"İstemek, temeli bakımından acı çekmektir ve yaşamak, istemekten başka bir şey olmadığına göre, hayatın tümü, özü bakımından acıdan başka bir şey değildir."
- Arthur Schopenhauer, Hayatın Acıları Üzerine
"Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır."
- İsmet Özel, Esenlik Bildirisi
Diş ağrısı mı daha büyüktür baş ağrısı mı? Ayrılık acısı mı daha fenadır bekleyiş acısı mı? Peki dil yarası mı daha çok acıtır yoksa gönül yarası mı? Son soru: Bedenin acısı mı daha kalıcı ve tesirlidir, ruhun acısı mı?
Yazdığı kitaplarda insanın manevi tarafı hakkındaki tespitleriyle ve bilhassa Türkçe'mize çevrilen "Yürümeye Övgü" kitabıyla adından söz ettiren David Le Breton, "Acının Antropolojisi" ile modern yaşamın tüm acılarını okuyucuya seriyor. Bundan nasibini alanlar arasında modern tıp bile var. Tıbbın ve onun kültürünün acı çekmeyi asla bir erdem olarak görmediğini açıkça yazan Breton, bu konuda Cezayirli bir kadının anestezi yoluyla yaptığı doğumdaki pasif tepkisini de anlatır. Çağ öyle bir noktaya gelmiştir ki artık günümüz insanı kısa süreli bir efkarı, acının tüm erdemine değişmiştir. Beden acısı, ruh acısının çok üstüne çıkmıştır. Breton buna haklı olarak ve şiddetle karşı çıkar: "Acı çekme yeteneğini yok etmek, insanın yaşama koşullarını yok etmektir!"
Kitabın altı bölümü; acı deneyimleri, acının antropolojik özellikleri, Eyub ya da anlam arayışı, acının sosyal yapısı, modernite ve acı, acının sosyal işlevi şeklinde sıralanıyor. Özellikle üçüncü bölümdeki Acı ve kötülük: Tevrat ve İncil'den Kuran'a, Doğu inançlarından gelen acı kavramı ve Ahlak olarak acı konuları oldukça ilgi çekici. Breton'a göre insan ne daima mutluluk peşinde koşabilir ne de acıdan kaçabilir. Bunun başında da şu vardır: Edebiyat, müzik, tarih, siyaset; ne olursa olsun her şey acıyla, acıdan beslenir.
Kitap aslında, önsözü sebebiyle acının ruh ve akıl sağlımızı daha az etkilemesine yönelik bir tedavi arayışı olduğu izlenimi veriyor. Montaigne'nin Les Essais (Denemeler) klasiğinden bir alıntıyla açılıyor, "Bedenimiz etkilenebilir ama ruhumuzu ve aklımızı güçlü tutabiliriz acı karşısında" cümlesi var bu alıntıda. Breton ise acının kimi zaman bir savunma aracı olduğunu kimi zamansa insanı daha çabuk olgunlaştıracak bir tecrübeler bütünü olduğunu söylüyor: "Acı kutsal bir vahşidir. Niçin kutsal? Çünkü insanı aşkınlık deneyimine götürürken kendisinin dışına atar ve ona varlığından habersiz olduğu birtakım zenginlikleri gösterir... İnsan ya acının vahşetine bırakır kendini ya da bunları boyunduruk altına almaya çalışır. Bunu başarabildiği takdirde başka bir insan olarak çıkar bu deneyden, daha dolu bir yaşama doğar."
Hz. Eyub üzerinden insandaki acının bir kutsiyeti olduğunu da anlatıyor Breton. Bilincin ve bilmenin ortaya çıkmasıyla birlikte acının da ortaya çıktığını savunuyor. Budizm öğretisinde insanın aydınlanmaya acıyla ulaştığını, sonrasında bu "acı tecrübeler"in insana dünyayla baş etme imkanı sunduğundan da bahsediyor. Yahudilik ve Hıristiyanlıkta ise acının doğrudan işlenen günahların kişi üzerinde bıraktığı etkiyle alakası olduğunu düşünüyor. Bilhassa Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesindeki acının aslında acı ile ceza kelimeleri arasındaki yakınlıkta (poine - poena) rastlanan bir gizem gibi olduğu konusunda yorumları var. İslam'daki acı anlayışını ise daha tasavvufi bir şekilde yorumluyor Breton; tevekkülün ve kaderin, her türlü acıya katlanmaya imkan sunması ve nihayetinde insanı Allah'a daha çok yakınlaştırması gibi.
Breton'un "acı kültürü" üzerine anlayışı, Louis Lavelle'in görüşlerinin daha derinleşmiş bir hâli gibidir: "Her insan, kesinlikle kendisine saldıran acıyı püskürtmek ister; ama geçmiş yaşamına şöyle bir baktığında kendisini en fazla etkileyen şeyin çekmiş olduğu acılar olduğunu farkeder; bu acılar damgasını vurmuştur; yaşama ciddiyet ve derinlik kazandırır; insan yaşadığı dünyayla ve kaderinin anlamıyla ilgili olarak en temel bilgileri bu acılardan çıkarmıştır."
Dilin acıyı adlandırırken karmaşıklaştığını ve dile getirilen acının asla yaşanmış olan acı olamayacağını düşünen Breton, Virginia Woolf'tan şu alıntıyı yapar: "En sıradan bir kız öğrenci âşık olduğunda derdini anlatmak için Shakespeare ya da Keats'ten yararlanır. Ama bir adam hekime baş ağrılarını anlatmak istediğinde dil kaçar... Acısını bir eline alır ve kendinden bir parçayı da öbür eline (Babil halkının başlangıç döneminde yapmış olduğu gibi belki)... bunları birbirleriyle çarpıştırıp içlerinden yeni bir sözcük çıkarabilmek amacıyla..."
İnsanın ve varlığının bu en gizemli, tabiri caizse esrarlı konusu olan acı hakkında; oldukça derin ve kalıcı acılar bırakabilecek bir kitap. Çünkü tecrübelerle ispatlanmış, hatıralarla güçlenmiş tespitlerle dolu. Kaynak bir eser. Düşünsenize, acı hakkında kaynak eser yazmak; kim bilir nasıl acılıdır... Acıyı daha iyi anlamak ve en önemlisi de anlamlandırmak niyetiyle okunmalıdır bu kitap.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler