Birçokları için “Anlar” şiiridir Jorge Luis Borges. Onlar bilirler ki; bu şiiri buzdolabının kapağına yapıştıranlar hayatın dönüşeceğine iman etmişlerdendir. Bilgi işi değildir bu. İman önemlidir! Evveliyatında Edgar Allan Poe’nin başlattığı fantastik edebiyat geleneğini izleyen Borges, felsefenin tadına baktıkça eklektik bir bütüne dönüşür. İlânihaye avangard akıma şöyle bir göz atıp onu da kendi felsefesi ile bezeyince, post-avangard bir kendiliğe ulaşır. “Öz sorgulama” der bu sürece ki “Anlar” bu öz sorgulamanın ve Borges felsefesinin etiketi gibidir.
Yayıncılıkta, uzun yıllardır yapılmış en keyifli ve kaliteli işlerden biri haline gelen Ex-libres serisi dâhilinde çevirisi sunulan Şu Şiir İşciliği, Ketebe Yayınları tarafından basılarak serinin incileri arasına yerleşti. Bir psikoterapistten yardım alarak bu öz sorgusunu konuşma yoluyla dinleyiciye ve bize ulaştırmaya ikna olan Borges’in, 67-68 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde verdiği konferanslar; Şiir Bilmecesi, Metafor, Hikaye Anlatımları, Sözün Müziği ve Çeviri, Düşünce ve Şiir, Şiirin Amentüsü isimlerinde, altı başlıktan oluşuyor. Şiirin tanımını yapmaya çalışırken ortaya koyduğu cümlenin yetersizliğine, kahvenin de tadının bu kadar anlatılabileceğini ekleyen Borges, yetersiz kaldığı noktada dahi yeni bir şiir yazabilmenin şiarı gibidir. Budur işte o başkalığın kaynağındaki erguvan kokulu şairin dehası.
İçine felsefe bulaşmış her şeyde olduğu gibi Borges’de de mana ve cisim başkadır. “Şey” başkadır. Çünkü o, bir alana gömülmüş okumaların teşbihini “Yıldızlara hiç bakmamış astronomların eserlerini okuyormuş gibi” olmak cümlesi ile betimlerken, estetik üzerine yazmak ile şiir yazmak arasındaki farkın ifade edilebileceği en doğru cümleyi kurmuştur. Borges başkadır evet: Onda yaşam, şiirden ifade edilmiş bir algoritmadır; “kitaplar ise şiir için birer vesiledir.”. Emerson’ın ölüler mağarası olarak ifade ettiği kütüphaneler okuyucuyla dillenir, şiirlenir. Okuyucu şiirin kendisidir!
İlk bölüm Borges’in kendisine giriştir. Şiirin ontolojik statüsü ile ilgilenir. Ancak ve ancak etimolojiye ve dile hâkim olabilenlerin gerçek bir şiir yazabildiğini savunur. Onun için, her iki dili de özümsemiş bir çevirinin değeri paha biçilemezdir. Aksi halde, ismini ilk defa burada duyacağımız usta Rafael Cansinos Asssens’in, Tanrı’dan, kendisini güzelliklerden koruması dileği ile yazdığı şiirdeki duayı, nasıl böylesi haklı bulabilirdik ki? İkinci bölüm olan “Metafor” bahsinde ise şairlerin, bunca kombinasyon varken, aynı metaforlarda dolap beygiri gibi dönmelerinin gerçeğini ve aslında aynı görünen metaforun aynı kalamadığını anlatmaya çalışır. Metaforun değeri de budur zaten Borges için; okuyucu tarafınca belirlenir. Söz temsili: bugün, hiç kimse “kral” kelimesini, aynı soydan ve ulustan gelenlerin başında onlardan olan kişi anlamında kullanmaz. Kral kelimesi artık gerçek anlamını tamamen yitirip farklı metaforlar arasında gezinmektedir. Bu yüzden Jorge Luis Borges bunca sınırsız anlam arasında sınırlı kalan metaforlar üzerine uzunca düşünmüştür. Mesela bütün şairlerce “uyku” olarak kalıplaşmış “ölüm” bunlardan biridir. Hoş ve sanatsal algılatılmak istenilen “savaş” kelimesi için; “kılıçların dansı” denmesi de öyle... “Güçlü metafor anlamı zenginleştirmez hermenötik çerçevesini bozar” derken ise şiirin neden sıradan olanla daha şık ve kolay ifade edildiğini biraz daha derinleştirir. Artık Borges’i neden bunca sevdiğimizin de cevapları bir bir verilmektedir.
Sen ki müziksin müzik dinlerken hüznün niye? Odysseia’yı okurken dinlediğimiz, şiirden ziyade, tuzlu su akıntılarının hikâyesi değil midir diye sorar Borges. Öyledir de! Şiirden yana içinizi ikna etmeyenlerin ne olmadığını öğretir ince ince dokuduğu şiir işçiliğiyle. “Bütün sanatlar daima müziğin durumunu arzular” cümlesinden; şiirden iyi olan tek şeyin notalara eklenmiş şiir olduğunu anlatır. Sokaktaki insana entelektüelden daha yakındır şiir Borges için. Bu çok etkileyici bir detaydır. Gerçek şiirin günlük dille ifade edildiğinden bahseder. Ve müziğin onun üzerine çıkabilen biricik bütünlük olduğundan.
Son konuşmada yani altıncı günde, Borges, şiiri, gençken mutsuz olmak ile yaşlandıkça geç kalmış olmak korkusu arasında; “Şiirin Amentüsü”yle, şairin amentüsü olarak birbirinden ayırmıştır. Tıpkı her insanın Tanrısı’nın farklı olması gibi bir kinaye ile biter böylece şiirin işçiliği… Jorge Luis Borges başkadır evet: Onun, “Yazarken düşlere sadık kalmaya çalıştım” dediği düş kendi düşüdür. Konuşmaya zor ikna edilen mütevaziliği, dolu başağın başının eğik olmasından mülhemdir. Şiirin güneşi ya da şiir dilinde; Tanrı’nın parlak kandilidir. Ve dondurma her daim bezelyeden daha lezzetlidir.
Mavi Çınar
instagram.com/psikologmavicinar/