Müslüman, sokakta laik konumuna düşmemeliyiz. Koşullara göre değişen tak-çıkar kimliği, insanı kişiliksizliğe mahkum eder. Beğenilerimizin, tercihlerimizin reklam ve propaganda araçları yoluyla şekillenmesine izin vermemeliyiz. Popülizme dayalı ödünler vererek sayılar çoğaltılabilir, ancak nitelikleri çoğaltmak için özgün ve özgür bilinç yapılarına ihtiyaç vardır." [sf. 65]
Günümüzde insan, birey olarak var edilmeye çalışılıyor. Oysa insan, birey değildir, biriciktir. Kendi şahsının, ruhunun, kalbinin tekliğini bilmeli ve bu doğrultuda düşünmeli, tasavvur etmeli ve yaşamalıdır. Bu kişisel birlik, genel bir birliğe, tevhide ulaşma yolunda hakiki bir gayrettir. Kendini belirli kurumların, kuruluşların, şirketlerin, cephelerin, safların, sınıfların içine gömüp o yapıların varlığıyla var etmeye çalışanlar, bataklıkta yüzmeye çalıştıklarının farkında değillerdir. Atasoy Müftüoğlu buna dikkat çekiyor: "Ahlâkî ilkeleri, temelleri, sorumlulukları ihmal ederek, cemaat çıkarına tapınan unsurlar, ahlâki alanın dışında ne tür başarılar kazanırlarsa kazansınlar, bunların herhangi bir değeri olamaz. Kendilerini yalnızca bir mezhebin, cemaatin, hizbin ufkuna kapatanlar, özgür ve eleştirel düşünmeyi başaramazlar, kendi kendilerini hapsederler ve soluksuz kalırlar." [sf. 93]
Bu kitabı okuyan bir zihin, 'yolundan gidiyorum' dediği tüm fikirlerin, kişilerin ve ideallerin üzerinden yeniden düşünme yüksekliğine varmalı. Bunu yaparken Müslüman duruşundan asla taviz vermeyip yegane önderin Resul-i Ekrem (s.a.v) olduğunu unutmamalı. Aşırı duygusallık bizleri romantizme, o da lüzumsuz bir efkâra götürüyor. Bununla soluksuzca savaşılmalı. Biz hayallere değil, düşüncelere tutkun olmalıyız. Düşünmeliyiz, daima düşünmeli.
"Romantik bir tarih yaklaşımı, tarihin ve tarihsel kişiliklerin kutsallaştırılması sonucunu doğuruyor. Bu konuda eleştirel bir bilinçle hareket edilmelidir. Tarihe, geleneğe bağlılık ve saygı, tarihsel sapmaları sahiplenmek anlamına gelmemeli. Herhangi bir tarihsel kişiliğe, düşünür, âlim ya da ârif'e saygı duymakla dünyayı bu kişiliklerden ibaret bilmek aynı şey değildir." [sf. 128]
"Her şeyi bilen cemaat lideri anlayışı gerçekten çok büyük bir sapkınlık biçimidir. Putlaştırıcı hiçbir yaklaşım ve eğilime kesinlikle müsamaha edilemez. Varoluşumuzu erdemli, onurlu, bağımsız tanıklıklarla anlamlı kılabiliriz. Bilincin çöküşünü durdurabilmeliyiz." [sf. 128]
Ekim 2011'de Hece Yayınları tarafından neşredilen Küresel Çağda Kaybolmak, büyük resmi görebilme yetisi kazandırmak için yazılmış, bu niyetle ortaya çıkmış bir kitap gibi görünüyor. Okunuşu gayet kolay fakat idrak etmek için ciddi bir mesai istiyor. Atasoy Müftüoğlu her yazısında olduğu gibi bu kitabında insana düşünmek, akıl yürütmek, eleştirmek, sorgulamak, muhalefet edebilmek, tahayyül etmek gibi hayati yeteneklere sahip olduğunu hatırlatıyor. Koşullara göre hareket eden, her yeni koşulla birlikte değişen benliklerin, büyük bir kültürel ve ruhsal yokluk, yetersizlik içinde bulunduğunu hatırlatıyor. Son sözü ise şöyle söylüyor: "Herhangi bir alanda mücadele hâlinde olmamak, hiçlik içerisinde yaşamak anlamı taşır."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Batı zihniyetinin dayattığı hakim kurgu bu yönde. Peki doğuda, hadi biraz daraltalım "muhafazakâr" olarak tanımlanan coğrafyada durum ne? Durum içler acısı. Daraltılmış bilinçler birbirini katlediyor. Sömürgeci, seküler ve sinsi planlar doğu coğrafyasını hem tehdit hem de taciz ediyor. Yeryüzü korkunç bir batı baskısı altında kıvranıyor. Vicdan, ahlak, merhamet, şefkat ve sevgi gibi kavramlar insan kalbinden uzaklaşıyor. Sağduyu, hoşgörü yanlış tanımlanıyor. Tevhid mazideki bir yapıymış gibi tanımlanıyor. Öte yandan tek bir ideali benimseyerek; soran, sorgulayan, şüphe eden yani akleden kalpler heba oluyor.
"Hepimizi kuşatan ve tehdit eden gelişmeleri büyük bir duyarsızlık içerisinde takip ediyoruz. Miâdını çoktan doldurmuş kimi tartışmaları sürdürüyoruz. Sorgulayıcı bir zihne sahip olmadığımız, sorgulama yetisi kazanamadığımız için yüzeyin ötesine geçemiyor, olayları ve gelişmeleri parça parça ele alıyoruz. Bütün gelişmelerden alelacele sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Hepimizi olumsuz yönde etkileyen geleneksel romantizmlerimiz hepimizi çok ciddi algılama yanlışlarına, hatalarına sevkediyor, çok abartılı ve tehlikeli beklentiler içerisine giriyoruz." [sf. 32]
"Başkalarının iradeleri tarafından kısıtlanmak, biçimlendirilmek, yönetilmek, itaatkârlığa ve teslimiyetçiliğe zorlanmak, konumlarını başkalarının kararları doğrultusunda tayin etmek İslamî cemaatleri, tasavvufî cemaatleri rahatsız etmiyor." [sf. 37]
Kişiler ululanırken adeta putlaştırılıyor. Cemaatler örgütleşiyor. Kaderci bir yaşama şekli yerleştiriliyor. Şehirler kentlere, evler konutlara dönüşüyor. Kalpler aydınlık birer sığınak olmaktan çıkıyor, daha çok mağara gibi karanlık, umutsuz bir yer hâlini alıyor. Devreye bu aldatıcı, şaibeli ve kapkara yaşamı yeniden yorumlamak kalıyor. Atasoy Müftüoğlu böyle bir isim: sorgulayan, eleştiren, yorumlayan, fikir üreten. Kimileri için bu karamsar, kötü, umutsuz bir tutum. Oysa itaat ve biat arasında gidip gelen mümin duruşunun şu sıralar en çok ihtiyaç duyacağı şey belki de bu: varoluşunu gözden geçirmek, belki de yeniden anlamlandırmak.
Küresel Çağda Kaybolmak, yarı yarıya eleştiren yarı yarıya çözüm üretmeye gayret eden makalelerden oluşuyor. Müftüoğlu üslubundan, düşünce yapısından, mütalaa anlayışından asla taviz vermiyor. Gerektiğinde keskin yazıyor, yüksek sesle konuşuyor. Özellikle inananları 'her ne olursa olsun' susmaya, sükunete, sakinliğe davet eden ve dolayısıyla pasifleştiren, silikleştiren ve uzun vadede yok eden zihniyete kendince savaş açıyor. "Hoşgörü" kavramını yeni baştan düşündürüyor. Onun tasavvufî oluşumlara(?) yönelik eleştirileri zaman zaman yanlış anlaşılıyor, daha doğrusu anlaşılmak istenmiyor. Çünkü o kesimin işine gelmiyor eleştiriler.
"Cihat ve içtihad, direniş ve muhalefet ruhunu öldüren, Ümmettin ve direniş mücadelelerinin yanında değil, müstekbirlerin yanında yer alan cemaat hareketlerinin, tevhidî bilince dayalı sorgulamalara tabi tutulmaları gerekirken, kutsallaştırılmaları anlaşılabilir bir durum değildir. Günümüzde hoşgörü temelinde sürdürdükleri İslâmi hizmetleri yüzyıllarca önce yaşamış kimi âlimlerin, âriflerin tasarrufları doğrultusunda yaptıklarına inananlar "insanlar için kendi çalıştıklarından başkası yoktur" ilahî hakikatini unutuyor." [sf. 63]
"Hayatımızı maskelerle sürdüremeyiz. Kendimiz olamadığımızda, kendimiz olmaktan çıkarıldığımızda, kendimiz için de bir yabancı hâline geleceğimizi unutmamalıyız. Sahte meşruiyet biçimlerine ihtiyaç duymamalıyız. Evde Müslüman, sokakta laik konumuna düşmemeliyiz. Koşullara göre değişen tak-çıkar kimliği, insanı kişiliksizliğe mahkum eder. Beğenilerimizin, tercihlerimizin reklam ve propaganda araçları yoluyla şekillenmesine izin vermemeliyiz. Popülizme dayalı ödünler vererek sayılar çoğaltılabilir, ancak nitelikleri çoğaltmak için özgün ve özgür bilinç yapılarına ihtiyaç vardır." [sf. 65]
Günümüzde insan, birey olarak var edilmeye çalışılıyor. Oysa insan, birey değildir, biriciktir. Kendi şahsının, ruhunun, kalbinin tekliğini bilmeli ve bu doğrultuda düşünmeli, tasavvur etmeli ve yaşamalıdır. Bu kişisel birlik, genel bir birliğe, tevhide ulaşma yolunda hakiki bir gayrettir. Kendini belirli kurumların, kuruluşların, şirketlerin, cephelerin, safların, sınıfların içine gömüp o yapıların varlığıyla var etmeye çalışanlar, bataklıkta yüzmeye çalıştıklarının farkında değillerdir. Atasoy Müftüoğlu buna dikkat çekiyor: "Ahlâkî ilkeleri, temelleri, sorumlulukları ihmal ederek, cemaat çıkarına tapınan unsurlar, ahlâki alanın dışında ne tür başarılar kazanırlarsa kazansınlar, bunların herhangi bir değeri olamaz. Kendilerini yalnızca bir mezhebin, cemaatin, hizbin ufkuna kapatanlar, özgür ve eleştirel düşünmeyi başaramazlar, kendi kendilerini hapsederler ve soluksuz kalırlar." [sf. 93]
Bu kitabı okuyan bir zihin, 'yolundan gidiyorum' dediği tüm fikirlerin, kişilerin ve ideallerin üzerinden yeniden düşünme yüksekliğine varmalı. Bunu yaparken Müslüman duruşundan asla taviz vermeyip yegane önderin Resul-i Ekrem (s.a.v) olduğunu unutmamalı. Aşırı duygusallık bizleri romantizme, o da lüzumsuz bir efkâra götürüyor. Bununla soluksuzca savaşılmalı. Biz hayallere değil, düşüncelere tutkun olmalıyız. Düşünmeliyiz, daima düşünmeli.
"Romantik bir tarih yaklaşımı, tarihin ve tarihsel kişiliklerin kutsallaştırılması sonucunu doğuruyor. Bu konuda eleştirel bir bilinçle hareket edilmelidir. Tarihe, geleneğe bağlılık ve saygı, tarihsel sapmaları sahiplenmek anlamına gelmemeli. Herhangi bir tarihsel kişiliğe, düşünür, âlim ya da ârif'e saygı duymakla dünyayı bu kişiliklerden ibaret bilmek aynı şey değildir." [sf. 128]
"Her şeyi bilen cemaat lideri anlayışı gerçekten çok büyük bir sapkınlık biçimidir. Putlaştırıcı hiçbir yaklaşım ve eğilime kesinlikle müsamaha edilemez. Varoluşumuzu erdemli, onurlu, bağımsız tanıklıklarla anlamlı kılabiliriz. Bilincin çöküşünü durdurabilmeliyiz." [sf. 128]
Ekim 2011'de Hece Yayınları tarafından neşredilen Küresel Çağda Kaybolmak, büyük resmi görebilme yetisi kazandırmak için yazılmış, bu niyetle ortaya çıkmış bir kitap gibi görünüyor. Okunuşu gayet kolay fakat idrak etmek için ciddi bir mesai istiyor. Atasoy Müftüoğlu her yazısında olduğu gibi bu kitabında insana düşünmek, akıl yürütmek, eleştirmek, sorgulamak, muhalefet edebilmek, tahayyül etmek gibi hayati yeteneklere sahip olduğunu hatırlatıyor. Koşullara göre hareket eden, her yeni koşulla birlikte değişen benliklerin, büyük bir kültürel ve ruhsal yokluk, yetersizlik içinde bulunduğunu hatırlatıyor. Son sözü ise şöyle söylüyor: "Herhangi bir alanda mücadele hâlinde olmamak, hiçlik içerisinde yaşamak anlamı taşır."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)