“İstersen konuşalım. Fakat konuşmaktan ne çıkar ki! Kim bilir şimdiye kadar kaç merkep yükü kitap okudun. Fakat bunlardan ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanlar neyi bilirler? Zevk ve bencilliklerinin arzuladığı sanatsal bir takım şeyleri… Fakat hak ve hakikat hususunda ne bilirler? Hiç! Akıl yoluyla hakkı bulmak mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harfleri bir araya getirerek hikmet bilinebilir mi?..”
Hakikati bulma yolunda sonsuz sancı, bitmek bilmeyen arayış, aşka susama, akılla kavranamayacak olana ulaşma… Ve o uğurda “Hayalin Derinliklerinde Yolculuk”. Ah o izah edilmesi mümkün olmayan, dur durak bilmeyen ezeli ve ebedi yolculuk. Yaşarken bilinemeyecek, bu dünyada bulunamayacak olanın peşine düşüşün hikâyesi A’mak-ı Hayal.
Karanlık ve nur, nefs ve arzu, varlık ve yokluk, akıl ve gönül ikilemleri arasında yaşadığı ruhi deneyimlerde; Hintli bir çocuk, İstanbullu bir müezzin, Çinli bir öğrenci olan Raci’nin serüvenlerinin kitabı.
Raci modern hayatın içinde yetişmiş, iyi bir aile terbiyesi almış ve eğitim görmüş fakat ruhunu gün be gün kemiren manevi boşluktan dolayı kendini içki ve eğlence ortamlarında uyuşturmaya çalışan avare bir gençtir. “Küfür ile iman, inkâr ile ikrar, tasdik ile şüphe arasında bir durumdadır.” Şüphe denilen ejderha tüm bedenini sarmıştır. İçine düştüğü bu bunalımdan çıkmanın yollarını ararken bir gün yolu; varoluş gerçeğini kavramış, kendini toplumdan soyutlamış, meczup görünümlü bir bilge olan Aynalı Baba’yla kesişir bir mezarlıkta. Ve onun aracılığıyla gerçeküstü ruhi deneyimler yaşamaya başlar.
“O sırada aklıma birdenbire parlak bir fikir geldi. Deli kıyafetlerine bürünmüş bir filozof olma ihtimali bulunan Aynalı Baba ile ciddi meseleler hakkında konuşmak istedim ve dedim ki: Sultanım! Sen, viranede gömülü bir hazinesin, ben ise felsefeye susamış bir avareyim. Lütfen, ilminizden istifade etmeme izin verin. Verin elinizi öpeyim.”
Tasavvuf, felsefe ve düşünce tarihinin düş gücüyle harmanlanışının müthiş örneği A’mak-ı Hayal. Derin, uçsuz bucaksız bir kuyuda yuvarlanmak gibi. Hayal ile gerçeğin, bilim ile dinin, ilim ile irfanın, fantezi ile bilimkurgunun tüm renklerinin bir araya toplandığı bir gökkuşağı sanki. Her okunduğunda hafızadan silinmesini ve tekrar tekrar aynı heyecan ve şevkle okumayı isteyecek bir masal sunuyor Filibeli Ahmet Hilmi bizlere ve kitabın içine şöyle çağırıyor:
“Yarı derviş yarı deli ama her gördüğünü hikmet gözüyle gören bir düşbazın düşleri sizi çağırıyor. Hayat belki de sekr anında görülen bir düş değil midir?”
Ahu Akkaya