Parçalı, buhranlı, modern”ist” romanları oldum olası çok sevemedim. Bu nedenle “Emine” Sevgi Özdamar’ın son kitabını biraz çekingenlikle aldım kitap rafından.
İçinde üç kısa öykünün (Annedili, Karagöz Alamanya’da, Bir Temizlikçi Kadının Kariyeri Almanya Anıları) yer aldığı ve yazarın annesi Fatma Hanım’a ithaf ettiği Annedili (Mutterzung) “Benim lisanımda dil şu anlama gelir: Lisan” cümlesiyle açılıyor; “Benim bir derdim var, hadi gel birlikte bakalım.” diye davet ediyor muhatabı kendine.
Yazarın oldukça sert bir dili var, tokat gibi çarpıyor yüzünüze. Yorucu, kelimelerin ucunu yakalamak için koştuğunuz, ilk başta iki yabancıyken okudukça aşina olduğunuz ve nasıl akıp gittiğini fark edemediğiniz bir dil bu. Diğer yandan bu vahşi üslubun anlatıcının çekingenliğinden, belki de korunma güdüsünden geldiğini kitapla haşır neşir olunca anlıyorsunuz. Kendi hayatından da parçaların yer aldığı, dolayısıyla yazarına dair de bir fikir sahibi olabileceğiniz kitapta altını çizdiğim çokça yer var ve her biri farklı bir sorunsal üzerinde ses veriyor: Annedili, göç, kapitalizm, sosyalizm, 60-70’ler Türkiye’si, ideal Almanya gibi kavramlarla yüzleşiyorsunuz anlatı boyunca.
Bir yaştan sonra ikidilli olmak, iki “annedilli” olmak nasıl bir duygudur bilmiyorum. İkisine de tanıdık ancak ikisine de yabancı kalır insan diye “tahmin ediyorum”.
Yazar ilk öyküsünde dilini en son nerede kaybettiğini sorguluyor, hangi kırılma noktasında artık Almanca düşünmeye, Almanca konuşmaya başladığını, hangi noktada bir dilde söylediği kelimelerin diğer dildeki karşılığını düşünmeye başladığının hatta hangi aşamada annedilinde aşık ol-a-madığının peşinden gidiyor.
İkinci ve son öyküde daha çok Almanya’ya göç şartlarından, göç esnasında yaşananlardan, üstün Alman demokrasisi ve Türkiye’nin geri kalmışlığından, ailelerin ayrı kalma sonucu maruz kaldığı dramlardan söz ediliyor. Sosyalizm ve kapitalizm kavramlarıyla buralarda daha çok karşılaşıyoruz; sosyalizm konusundaki söylevlerin ikinci öyküde bir eşekten gelmesi de oldukça manidar diye düşünüyorum.
“Karagöz Alamanya’da” öyküsünde yer alan bir yer var, okurken gerçekten canımın acıdığını hissettim. Köylü karakterinin karısı, rüyasında köylünün babasının ve köylünün hırsızlık yaptığı bahçe sahibinin pazarlıklarına şahit olur. Konuşmalarda birtakım deyimler yer alır ve anlatıcı arkadan bu deyimlerin açıklamalarını yapar. Bir dili yeni öğrendiğimizde, yabancı dilde konuşurken aslında arkadan Türkçe konuşmamız gibi. Burada hangi dil anlatıya yabancı? Türkçe mi? Yoksa Türkçe mi?
Annedili, kapitalist duruşu, işçi göçlerini, göç süreçlerini, göçlerin Almanya ve Türkiye taraflarını gösteren ve nihayetinde kimliksiz bir kimliğe sahip olmanın benlikte açtığı yaraları anlatan akademik bir makale gibi; sadece daha yaratıcı, daha samimi, daha inandırıcı.
Feyza Andaş
twitter.com/feyzandas
Annedili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Annedili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Nisan 2014 Pazartesi
4 Ağustos 2013 Pazar
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
"Bu kitap rikkatli ve müstehcen, dangıl dungul ve duyarlı, zahit ve kaba saba. Okurunu kâh dik kafalılık ve gözyaşlarıyla, kâh fars ve yasla sırılsıklam ediyor. Işıltılı cam kırıklarını andıran bir dili var bu kitabın."
- Hermann Kurzke, Frankfurter Allgemeine Zeitung
İnsanın kendi evinden uzaklaşması onda neler yaşatırsa, dilinden uzaklaşması da işte onları yaşatır ve hatta yazdırır. Türkçeye ilk kez İletişim Yayınları tarafından çevrilen bu Emine Sevgi Özdamar kitabında; insanın evinden ve dilinden uzaklaşmasının yaşattıkları ve yazdırdıkları var.
Muhsin Ertuğrul, Beklan Algan, Ayla Algan, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday ve Nurettin Sevin'den tiyatro eğitimleri almış olan yazarın kitapları 17 dile çevrildi. "Annedili", ilk olarak 1990'da yayımlanmıştı ve o dönemde özellikle Almanya'daki Türk işçilerin iç dünyalarındaki karışıklıkları ve kapitalizmin zorbalığını ortaya çıkarması sebebiyle büyük takdir toplamıştı. 1994'te New York Yılın En İyi 20 Kitabı'ndan biri seçilen "Annedili" şu cümlelerle açılıyor:
"Benim lisanımda dil şu anlama gelir: Lisan. Dilin kemiği yoktur, onu nereye döndürürsen oraya döner."
Annesi Fatma Hanım'a ithaf ettiği kitapta yazar, hatırlamak istediği şeyleri hatırlamaya hep aynı yerden başlıyor, dilinden. Dört hikâyeden oluşan bu kitapta yazarından kendi hayatından oldukça fazla iz var. Bu yüzden de son derece gerçek ve samimi. Hikâyelerin hepsi birbiriyle bağlantılı, birbirleriyle kardeş. Çünkü kardeş olması için çok sebep var.
"İbni Abdullah: Ruh kalpten ayrılırken ölmek üzere olan insanın gözüne perde iner, ama işitme duyusunun en son yitirecektir. Hadi şimdi lütfen ilk harfleri okuyunuz. Elif be dal zal re."
Sanki her hikâyede bir tiyatro oyunu izleniyor, perde açılıyor ve dobra dobra esen kelimelerle kapanıyor. Sessizliğin içinde gizli olan şeyler hayatın faniliği, ölüm ve derin bir sevgi, saf sevgi. Yer yer espriler de havada uçuşuyor "Annedili"nde, güldürüyor. Acınacak hâlimize gülüyoruz, belki de ondandır.
"Dizlerimin üstünde oturduğum divan, bana anılarımı ver. Ben bir kuşum. Ülkemden uzak diyarlara uçtum, çözülmemiş cinayetlerin işlendiği şehirlerin kenarındaki otobanlardayım."
Bir kadının dili her zaman ağırdır. Bakmayın siz edebiyattaki "erkek adam" hâkimliğine. Kadın konuşunca erkek susar, akıllı olur. Tıpkı İsmet Özel'in dizelerindeki durum gibi: "Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman / mangalın küle mahcubiyeti artar."
"Annedili", küçükken vazoyu kırdığımızda ağzımıza uçan bir terlik gibi. Siper alın.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
- Hermann Kurzke, Frankfurter Allgemeine Zeitung
İnsanın kendi evinden uzaklaşması onda neler yaşatırsa, dilinden uzaklaşması da işte onları yaşatır ve hatta yazdırır. Türkçeye ilk kez İletişim Yayınları tarafından çevrilen bu Emine Sevgi Özdamar kitabında; insanın evinden ve dilinden uzaklaşmasının yaşattıkları ve yazdırdıkları var.
Muhsin Ertuğrul, Beklan Algan, Ayla Algan, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday ve Nurettin Sevin'den tiyatro eğitimleri almış olan yazarın kitapları 17 dile çevrildi. "Annedili", ilk olarak 1990'da yayımlanmıştı ve o dönemde özellikle Almanya'daki Türk işçilerin iç dünyalarındaki karışıklıkları ve kapitalizmin zorbalığını ortaya çıkarması sebebiyle büyük takdir toplamıştı. 1994'te New York Yılın En İyi 20 Kitabı'ndan biri seçilen "Annedili" şu cümlelerle açılıyor:
"Benim lisanımda dil şu anlama gelir: Lisan. Dilin kemiği yoktur, onu nereye döndürürsen oraya döner."
Annesi Fatma Hanım'a ithaf ettiği kitapta yazar, hatırlamak istediği şeyleri hatırlamaya hep aynı yerden başlıyor, dilinden. Dört hikâyeden oluşan bu kitapta yazarından kendi hayatından oldukça fazla iz var. Bu yüzden de son derece gerçek ve samimi. Hikâyelerin hepsi birbiriyle bağlantılı, birbirleriyle kardeş. Çünkü kardeş olması için çok sebep var.
"İbni Abdullah: Ruh kalpten ayrılırken ölmek üzere olan insanın gözüne perde iner, ama işitme duyusunun en son yitirecektir. Hadi şimdi lütfen ilk harfleri okuyunuz. Elif be dal zal re."
Sanki her hikâyede bir tiyatro oyunu izleniyor, perde açılıyor ve dobra dobra esen kelimelerle kapanıyor. Sessizliğin içinde gizli olan şeyler hayatın faniliği, ölüm ve derin bir sevgi, saf sevgi. Yer yer espriler de havada uçuşuyor "Annedili"nde, güldürüyor. Acınacak hâlimize gülüyoruz, belki de ondandır.
"Dizlerimin üstünde oturduğum divan, bana anılarımı ver. Ben bir kuşum. Ülkemden uzak diyarlara uçtum, çözülmemiş cinayetlerin işlendiği şehirlerin kenarındaki otobanlardayım."
Bir kadının dili her zaman ağırdır. Bakmayın siz edebiyattaki "erkek adam" hâkimliğine. Kadın konuşunca erkek susar, akıllı olur. Tıpkı İsmet Özel'in dizelerindeki durum gibi: "Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman / mangalın küle mahcubiyeti artar."
"Annedili", küçükken vazoyu kırdığımızda ağzımıza uçan bir terlik gibi. Siper alın.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)